Doğan Özgüden
Kürtler son sözü söyledi: 'Vox Populi, Vox Dei'
Geçen hafta Kürt Ulusu’nun Belçika’daki meydan savaşı üzerine yazımı bitirirken 40 yıllık mücadelenin, Belçika mahkemesinin takipsizlik kararının ve de Köln’de onbinlerin bir araya gelişinin Kürt direnişine vurulmak istenen «bir avuç terörist» damgasını nasıl geçersiz kıldığını vurgulamıştım.
25 Eylül 2017’de büyük Kürdistan’ın güney parçası Başûr’da yapılan ve Kürt Ulusu’nun bağımsızlık istemini onaylayan referandum sadece Ortadoğu’nun yerel sömürgeci Türkiye-Irak-İran ittifakının değil, bu üçlüyü kontrol altında tutmak için o ülkelerin müstebit yönetimlerine her türlü tavizi vermekte asla tereddüt etmeyen süper güçlerin tüm komplolarını ve entrikalarını boşa çıkartan bir şamar oldu.
Kürt Ulusu’nun özgürlüğe ve bağımsızlığa uzun yürüyüşü kolay değil. Katedilecek yol sayısız engellerle dolu, hem içeriden, hem dışarıdan.
Referandumun Kürt Ulusu’na sunduğu "bağımsızlık" seçeneğine ilkesel olarak kendi içinden karşı çıkan yok. Ama Barzani’nin referandumu örgütlenme yöntemi kendi partisi KDP dışındaki Kürt örgütlerinin büyük çoğunluğu tarafından sert biçimde eleştirildi.
Örneğin PKK yöneticilerinden Duran Kalkan, referandumun ertesinde Medya Haber TV’ye verdiği demeçte bir süre önce Ortadoğu’da örnek bir Kürt demokrasisi oluşturmak üzere tüm parçalardaki Kürtlerin katılımıyla bir Kürdistan Ulusal Kongresi yaratma çabalarının Barzani yönetimi tarafından engellendiğini anımsatarak şöyle diyor:
"Referandum bir statü belirlemesine değil, bir pazarlığa dönüştü. Aslında KDP’nin ekonomik-siyasi kazanç elde etmesine, yeniden seçim yapıp kazanmasına dönüştü. Yeniden iktidarı elde etme durumuna dönüştü. Demokratik bir duruş yok. Meclis işlemiyor, karar almıyor. Ulusal Kongre yok. Kürdistan’ın diğer parçaları işin içinde değil. Yarın bazı güçler çıkıp yeniden bir imha-inkar dayatabilirler. Nitekim İran, Irak, Türkiye birleşerek tehdit etti."
Aslında büyük Kürdistan’ın tüm parçalarındaki Kürtleri tek çatı altında bir araya getirme girişimi yeni de değildi. Geçen yazımda da anımsattığım gibi 1994’te sürgüne çıkan Kürt milletvekillerinin kurmuş olduğu Sürgünde Kürt Parlamentosu (SKP) aynı yıl sadece Türkiye’den değil, Irak, Suriye ve İran’dan gelmiş olan Kürt şahsiyetlerini de bir araya getirerek Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK)’yi kurmuştu.
O gün Özgür Politika’ya yazdığım bir yazıda Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ile Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK)’nin kuruluşu arasındaki paralelliğe dikkati çekmiş, tıpkı Nelson Mandela liderliğindeki ANC’nin ırkçılığın ve ayrımcılığın pençesindeki Güney Afrika’yı özgürlüğe kavuşturması gibi bu yeni Kürt oluşumunun da tüm Kürdistan’ı tüm parçalarda esaret pençesinden kurtarma misyonu ile yola çıktığını, kendisinin demokrat ya da barışsever olduğunu söyleyen herkesin bu mücadeleye destek vermesi gerektiğini vurgulamıştım.
Bölgedeki Kürt olmayan azınlıkların temsilcilerinin de yeraldığı, uzun süre Molla Mustafa Barzani’nin yurt dışı temsilciliğini yapmış olan ünlü Kürt aydını İsmet Şerif Vanlı’nın uzun yıllar başkanlığını üstlendiği bu kongre Avrupa’da. özellikle de Türk rejimiyle iyi ilişkiler içindeki Belçika’da, uğradığı tüm baskılara rağmen mücadelesini kararlılıkla yürüttü.
Suriye Kürtlerinin özerk Rojava’yı oluşturmasından sonra da Barzani’nin de ön planda olacağı temsil gücü yüksek bir Kürdistan Ulusal Kongresi kurulması için büyük özveriyle çalıştı.
Dört parçanın tüm Kürt partileri büyük umut bağladıkları bu oluşumun gerçekleşmesi için seferber olmuşken Barzani’nin çıkarttığı engeller yüzünden bu tarihsel girişim başarıya ulaşamadı.
Tayyip rejimiyle siyasal, ekonomik ve ticari ilişkileri nedeniyle on yıllarda popülaritesini adamakıllı kaybeden Barzani’nin tüm demokratik mekanizmaları işlemez hale getirdikten sonra bireysel bir kararla bağımsızlık referandumuna gitmesi ülkedeki diğer Kürt partilerinin ve demokratik örgütlerinin haklı tepkisine yolaçtı.
Ne var ki, uluslararası ve bölgesel tüm süper güçlerin engelleme çabalarına rağmen referandumun yapılması kaçınılmazlaşınca, Kürdistan Demokrat Partisi (KPD) dışındaki diğer Kürt partileri de büyük bir yurtseverlik örneği göstererek taraftarlarını referandumda bağımsızlık için oy kullanmaya çağırdılar.
Referandumun sonucu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden beri suni sınırlarla paramparça edilen, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin müstebit rejimleri tarafından aşağılanıp sömürülen Kürt Ulusu’nun yüz yıllık özgürlük ve bağımsızlık özleminin tarihsel bir zaferidir.
Bu aynızamanda ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkını en temel insan haklarından biri olarak tanıyan tüm barışsever ve demokratlar için de yaşamakta olduğumuz kapkaranlık dönemde bir umut ışığıdır.
Unutmayalım… Başur Kürtleri daha sandık başına gitmeden başta Türkiye, Irak ve İran olmak üzere bunların destekçisi süper güçler de referandumun Ortadoğu’da barış ve güvenliği tehlikeye atacağı yaygarasını başlattılar, tehdit üstüne tehditler savurdular.
Bu ne iki yüzlülüktür?
Bölgenin en eski ve yerleşik uluslarından birinin bağımlılık zincirlerini kırarak milletler camiasında kendi bayrağı ve kendi diliyle yeralmak istemesinden daha doğal ne olabilir?
Evet, milletler camiası dediğimiz Birleşmiş Milletler’de nüfusu sadece 50 bin’lerde olan Saint Kitts ve Nevis, sadece 30 bin’lerde olan Liechtenstein, Monako ve San Marino, sadece 20 bin’lerde olan Palau ve sadece 10 bin’lerde olan Tuvalu da eşit haklara sahip üye devletler…
Büyük Kürdistan’ın belki de kasaba ve köyleri kadar nüfusa sahip bu ülkeler Birleşmiş Milletler’de nüfusu milyarı aşan Çin ve Hindistan, nüfusu yüzlerce milyonu bulan ABD, Rusya, Japonya, Endonezya, Brezilya, Pakistan, Meksika gibi ülkelerle eşit söz ve oy hakkına sahip.
Ama toplam nüfusu dünyadaki diyasporalarıyla birlikte belki de 30-40 milyonu bulan Kürt Ulusu hâlâ dört ülkenin sömürgesi statüsünde.
Bir nebze hakkaniyet ve izan sahibi hiç kimse, eğer ırkçılık zehiri damarlarına zerkedilmemişse, bu utanç verici adaletsizlik karşısında sessiz kalamaz.
Aylardır itibar yükseltmek için "adalet" etiketli show’lar düzenleyen arslan sosyal demokrat Dersim’li Kılıçdaroğlu’nun da kalmaması gerek, ama tıpkı 14 Temmuz çakma darbesinin ardından Yenikapı ruhuna teslim olduğu gibi bugün de Tayyip’in "tezkere"cisi ve de Kürt bağımsızlığının amansız hasmı durumunda.
Teslimiyetin ortak gerekçesi: Bölgenin güvenliği!
El insaf… Suudi-Tayyip ortaklığının ürünü islamcı İŞİD terörüne karşı en özverili mücadeleyi verenler başta Rojava’nın yiğit Kürtleri ve de bugün lanet okunan bağımsızlıkçı Irak Kürt halkının peşmergeleri değil mi?
Bağımsızlık isteyen Irak Kürt halkına "bölge güvenliği" bahanesini ileri sürerek tehdit üstüne tehdit savuranlara dostumuz Recep Maraşlı facebook sayfasında gereken yanıtı ne kadar güzel verdi:
"Koskoca SSCB çöktü, dağıldı, içinden 10 tane bağımsız devlet çıktı... Yetmedi Varşova Paktı dağıldı, rejimler değişti... Duvar yıkıldı, Batı Almanya Doğu'yu ilhak etti. Çekler ve Slovaklar birbirinden ayrıldı. Yugoslavya dağıldı, içinden 7 tane bağımsız devlet çıktı... Dünyanın dirliği düzeni istikrarsızlığa uğramadı, güvenliği tehlikeye girmedi...
"Ama 5 milyon Kürt kendi geleceklerine kendileri karar vermek için sandığa giderse bölgede istikrarsızlık olurmuş, dünyanın düzeni bozulurmuş!...
"Tam 22 tane Arap devleti var. Ortadoğu'da istikrarsızlık olmuyor, düzen bozulmuyor ama bölgenin en eski ve yerleşik halklarından Kürtlerin bir tane devleti olursa, aman ha istikrarsızlık olur, dünya barışı bozulurmuş...
"Zaten dünyanın en istikrarlı, huzurlu, sakin bölgesi de Ortadoğu ya... Hadi canım sen de!"
Sözün özü:
Referandumun organizasyonundaki aykırılıklar ne olursa olsun sonuç itibariyle Güney Kürdistan halkı yüzyıllık özlemini hiç tartışma ve itiraz götürmeyecek şekilde oraya koymuştur: Bağımsızlık.
Kürdistan’ın diğer parçalarındaki halk da bu sonucu büyük coşkuyla karşılamıştır.
Başûr’un iradesi bundan böyle Suriye’deki Rojava’nın da, İran’daki Rojhilat’ın da, Türkiye’deki Bakur’un da iradesidir.
Bu iradeyi ortaya koyan Kürt halkına karşı bugün başta Kürdistan’ı sömürgeleştirmiş bölgesel güçler ve onlarla şu ya da bu şekilde çıkar bağları olan süper güçler misli görülmemiş bir inkar ve imha seferberliği içindedir.
Tayyip insanlık dışı bir şantajla "Ekmek bile bulamayacaklar" diye böğürmekte. AKP’si, MHP’si ve de Kılıçdaroğlu’nun CHP’siyle birlikte Kürt halkına karşı kin ve intikam kusmakta, bir zamanlar partisine Kürt seçmenlerin oylarını alabilmek için sol adına Öcalan’la çiçek teatisinde bulunan birisinin yeni milliyetçi partisi "Çözüm askeri harekat" manşetleriyle yangına körükle gitmektedir.
Bu insanlık dışı saldırılara karşı kendisini son anayasa referandumunda oluşan "Hayır" cephesinde gören tüm örgüt ve kişileri yeni ve de zorlu bir görev bekliyor.
Tarihin en mağdur ulusu Kürtler artık herkesten açık ve net bir yanıt bekliyor.
Onlar "Vox Populi, Vox Dei" dediler, kararlılıklarını inkar kabul etmez biçimde kanıtladılar.
AKP-CHP-MHP militarist triumvirasının dümensuyunda sürüklenmeye devam edenler artık demokratlıktan, barışseverlikten söz etmesin.
Bağımsızlık istemini kuşku götürmeyecek şekilde ortaya koymuş olan Güney Kürdistan halkıyla sonuna kadar dayanışma, kendine "barışseverim", "demokratım" diyen herkesin görevidir.