Kur’an’da muhalefet gerçeği

Kalmışsa bir medeniyet iddianız bunun farklılıklarla dahası muhaliflerle hukukta eşit, adîl bir ortak yaşama bağlı olduğunu unutmayalım.

Arapça bir kelime olarak muhalefet; bir kişiye veya var olan fiili duruma uymama, itiraz etme, zıtlık, karşıtlık anlamlarına gelir. Dar anlamda siyasette ise yönetim gücünü elinde bulundurmayan kişi ve grupların tutumlarını ifade eder. Muhalefet yapana muhalif denilir.

Güçlü referanslarına rağmen bin dörtyüz yıllık İslam tecrübesinin kurumsal bir muhalefeti inşa edememesi düşündürücüdür. Kurumsallaşma olmadığı zaman ortak akıl ve tecrübeden istifade etmek zorlaşır. Sorun çözücü nitelikli kurumların alacağı isabetli, uzun soluklu, sağlıklı kararlardan yoksundur devlet. Fevri çıkışlarla, egoistlik, sığlık, basitlik kokan popülist siyasetle sürüyü güden, malı götüren lider kültüne toslanır. Krizlerden hızlı ve başarılı çıkışlar yapılamaz. Toplumun bünyesi zayıf ve her an iç ve dış hastalıklara yenik düşebilme potansiyeline sahiptir.

İslâm’ın temel referansı ana kitabımız Kur’an; iki ayetinde muhalefet kelimesine, onlarca yerde de muhaliflerin söz ve eylemlerine yer vermiştir.

"Allah'ın Resûlüne muhalefet (uymama) edip geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler…" (Tevbe: 81)

"… Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet (itiraz) etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla. (Taha: 58)

Allah’ın birinci muhalifi olan Şeytan’la diyaloglarına baktığımızda işi, gücü fesat olan en zararlı muhalife bile yaşama dahası örgütlenme imkânı verildiğini görürüz.

(İblis-Şeytan): "Rabbim! Öyle ise, tekrar diriliş gününe kadar bana mühlet ver, dedi. (Allah dedi ki): "Sen mühlet verilenlerdensin. Allah katında bilinen vaktin gününe kadar.

(Şeytan) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım..!" (Hicr: 36, 37, 38, 39)

İlk devirde Hz. Muhammed’in farklılıkları koruyup besleten ahlak, adalet ve mucize donanımlı karizmatik liderliği anlamlı bir muhalefeti boşa çıkarıyordu. Buna rağmen ne Mekke’de ne Medine’de O, hiçbir zaman muhaliflerini yok etmeyi düşünmedi ve onları toptan imha etmek için fırsat da kollamadı. Belki yaptığı; muhaliflerle komşuluk, diplomasi, ticaret, evlilik, mektuplaşma gibi diyalog ve iletişim kanallarını açık tutmaktı. Ama vefatı sonrası; iktidarı denetleyecek, sorgulayacak, gücünü frenleyecek, devlet karşısında vatandaşı güçlü ve özgür tutacak muhalif mekanizmaları üretecek bir konsensüsü yakalayamadı ümmetin ulema ve ümerası! Dahası cehalet ve vahşetle birlikte muhalifleri demonize etme siyasetine yeltenildi.

Devletler adalet kıblesinden şaşırınca uyanık, aksiyoner toplumun temel kriteri olan ‘İyiliği emir edip, kötülükten alıkoyma’ aktivitesi bireysel cesur seslere terk edildi. İşlerin rayında gidip gidilmediğini kontrol edecek merci idarecilerin vicdanlarındaki insaf ya da inandıkları Cehennem korkusu idi. Cihad gibi kavramlar ve ‘Kader’e iman’ istismar edildi. Hz. Ali ve ehl-i beyt’in çabaları ise yönetimin sırasıyla halifelikten saltanata sonra da ceberut zorba sistemlere evrilmesine engel olmaya yetmedi…

Hz. Ali’nin dehşetli siyasi ve silahlı muhaliflerinden olan Haricîler’e bir devlet başkanı tarafından tanınan söz ve düşünce hürriyetini ise şu zamane Müslümanlarımızın anlaması çok zor! İzin verilebilecek bir muhalefetin uç sınırlarını çizen Hz. Ali’nin şu tespit ve icraatından modern hukukun da faydalanması gerekir:

"Sizler, Allah’ın adını andığınız müddetçe mescitlerimize girebilirsiniz. Bizimle beraber durduğunuz müddetçe devletin gelirlerinden pay da alırsınız. Sözlü tepkilerinize de anlayış gösteririz…" Ne zaman ki Haricîler yol kesip adam öldürmeye başladılar o zaman Hz. Ali’nin kılıcını enselerinde hissettiler. Yoksa daha öncesinde Hz. Ali’ye "kâfir" diyecek kadar ileri giden özgür ve güçlü muhaliflerdi… Şu gerçek hakarete uğrayan İmam Ali’nin tutumuna bakın bir de eleştirilere tahammül edemeyip ha bire hakaret davaları açıp muhaliflerini cezalandıran günümüz ‘Reis’lerin tavırlarına bakın!

Demek ki İslâm’da şiddete bulaşmamak şartı ile muhalefetin alasını yapabilme hürriyeti vardır.

Günümüzün; siyasal muhalefeti işlevsiz bir meclise hapseden, koca toplumu biz ve diğerleri diye iki kategoriye indirgeyen, sosyal medya dışında farklılıklara nefes alacakları bir yer bırakmayan otoriter despotlarına daha nice örnek getirebilirim. Hakikat bu minvalde iken muhalifleri ötekileştiren, şeytanlaştırıp düşman kategorisine koyan İslamcı muhayyilenin Din’in temel referanslarıyla taban tabana çeliştiğinin farkına varması lazım. Cemaat, tarikat, STK, ve tüm sosyal gruplarıyla Müslüman toplumun da bir Ortaçağ yaklaşımı olan; işlerini bir idarecinin insafına bırakma saflığı ve beceriksizliğinden uzaklaşması, devlet dediğimiz koca örgütü şeffaflaştıracak, denetleyecek kurumsal bir muhalefeti örgütleyebilme feraset ve kararlılığı göstermesi lazım. Siyasal muhalefetin de bu sosyal gerçeklikten beslenmesi doğal olandır.

Artık özgür ve güçlü muhalefetin bir adalet unsuru dahası bir medeniyet kıstası sayıldığı günümüz dünyasında Türkiye, İran ve Suudi gibi İslamcı siyaset güttüklerini sanan saray düşkünü devletluların da aklını başına alıp geniş manada muhalefetin çıkış noktası denilebilecek Allah’ın farklılıkları yaratmasındaki espiriyi derin derin düşünüp ciddi bir özeleştiri vermesi gerekiyor.

Allah’ın ikinci ismi Rahman’dan da mı hiç ders almıyorsunuz? Bakınız! Kadını erkeğiyle, Kürd-Türk, Müslüman-Hristiyan-Yahudi, siyahı-beyazı, sağcısı solcusuyla tüm insanlık, Rahman’ın Güneşinden, su, hava ve toprağından, karasından denizinden hep beraber eşit olarak faydalanıyoruz. Rahman’ın baharında kaç çiçek olduğunu sayabildiniz mi? Bal fabrikası arılar, yumurta makinaları tavuklar, süt çeşmeleri olan inekler, keçi ve koyunlar bize rahmet hediyelerini sunarlarken de hiç bir ayırım gözetmezler..!

Kalmışsa bir medeniyet iddianız bunun farklılıklarla dahası muhaliflerle hukukta eşit, adîl bir ortak yaşama bağlı olduğunu unutmayalım. Sadece siyasal partilerin değil STK’ların ve hatta bireyin bile devlet karşısında güçlü olabilmesi lazım. İslâm devletinde bireyin silahsızlandırılması çok teşvik edilmez. Çünkü Din; söz, düşünce ve seyahat gibi temel özgürlükleri, ne olduğu belirsiz bir otoritenin insaf ve merhametine terk etmez. Güçlü hukuk güvencesinde aydın birey profilini yakaladığımızda ise silahın olup olmaması çok anlam ifade etmeyecektir.

(İnşaAllah haftaya bu konuya devam etmek üzere...)

Altın kural; İslâmda muhaliflere değil zalimlere düşmanlık vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi