Luiz Inacio Lula da Kılıçdaroğlu?

Topu topu dört yıl görevde kalabilmiş bir yarı-meczup, karanlık Bolsonaro ile yirmi yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan arasında kurulacak koşutluklar ancak bir yere kadar.

Yanlış şekiller üzerinde dahi doğru akıl yürütmek gerekir. Bize Fransız matematik hocalarımız böyle öğretmişti. Brezilya seçimlerine bu gözle bakmaya çalışalım. Ve basit ansiklopedik bilgileri ihmal etmeyelim: Brezilya’nın nüfusu 216 milyonun üzerinde ve yüzölçümü 8.5 milyon kilometrekareden büyük (yani neredeyse nüfusun bu devasa yüzölçümüne dağılımı hiç benzemese ve çift değil tek okyanus kıyısı olsa da ABD’ye denk: 9.8 milyon kilometrekare).

Yine bizden farklı olarak Brezilya’nın iki kamaralı/meclisli başkanlık ve federal yönetsel yapısı da ABD’ye benzer. Anayasa Mahkemesi’nin durumu ve yargı bağımsızlığı alanlarında da, medyanın semirtilme hortumlarının devlete bağlılığı yönlerinden de ülkemizden ayrışıyor. Yolsuzluk çamur havuzunun derinliği ve genişliğindeyse benzeşiyor. Askeri yönetimler deneyimi bakımından da.

Seda Demiralp, Brezilya’da muhalefet seçim ittifakının “Temmuz ayında, o günkü anketlerde Bolsonaro’nun 15 puan ilerisinde görünen Lula da Silva’yı (doğumu 1945 – 77 yaşında) adayları olarak ilan ettiklerini anımsatıyor. Ekim sonundaki foto-finişte ise o fark yüzde 1’in altına (2 milyon oy) inmişti. Henüz bir ay önceki ilk turdaki yüzde 5’lik fark bile kapanmış, neredeyse yok olmuştu. “Anketler ve gerçekler” babında bunu aklımızda tutalım.

Türkiye örneğinde sürprizin “tersten” gerçekleşebileceğini de, “ham hayal” veya “aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş” durumlarına düşmeden öngörelim. Ayrıca Brezilya’da başkanlık görev süresi dört yıl ve aynı kişi ancak iki kez üst üste seçilme hakkına sahip. Demek istediğim topu topu dört yıl görevde kalabilmiş bir yarı-meczup, karanlık Bolsonaro ile yirmi yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan arasında kurulacak koşutluklar ancak bir yere kadar.

“Tarih önce trajedi, sonra maskaralık olarak tekrar eder” diye ezberledik. Bu bağlamda eski Lula ile hapisten çıkan Lula’nın aynı Lula olmadığını, “yeni Lula ilkinin maskarası” demesek de bilelim. Lula, 2003-2010 arasındaki ilk başkanlığının ardından yerini kendi belirlediği veliahtı olarak, askeri yönetim döneminde işkenceden geçmiş Dilma Rousseff’e bırakmıştı. 2018 Nisan ayında hapse girip 580 gün yatmış, Anayasa Mahkemesi önce serbest kalmasını ardından tüm siyasal haklarını geri almasını sağlamıştı.

Lula, 1980’de kurucuları arasında yer aldığı İşçi Partisi’ni ülkesinin önde gelen siyasal gücüne dönüştürmeyi bilmişti. Başkanlık seçimini üç kere (1989, 1994, 1998) yarışıp kaybetmişti. Okumayı ancak 10 yaşında öğrenen Lula, 12 yaşında öğrenimi bırakmak zorunda kalıp ayakkabı boyacılığından, fabrika işçiliğine hep emekçi olmuş, bir bakıma asıl eğitimini ve “masabaşı” yönetim deneyimini sendikacılıktan edinmişti. Başka deyişle (1986-1990 arasındaki tek dönem milletvekilliğini saymazsak) dümenine geçinceye dek Lula, devletin hep dışında hatta karşısında olmuş, sivil mi sivil bir kişilik. Bu “sivillik” işine, kurulu düzenin dışından gelmeye de bir mim koyalım.

Lula’nın başarılı serüveninden çıkarılacak başka bazı dersler bence şunlar: Siyaseti kazanmak için yapmak ve kazanmak için değişmeyi bilmek. Yanlışlardan ders çıkarmak. Dönüşen topluma ve sorunlara doğru değişikliklerle sürekli yeni yanıtlar geliştirmek. Donup, yerinde çakılı, sabit kalmayı marifet saymamak. Katı ideolojik saplantılardan arınmak. Ödünler vermeyi, uzlaşmayı, işi omurgasızlığa ve özüne ihanete vardırmadan, “herkes olayım derken hiç kimseye dönüşmeden” becerebilmek.

O açıdan Lula’nın başkan yardımcısı adayı olarak kampanyasına kattığı Geraldo Alckmin (doğumu 1952 -70 yaşında) tercihi de önemli. Alckmin, eski Sao Paulo eyalet valisi (dört dönem) ve Sosyal Demokrat Parti’den 2006’da yine Lula’ya karşı yarışı ikinci turda kaybetmiş başkan adayı. 2018 seçimi başkan adaylığında küçük devlet ve düşük vergi öneren politikaları savunmuş, iş ve finans çevrelerine yakın merkezci bir siyasal kişilik.

Şimdi Brezilya’ya takoz fren koyup, kendi çevremizde fırıldanarak yurda dönelim. Bana göre burada Altılı Masa’nın yapabileceği ve yapması gereken iki iş yalnızca ortak aday üzerinde ve seçim güvenliği konusunda, açık veya örtük Emek ve Özgürlük İttifakı’nı da işin içine katarak, uzlaşmak. Ardından milletvekili seçiminde de karşılıklı al-verler, üçgenler kurarak bileşenlerin birbirleri lehine yarıştan çekilerek, TBMM’de 360’a en yakın sandalye sayısını hedeflemesi.

Ortak hükümet programı, koalisyon protokolü, vizyon belgesi, cumhurbaşkanı yardımcılıklarının, bakanlıkların, sayıları bini aşan üst düzey bürokratların yerine kimlerin atanacağı gibi konularsa ancak seçim kantarında tartıldıktan sonra ilgilenilebilecek işler. Arabayı atın önüne koşmamalı. “Aday değil program önemli” yahut “seçilse de yetkilerini kullanmayacak başkan adayı” gibi fantezileri bir yana bırakmalı.

Seçilecek başkan adayı hangi güvenceleri yemin billah ederek, noter tasdikli verse de bu sistemde “saray” ekibi bakanlar denli önemli olacak. Ayrıca, örnekse Merkez Bankası’nı yeniden bağımsız kılmak denli MİT ve Genelkurmay gibi kurumların başına (dolayısıyla Milli Savunma Bakanlığı’na) kimlerin atanacağı bugünden zihinleri kurcalamalı. Küçümsemek için değil sözgelimi örnek veriyorum KGM, OGM vb. elbet bulunur da liyakatten vesayet anlaşılmıyorsa işin bu tarafı bizim burada daha ön planda olmalı.

Günümüzde diplomasi giderek “bir numaralar” arasında yürütülür oldu. Ancak ülkemizde dış politikanın “başkanın dış ilişkileri” dar kapsamından çıkarılması zorunlu. Ulusal çıkarların, kısıtlı kaynakları en etkin biçimde kullanarak gözetilmesi gerek. Ulusal çıkarlar da taşa kazılı değil. Bunlar, başkan ve ekibi tarafından akılcı biçimde belirlenmeli. Yüzü Batı’ya dönük organik kimlik ve yönelimle kavgalı olunmamalı. ”Güvenlik ve özgürlük dengesi” safsatası gibi, ulusal güvenlik deyince dış politika rafa kaldırılmamalı. Lula, “Brezilya geri döndü, Brezilya artık parya olmayacak” mesajlarıyla klavyede bu tuşlara da basmış oldu. Niyeti o değilse de, buraya da seslendi.

Biraz daha karşılaştıralım: Bizde milletvekili seçimi tek tur, başkanlık iki tur ve iki seçimin arası onbeş gün. Brezilya’daysa değindiğim üzere o süre (2 Ekim-30 Ekim) bir ay. Orada milletvekillerinin yanı sıra eyalet valileri de seçiliyor. Seçime yüzde 80’e varan katılımsa bizi andırıyor. Fransa’daysa bizdekinin tersine, o da iki turlu olan parlamento seçimleri başkanlık seçiminden bir ay sonra yapılıyor: Bu yıl 10-24 Nisan ve 12-19 Haziran’dı. Kriptik kaçıyor ama özetle: Matarella (İtalya cumhurbaşkanı) olmaya özenirken, önce Macron olabilmek gerek.

Son olarak, yay gibi kavis çizen kaşlarla “sen yoksa mehdi mi bekliyorsun?!” diyerek bizde eleştiri olarak söyleniyor da, özellikle gelişmekte olan veya az gelişmiş demokrasilerde ve hele başkanlık sistemi de varsa adayın “nebevi” bir çekiciliği olması, umudu bedeninde cisimleştirmesi, anlatacak siyasal mücadele öyküsünün bulunması da önemli: Seçmenin önüne gelecek güzel günleri koyabilmek denli, o seçmeni kendi ardında toparlayıp, sürükleyebilmek. Ter içinde gömleği sırtına, seyrelmiş saçları kafasına yapışmış, sesi çatallanmış Lula bunu başardı. Hapisten çıktı, geldi yine başkanlık koltuğuna oturdu.

*Madem Macaristan öğretici, Brezilya esin verici oldu şimdi İsrail ve hemen ardından ABD seçimleri var önümüzde. Hazır bir kez olsun gözlerimizi kendi göbek deliklerimizden kaldırıp, yerküreye çevirmişken birlikte izleyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi