Kürtçe: ‘Bilinmeyen dil’den, yasaklanan dile

Çözüm sürecine tekrar ne zaman dönülür, siyasi alanda ne gelişmeler yaşanır bilmiyoruz ama her ne yaşanırsa yaşansın Kürt dili ve edebiyatı ile Kürtçenin öğretimi konusunda çalışmalar yürüten bir örgütün varlığı Kürtler için hayati.

Nurcan KAYA

2010 yılında KCK ana davasının görüldüğü duruşmada sanıklardan biri Kürtçe savunma yapmaya başladığında, Kürtçe mahkeme tutanaklarına ‘bilinmeyen dil’ olarak geçirilmişti. Bir yandan Oslo görüşmeleri devam ederken, bir yandan binlerce Kürt siyasetçi, yerel yönetici, avukat ve aktivistin tutuklanıp yargılandığı bir dönemdi. Bir süre sonra da Oslo görüşmeleri sona ermişti zaten. Sanıkların iki yıl süren Kürtçe savunma yapma ısrarı sonucunda mevzuatta değişiklik yapılmış ve tercüman ücretinin sanık tarafından ödenmesi koşuluyla Türkçeden başka dillerde savunma yapılmasına olanak tanınmıştı. Her ne kadar Kürt siyasi hareketi ve kurumları o dönemde büyük bir cendereye sokulmuş olsalar da Kürt diliyle ilgili çalışmalar yürüten kurumlara ve Kürtçe yayın yapan kuruluşlara ciddi bir müdahale olmamıştı. Arkasından da bugün özlemle andığımız çözüm süreci başlamıştı.

KHK’lar ile yönetilen, evrensel hukuk standartlarını bırakın, Türkiye’deki iç hukukun dahi sistematik olarak ihlal edildiği şu dönemde ise Kürtçe ile ilgisi olan neredeyse tüm kurumlar kapatılmış durumda. Kürtçe yayın yapan televizyon kanalları; Kürtçe olarak yayımlanan Azadiya Welat gazetesi ve Tiroj dergisi; Kürt dili ve edebiyatı konusunda çalışmalar yürüten İstanbul Kürt Enstitüsü, Kurdi-Der, Ehmedê Xanî Dil Akademisi ve Kürt Yazarlar Birliği gibi sivil toplum örgütleri KHK’lar ile kapatıldı. Bunlar yetmezmiş gibi DBP belediyelerinin desteklediği Kürtçe eğitim veren 3 pilot ilkokul da aynı akıbete uğradı; müfredatı Kürtçe olan Zarokistanlar ve diğer kreş/anaokullar belediyelerin başına geçirilen kayyumlar tarafından Türkçe eğitim veren kurumlara ya da Kuran kurslarına dönüştürülmeye başlandı. Mardin Artuklu Üniversitesi’nden ihraç edilen akademisyenlerin bir kısmı Kürtçe ile ilgili çalışmalar yapan ve Yaşayan Diller Enstitüsü bünyesindeki Kürdoloji bölümünün bel kemiği olan kişilerdi. Bu kişilerin işten çıkarılmasıyla Kürdoloji bölümü büyük oranda işlevsiz hale getirilmiş oldu. Bir öğretmenin Kürtçe şarkı dinleyip halay çeken öğrencilerini şikayet etmesi üzerine öğrencilerin gözaltına alınması, bir etkinlikte polislerin Kürtçe şarkı olduğunu sanarak İspanyolca bir şarkının çalınmasını engellemeye çalışması, meselenin KHK’lar yoluyla kurulan baskının ötesine geçtiğini, kamusal hayatta da Kürtçenin kullanılmasına devlet memurları tarafından yapılan müdahalelerin arttığını gösterdi. Sonuçta ‘bilinmeyen dil’den, yayınlanması, araştırılması, öğretilmesi ve dinlenmesi neredeyse yasaklanan dile dönüşmüş oldu Kürtçe.

Bugün Kürtçeye yapılan baskılardan söz edilirken sıklıkla 90’lı yıllarda yaşananlarla kıyas yapılır, oysa siyasi konjonktür ve gelişmeler daha ziyade 2011-2012 dönemi ile benzerlikler gösteriyor. O dönemde Oslo görüşmelerinin bitmesini takiben Kürtlere karşı yürütülen siyasi ve hukuki operasyon büyütülerek sürdürülmüştü. Bugün de biten çözüm sürecinin faturası bir bakıma legal alanda çalışan kurumlara, kişilere çıkarılıyor; PKK ile mücadele Kürtleri topyekûn cezalandırma stratejisine dönüşüyor. Devletin legal Kürt kurumlarına, Kürt dili ve edebiyatı ile ilgili çalışmalar yürüten, Kürtçe eğitim veren kurumlara yaklaşımı, PKK ile mücadelenin seyrine ve çözüm sürecine dönülüp dönülmemesine göre şekil alacağa benziyor.

