Erol Köroğlu
Korku imparatorluğuna son vermek için 28 Mayıs’ta sandıklara!
Geçen hafta yazı yazamadım. Önemli bir şey oldu. Seçim! Seçim sonuçlarının ilan edilmesini beklerken, gece yavaş yavaş yavaş gündüze dönüştü ve ortaya çıkmakta olan sonuçla moralim bozulmuş bir biçimde yatağa gittim. Sanırım pek çok kişi aynı durumu yaşadı. Pazartesi sabahı çok da zor kalktım ve birkaç saat depresif bir ruh haliyle vakit geçirdim.
Sonra depresyonum sona erdi. Çabuk toparlandım. Artık önceliğin 28 Mayıs seçimi olduğunun ve buna hazırlanmak gerektiğinin farkındaydım. Bu noktadan itibaren bir yazı yazmak ve gecikmeli de olsa Artı Gerçek’e ulaştırmak için çaba harcadım. Ne var ki, o kadar çok enformasyon akışı, tartışma ve farklı konu vardı ki, bir türlü elim yazı yazmaya gitmedi.
Şu anda bile, bu yazıyı yazarken zorlanıyorum. Etrafımızı oy vermeye gitmek konusunda ikna etmek ve gelecek Pazar gidip oy vermekten öte gelişmelere bir katkıda bulunabilir miyiz diye merak etmiyor değilim. Oysa bunun yanıltıcı bir duygu olduğunun da farkındayım. 28 Mayıs önemli ve 29 Mayıs’ın nasıl bir gün olacağını, nasıl bir Türkiye’ye uyanacağımızı belirlemek için hepimizin gidip oy vermesi gerekiyor.
Adayların ikisi de bizi tatmin etmiyor olabilir. Özellikle bu ikinci turda Oğan ve İnce oyları üzerinden kampanyanın milliyetçi korkularla ilerleyen, son derece devletlu ve aşırı sağcı bir atmosfere girmiş olması, pek çok sol seçmen için sıkıntı konusu. Ne var ki, ülkedeki dışlayıcı ve yaftalayıcı havanın değişmesi için verilen, haklar ve özgürlükler temelli mücadelelerin başarı olasılığının artması için de bu seçimin bir referandum mantığıyla gerçekleşmesi gerekiyor.
Her şeyden önce, bu seçimi Erdoğan alacak olursa, bu özgürlük ve demokrasi temelinde mücadele verenler için dünyanın sonu olmayacak. Elbette zebella devletin baskı ve tasallutu daha da artacak. Fakat ne olursa olsun, demokratik bir cumhuriyet için mücadele edenler de geri adım atmayacaklar. Kaldığımız yerden uğraş vermeye devam edeceğiz.
ALGI YÖNETİMİYLE MÜCADELE ETMENİN EN ETKİLİ YOLU YENİDEN ÇERÇEVELEMEDİR
Bu seçimde Erdoğan ve cumhur ittifakı için nasıl dev bir mekanizmanın uğraş verdiğini hep akılda tutmak gerekiyor. Onlarca televizyon kanalı, basılı gazete ve internet kanalı, saatlerce Erdoğan ve Bahçeli’yi gündemde tutmak, görünür kılmak için çaba harcadılar. Algı yönetimin önemli bir parçası bu. Ülkenin iktidar tarafından içine sokulduğu şu ekonomik cendere içerisinde ne kadar çok maddi kaynağının bu propaganda mekanizmasına aktarıldığını bir bakışta anlamak mümkün. Etkili olduğu da muhakkak. Psikolojik olarak bu kadar Erdoğan ve Bahçeli görüntüsü, sesi ve mesajına maruz kalıp etkilenmemek mümkün değil. Bahçeli’nin “aman aman” diye şiir okumasıyla ya da “Hans’lı Herkel’li sabuklamalarıyla” ne kadar eğlenirsek eğlenelim, bütün eğlenceli videolarımız ve sosyal medya paylaşımlarımız da son kertede Bahçeli’nin daha fazla medya görünürlüğü elde etmesine ve sürüngen beyinlerimizin etkilenmesine yardım ediyor.
Algı yönetiminin ne kadar önemli olduğuna, adeta kara büyü gibi bir karanlık güç bilgi ve becerisi olduğuna, daha önce George Lakoff’un kavramsal çerçeveleme yaklaşımını anlattığım yazılarımda işaret etmiştim. Umarım ileride bu propaganda ve pazarlama anlayışı, bir suç haline getirilir. Ya da insanların bu tür kötü niyetli çabalardan etkilenmemesini sağlayacak güçte ve nitelikte eğitim almasını sağlayabiliriz. Fakat bunlar olana kadar en basitinden algı yönetimi yaparak ilerleyecek kampanyalarla mücadele etmemiz gerekiyor.
Lakoff’un yeniden çerçeveleme vurgusunu eski yazılarımda anlatmıştım. İnsanlar akıllarını kullanmaktan önce, kimlikleriyle oy veriyorlar. Bu kimlik ya da kimlikler, dünyaya bakışlarındaki kavramsal çerçeveleri belirliyor. Vereceğiniz bir mesaj, karşınızdakinin çerçevesine uygun değilse, mesaj alınmıyor veya çerçeveden içeri girmiyor ve çerçeve olduğu gibi kalıyor. İstediğiniz kadar ekonomik zorluklardan, enflasyondan, var olan durumun sürdürülemezliğinden söz edin. Karşınızdaki kişiye ulaşmak istiyorsanız, ele aldığınız her meseleyi yeniden çerçeveleyebilmeniz gerekiyor. Sabırla, inatla ve bıkıp usanmadan dert anlatmanın yeni yollarını bulmalı ve yeniden anlatmalısınız. O zaman karşınızdaki farklı kimliğin size yaklaşmasını, söylediklerinize ikna olmasını, dünyaya bir de sizin çerçevenizden bakmaya başlamasını sağlayabilirsiniz.
ALGI BÜKÜCÜLERE İNAT, 21 MAYIS 1864'Ü SOYKIRIM OLARAK OKUMAK
Yeniden çerçeveleme meşakkatli iş. Sabır, eğitim ve maddi kaynaklara gereksinim duyuyor. 28 Mayıs’ta Erdoğan kazanırsa bile, öncelikle bu dersle çıkmak, ayağa kalkmak ve kaldığımız yerden mücadele etmek gerekecek. Ne olması gerektiğini, ne tür değişikliklere muhtaç olduğumuzu anlaşılır bir biçimde yeniden ve yeniden anlatmamız ve mümkün olduğunca yaymamız gerekecek. Şu avantaja sahip olacağız yine de: Söyleyeceğimiz her şey gerçeğe dayanacak ve aldatmacadan uzak duracak. Gücünü hakikatten alan bir mücadeleyi vermeye devam edeceğiz.
Bu olmadığında neler olacağının küçücük bir örneğinden söz etmek istiyorum. Dün 21 Mayıs Çerkes Soykırımı’nı Anma Günü idi. Türkiye’de Çerkes olarak tanınan Kuzey Kafkasya’daki Adigeler, 21 Mayıs 1864 tarihinde Rus Çarlığı’na mutlak bir biçimde yenildiler ve hayatta kalanlar bir ay içinde topraklarını terk etmeye zorlandılar. Bir milyon civarında insan zor koşullarda küçük ve insan taşımaya uygun olmayan balıkçı tekneleriyle, bulaşıcı hastalıklar yüzünden can vermeye devam ederek Osmanlı İmparatorluğu’na taşındılar. Salgınlar nedeniyle Osmanlı topraklarında da ölmeye devam ettiler. Osmanlı devleti, bu büyük mülteci dalgasını imparatorluk coğrafyasının her tarafına dağıttı. Balkanlardan Filistin’e kadar her yere büyüklü küçüklü Çerkes köyleri kuruldu. Çerkesler böylece bir ulus devlete dönüşme şansını kaybettiler, dili ve geleneklerini ancak kendi sınırlı coğrafyalarında sürdüren, yeni kuşaklara aktaran bir diaspora toplumu haline geldiler.
Hikâye uzun ve ayrıntılarına değinmeyeceğim. 2014’teki Soçi Kış Olimpiyatları, Çerkes Soykırımı’nın başladığı yerde gerçekleşince, Çerkesler yaşadıkları felaketin 150. yılında, yaşamış olduklarına soykırım demeye ve bunu dünyaya anlatabilir olmaya başladılar. Bugün artık 1864’ten bugüne gelen süreci bir soykırım kavramsallaştırması üzerinden okuyor, modern Çerkes kimliği ve kolektif belleğinin oluşumunda mutlaka soykırım kavramından ilham alıyoruz.
14 Mayıs seçimleri sonrası ve 28 Mayıs seçimine yürüyen geçen hafta içerisinde, yeni bir trol kampanyasıyla da karşılaştık. Farklı kimliklere yönelen paranoyalara, bölücülük korkularına her zaman aşinayız. Bu doğrultuda, Türkiye’de Çerkes kimliğini biraz öne çıkartanların hemen ilkel “hainlik” suçlamaları ve daha incelikli ve sinsice “milliyetçilik” yaftalamalarıyla karşılaştıklarını da biliyoruz. Fakat geçen hafta, bazı Çerkeslerin de katıldığı bir söylemle daha fazla karşılaşır olduk. Buna göre “sürgün ve soykırım” kavramsallaştırması, Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan, Kürt hareketiyle ya da Ermeni Soykırımı ile bağlantılı kötü niyetli yaklaşımlardı.
28 MAYIS HAKİKATİMSİLİK TERÖRÜNE SON VERSİN
Yüzlerce medya kanalı üzerinden beğenmediği herkesi terörist, bölücü, ajan vs. olarak suçlayan bir yaklaşımın buraya da yansıdığını görüyoruz. Amaç ortak. Farklı bir cümle kuracak herkese, bir linçle karşılaşacakları ve mapustaki pek çok hak savunucusuna katılabilecekleri tehdidini hissettirmek. Kaba kuvvet üzerinden korkutma, yıldırma çabası. Bir bilgiye ya da hakikate değil, hakikatimsilere dayanan Orta Çağ yargılama anlayışı. O zamanlar Katolik Avrupa’da kilisenin savcısı sizi suçlayınca, onun suçu kanıtlaması değil, sizin suçsuzluğunuzu kanıtlamanız gerekiyormuş. Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz sonrası yargısının tam da bunu yapmakta olduğunu, çeşitli vesilelerle buna maruz kalan pek çoğumuz biliyoruz.
Bütün bunlara rağmen, 28 Mayıs bir olanak olarak önümüzde duruyor. Zorbalığın ve korkunun hâkim olmayacağı, verilecek mücadelelerle gün geçtikçe daha aydınlık hale gelecek bir Türkiye için sandığa gidip oyumuzu vermemiz gerekiyor. Demokratik cumhuriyete ulaşmak için yürünmesi gereken yol uzun. Fakat bunun 28 Mayıs’ta sandıkta başlaması şart. Bizler isimleri değil, ülkenin bitmek bilmez bir kabusa dönüşüp dönüşmemesini oylayacağız. Gelecek Pazar bunun gönül rahatlığı ve heyecanıyla sandıklara gidelim. Umudu canlandıracak yeni bir güne başlamak için sözümüzü söyleyelim.
Erol Köroğlu: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Edebiyatı, maddi üretim koşulları ile aynı derecede maddi okuma ve alımlanma biçimleri üzerinden anlamaya çalışan bir edebi kültür tarihçisi. Türkçe roman, anlatı kuramları, milliyetçilik kuramları ve tarih-edebiyat etkileşimi ana ilgi alanları. Çalışmalarının pek çoğuna academia.edu sayfasından erişilebilir.