İstanbul Kürt Enstitüsü’nün kapatılma sürecinin detayları hakkında bilgi aldığım İstanbul Kürt Enstitüsü’nün Eşbaşkanı Sami Tan herkesin büyük bir hayal kırıklığı yaşamasına sebep olan gelişmeleri değerlendirmeye şu soruyla başlıyor: "2000 yılında Cumhurbaşkanlığı tarafından düzenlenen bir resepsiyona dahi davet edilen, kamu tarafından varlığı kabul gören, saygın bir kurum olan Enstitü nasıl oluyor da onca yıl sonra kapatılabiliyor?". 1992 yılında bir şirket olarak kurulan, 2006 yılında dernekleşen Enstitü, Kürt diliyle ilgili araştırmalar yapan, dilin öğretimiyle ilgili kitaplar ve sözlükler yayımlayan, dil kursları düzenleyen, dolayısıyla Kürtçenin yaşaması, gelişmesi ve öğretilmesi için elzem çalışmalar yürüten, hem de bütün bunları devletten hiç destek almadan gerçekleştiren bir örgüttü. Kapatılan diğer bazı kurumlarla benzer bir muamele gördü. 30 Aralık gecesi, herhangi bir bildirimde bulunulmadan ve Enstitü’den herhangi bir temsilci ya da avukat hazır bulunmazken ofisi basıldı, hard diskleri alındı, kapısı mühürlendi. Bir hafta sonra bir KHK ile kapatılan Enstitü’nün eşyaları bir ay sonra çeşitli okullara dağıtıldı. İlginç bir şekilde, kapatılan Enstitü’nün ofis olarak kullandığı daire hala kilitli. Daire sahibinin mülkünü kullanabilmek için yaptığı başvurular sonuçsuz kalmış.

Enstitü kapatılınca 10 yıldır devam eden dil kurslarına ve diğer çalışmalara son, daha doğrusu ara verilmiş. Yeni bir dernek kurmak için çalışmalar tamamlanmış ve 1 ay önce dernekler masasına bildirimde bulunulmuş. Mevzuata göre bildirimde bulunulmasıyla bir dernek kurulmuş sayılırken, dernekler masasından yetkililer derneğin tüzüğünün onaylanması gerektiğini, dahası, tüzüklerinde iki eksiklik olduğunu söylemiş. Dernek kurucuları, "Eksikliklerin ne olduğunu söyleyin, giderelim" demesine rağmen, bu eksikliklerin ne olduğu açıklanmamış. Sami Bey amaçlarının derneğin kuruluşunu geciktirmek ya da engellemek olduğunu, tüm bu gelişmelerin de zaten PKK ile mücadelenin bir parçası ve çözüm sürecinin bitmesi ile ilgili olduğunu düşünüyor. "Devlet bu şekilde PKK’ye bir nevi şantaj yapıyor. Silahları bırakmazsan hiçbir demokratik, siyasal, kültürel çalışma yürütülmesine izin vermem mesajı veriyor" diyor. Kürtlerin ve kurumlarının devletin elinde bir rehineye dönüştüğünü söyleyen Sami Bey, "Devletin sorunu PKK ile ama uyguladığı baskı bütün Kürt halkına. Öyle ki başka siyasi hareketlere yakınlığıyla bilinen kurumlar dahi kapatıldı. Bu şekilde Kürtleri döverek PKK ile hem mücadele hem diyalog yürütülüyor" diyor. Hükümetin söylemlerindeki bir çelişkiye de dikkat çekiyor Sami Bey: "Hükümet Kürt sorununu PKK ile değil, Kürtlerle çözeceğiz diyor ama Kürt kurumlarını kapatıyor. Bunu yaparak da yıllardır dillendirdiği, ‘Kürt Sorunu ayrı, PKK sorunu ayrı’ tezini çürütmüş oluyor."

Çözüm sürecine tekrar ne zaman dönülür, siyasi alanda ne gelişmeler yaşanır bilmiyoruz ama her ne yaşanırsa yaşansın Kürt dili ve edebiyatı ile Kürtçenin öğretimi konusunda çalışmalar yürüten bir örgütün varlığı Kürtler için hayati. İmkanı olan herkesin böyle bir kurumun kurulması için maddi ve/ya manevi katkıda bulunması gerekiyor. Yasaklanan meşru bir faaliyeti sürdürmek, kapısına kilit vurulan bir kurumu yeniden başka bir isimle de olsa açmak, direnmektir en nihayetinde.

"Benim elimden bir şey gelmez ki!" diyenlerse, en azından change.org’da devam eden, "İstanbul Kürt Enstitüsü yeniden açılsın" kampanyasına destek olabilirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi