Enver Topaloğlu
Mehmet Yaşın’dan ‘Eeen Güzel Şey’
Türkiye haritasının dışında bir yerde doğup, orada yaşayıp şairliğini modern Türkçe şiirin içinde inşa etmiş bir isim olarak örnek arandığında ilk akla gelenlerden biri Mehmet Yaşın olur.
Modern Türkçe şiirde çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu dil gibi kavramların işaret ettiği konuların sorunsallaştırıldığı bir poetika oluşturan şair denildiğinde de oklar onu gösterir.
Kıbrıs 1958 doğumlu Mehmet Yaşın, yetmişli yıllarda şiire başlar. Türkiye'de ilk şiiri 1979’da Sanat Emeği dergisinde yayımlanır. Şair olarak adını geniş şiir çevrelerinde duyulmasını sağlayan, 1984’te Yeni Türkü yayımlarından çıkan “Sevgilim Ölü Asker” kitabı olur. Kitap, Onikeylülün faşist cuntasının hışmına uğrar ve 1986’da toplatılır.
Yaşın’ın İthaki yayınlarından çıkan yeni kitabı “Eeen Güzel Şey”den önce Türkçede yayımlanmış diğer şiir kitapları şunlar: “Işık-Merdiven” (1986), “Pathos” (1990), “Sözverici Koltuğu” (1993), “Hayal Tamiri” (1998), “Adı Kayıplar Listesinde” (2002), “Turuncu Kuş” (2007), “Kalbi Durmuş Zamanda” (2009), “Evden Kaçan Çocuk” (2013) ve Ümit Ünal’ın desenleriyle “Abuk” (2017).
ON BİRİNCİ KİTAP
Mehmet Yaşın’ın on birinci kitabı “Eeen Güzel Şey” numaralandırılmış beş bölümden oluşuyor. Şairin, bilinen poetikasını bilenler için hatırlatan, bilmeyenler için de açıklayıcı nitelikteki kitabın “Self Destructive” başlıklı
ilk şiirinden bir bölüm okuyalım:
Alla’aşkına self-destructive’in Türkçesi ne?
Bu soru baştan self-destructive Türkçenin şairiysek eğer.
Hmmm, kendine-zarar-vermek’miş! Yok canıım.
Belki hakikisine benzer diye
sözcükler arasına tire de koydum, olmadı.
Haa, öz-yıkımcı diyor Google, kendini-yıkıcı, yook değil.
Bir defa fay hattının hep aynı yerden kırılması bu.
7+ Richter ölçeğindeki depremin enkazından
kim sağ çıkabilir ki? Ölemez de kolay kolay.
Bulunamayan sözcüklerin ağırlığı altında, ses edemeden
ölüp ölüp dirilmek gibi bi’şey bu...
Lütfen birisi söyleyebilir mi, Türkçesi ne
şu lanet self-destructive’in? Tam karşılığını bulsam
şiir yazaca’ım, hayatımı özetleyen.
Hani şairler Bütün Eserleri’nin başına koyarlar ya öyle
efen’m, Alfa ile Omega arasında
neleeer olmuşmuşş... Benimkisi self-destructive,
hem de her konuda. Hepsi, evet hepsi
babamın suçu. Annem de masum sayılmaz elbet.
Şair kitabını “Eeen Güzel Şey” olarak adlandırmış. Bu adlandırmanın ilk akla getirdiği, şiir oluyor. Şairin başına gelen “en güzel şey”in şiir olduğunu söylemesinde bir tuhaflık yok elbette. Ama yine de üzerinde durulmaya ve düşünmeye değer. Şiir gerçekten başa gelen “en güzel şey” midir? Neticede evet denilebilir ama yine de bir durup düşündükten sonra karşılık verilmesi gereken bir soru. Kitapta ayrıca “Başıma Gelen Eeen Güzel Şey” başlıklı bir şiirin yer alması, çağrışım aralığını daha da genişletiyor. Adı geçen şiiri, şairin kızı için yazmış olduğunu kaydedelim. Ya da şöyle söyleyelim: Adı geçen şiir, şairin kızına on beşinci yaş günü hediyesi. Şiirde, şair “başına gelmeyecekleri” sayıyor ve sonunda başına gelen “en güzel şeyi” söylüyor. Şiirden bir bölüm okuyalım:
Bir ülkem olmay’cak
onlarla ortak hissedeceğim bir toplum,
bu benim başıma gelmeyecek.
Bir barışım olmay’cak
ohh bitti şu aptal dövüşü diyeceğim gün,
bu benim başıma gelmeyecek.
Bir şiirdaşım da olmay’cak
dilimin altındaki suskun dilleri duyan,
benim başıma gelmeyecek bu.
Bir cankurtaranım olmay’cak
hiç değilse kitaplarımı yaşatmak için,
bu da gelmeyecek benim başıma.
Bir güvencem olmay’cak
şu ayı da atlatsak kaygısından uzak,
bu benim başıma gelmeyecek.
Bir sevgilim olmay’cak
öylesine tutkulu bir aşktan ve sonsuz,
bu benim başıma gelmeyecek.
Bir kızım var benim, yaşı bu sabah on beş
başıma gelmiş eeen güzel şey,
başka da birşeyim yok — Olmasın.
ÖTEKİNİN ÇOĞUL SESİ
Mehmet Yaşın, başından beri programatik bir şiir yazmakta. Üvey anadil, merkez-çevre kuramı ve azınlık edebiyatı gibi kavramlar üzerinden inşa edilmiş poetik programının yapı taşlarını çoklu kültür, çoklu kimlik, elbette çoklu dille ilgili meseleler oluşturur. Kısaca poetik olarak benimsediği kozmopolit şiir anlayışını uyguluyor denilebilir. Ancak bunun şairin kişisel yaşantısından ve deneyiminden kaynaklandığını da ekleyelim.
Yaşın’ın anlatısında bireysel olanın bireysel olarak kalmadığını da kaydetmek gerekir. Daha doğrusu Mehmet Yaşın, bireysel olanı toplumsal, tarihsel, kültürel, siyasal bir mesele haline getiriyor. Üstelik bunu bireysel anlatının odağından uzaklaşmadan, “kendi merkezi”nde kalarak gerçekleştiriyor.
Mehmet Yaşın’ın şiirlerinin bir özelliği de şiir öznesinin ötekileştirilmeye itiraz eden bir öteki olması. Şairin şiirleri kendisini öyle algıladığını, öyle ifade ettiğini örneklendiriyor. “Bahçe Makası” başlıklı şiirden bir bölüm aktarıyoruz:
Kız babası
şair bir arkadaşım ele geçirmiş gülü, eeen kırmızı gülü.
Birbirinden güzel şiirler gönderiyor... Birden
farkettim ki anne-babasının ölümünü bekliyormuş
asıl yazacağı bercesteler. Birikip
birikip de aile gaile barajının seti tarafından alıkonmuş
akarsuuu... Betonu yıkmış taşıyor
taptaze sözcüklerle bize. Kırmızı bir gül
taşıyarak kalbinin yerinde... Ah gül!
Keşke erişebilsek sendeki mükemmel güzelliğin gizlerine
de gülrizlere karışsak dizeee dize.
Mehmet Yaşın’ın şiir öznesi ötekidir, azınlıklar tarafındandır. Ötekiliğin monist, tekli yapısı içinde sıkışıp kalmış da değildir. Sınır aşırı ya da sınırlarüstüdür. Çoklu kültür, çoklu dil aidiyetiyle dikkat çeken bir özne söz konusudur. Dolayısıyla sesi de, sözü de öyledir. Kaldı ki onun şiirlerinde monist olan her şey hedeftedir ve tartışmaya açılır. Alıntıladığımız betik “Çocukluk Arkadaşları” başlıklı şiirden:
Askıda boks torbası vardı çocukluk arkadaşlarımın
erkek olabilmek’çin yumrukladıkları.
Turunculu sarılı tuhaf bir kuş, havada asılı,
ağııır ağır sallandıkça günışığında kendi başına parlardı...
...Derken en beklenmedik yerden inerdi
bir left straight punch right straight punch punch left right straight.
İşin aslında tek yanlı bir antrenman ilişkisiydi bu,
çocukluk arkadaşı yoktu boks torbasının.
TÜRKÇEM BENİM ÜVEY ANADİLİM
Şair Türkçeyi üvey anadili olarak kabul ettiğini belirtmiştir. Buradaki tavrı da çoğul kültürlülükle ilgilidir. Öte yandan şairin öz anadili olarak “İstanbul Türkçesi”ni benimsediğini de belirtelim. Ancak bu durumda şu soruyu sormadan geçemeyeceğiz. İstanbul Türkçesi, ama hangi İstanbul Türkçesi?..
Bir Ziya Gökalp’in “Lisani Türkçülüğün Umdeleri” başlıklı yazısında idealize ettiği İstanbul Türkçesi var. Gökalp’e göre bu, İstanbul halkının, ama bilhassa “İstanbullu hanımların konuştuğu Türkçe”dir.
Asıl, “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyasından önce sokakta, kamusal alanda müşterek dil olarak kullanılan kozmopolit İstanbul’un İstanbul Türkçesi var. Bir de kırsaldan yoğun göçün başladığı dönemden itibaren gelişen ve bugünkü İstanbul’un sokaklarına egemen olmuş “çok ağızlı” başka bir İstanbul Türkçesi var. Yok mu? İstanbul hiçbir zaman tek değil. Yani bir tane İstanbul yok. Bugün içinse çok daha açık biçimde saptanan bir olgudur bu. Tüm bunları dikkate aldığımızda yerini bulan bir sorudur hangi İstanbul sorusu.
Zeki Müren’in yazı diline örnek oluşturan Türkçesinin aslında sadece radyo spikerlerince konuşulduğu ve Yeşilçam filmlerinde kullanıldığını da kaydetmek gerekir. Kaldı ki benimsenen yazı dili de iddia edildiği gibi İstanbul Türkçesi değildir. Ayrıca bırakalım yüz yılı, elli yılın yazı diliyle günümüzün yazı dili bile farklıdır.
“İstanbul ağzı” yazıya en yakın Türkçe olarak görüldüğü için model alınmıştır. Ama birebir aynı değildir, olmamıştır olamamıştır. Nüanslar göz ardı edilmemeli diye düşünüyoruz.
Mehmet Yaşın’ın kozmopolit şiir dili aynı zamanda dile ilişkin bu sorunları ve soruları da kuşatıyor. Yaşın’ın çoğulculuk, çoklu kültür, çoklu kimlik gibi konuların modern Türkçe şiirde sorunsallaştırılması; hem kuramsal, hem de şiirlerle gündeme getirilmesi bakımından, seksenlerin sonundan itibaren önemli bir çaba sarf ettiğini de kaydedelim.
Her şair için geçerlidir. Şairin geliştirdiği poetika göz ardı edilerek şiirlerinin idrak edilmesi zordur. Ancak bazı şairlerin poetikaları zaman içinde değişime uğrayabilir. Her kitabında şair, poetikasını gözden geçirip değişikliğe gitmiş olabilir. İlhan Berk örneğin. Onun tek poetikası değiştirmek, geliştirmek, dönüştürmek olmuştur denilebilir. Tersini gerçekleştirenler de vardır. Mehmet yaşın için güncelliği öncelemiştir. Onun için hem elli yıla yakın süredir benimsediği poetik programı uyguluyor hem de güncellikten kopmuyor diyebiliriz.
Kitabın dördüncü bölümünde yer alan “Sarılma Yastığı” başlıklı şiirden bir bölüm paylaşalım:
Daha iyi hissedeceğ’ni umarak verdiğin armağan
ağlama-yastığına dönüştü hıçkırıklarıyla —
Çırpınsın istediği kadar, gö-tü-rü-le-cek!
Söke söküle l e s u c c è s ’dir çünkü parola sevgi yerine
daha yüksek mevki, daha büyük güç, daha çok para —
“Çocukluk yarası hiç açılmamışçasına kapanır sanıyorlar
ayrılığın keskin pergel izi varken kollarında
sol omzundan sağ bileğ’ne dek, bakıyor görmüyorlar”,
demiştin ya sen, görmüyor bile değil: Umursamıyorlar
benim isteğimi, zengin İngilizlerin kız okulunda yatılı
mutsuz olacağım yere zorla götürüyorlar,
umursamıyorlar beni ağladı ağladı ağladı
sarılma-yastığı yaparak seni.
YAŞADIĞINI YAZMAK
Yücel Kayıran, Radikal Kitap’ta (14 Kasım 2014) yayımlanan “Değil-Persona’nın Şiiri” başlıklı yazısında, “adada, cumhuriyet Türkiyesinde yazılan şiiri model alan eğilimin Yaşın’la sona erdiğini” belirterek şunları kaydediyor: “Yaşın, kendi şiirini kurarken denilebilir ki ‘anavatana’ ve ‘anavatanda’ yazılana değil, kendi tanık olduğu yaşama bakmış ve o yaşamın diline kulak vermiştir.”
Aktaracağımız son alıntı, “Yaz Tatili Ol Hayatımda” başlıklı şiirden:
eğlenceli bir Netflix filmi için altyazı ol
sahi, ayak masajım da ol
ne zaman istersem zoom yapacağım
istemezsem ne zoom ne mum ol
“Huysuz ve Tatlı Kadın” şarkısını söyleyen ol
aperatif votkaya sıkılmış limon
atıştırmalık kuruyemiş ol...
“Pekâlâ” dedi Mehmet, “sen nasıl istersen!”
Üstelik ciddiydi şaka sanırken herkes.
“Yaşın, yurtsuzluğun/yurtsuzlaşmanın, çoğul kültürlülüğün ve melezliğin şiirini yazıyor. Bu yüzden Türk edebiyatında son yıllarda daha da marazileşen milliyetçi/yerlici eğilimin tepkisini çektiydi” tespitinden sonra şöyle devam ediyor Orhan Koçak, şairin 2002’de yayımlanan “Adı Kayıplar Listesinde” adlı kitabı Virgül dergisinde tanıttığı yazısında: “Yaşın’ın 80’lerden sonra daha da koyulaşıp vişne reçeline benzeyen ruhsalcı içselci eğilime hiç mi hiç yakınlık duymadığı belli oluyor. Yaşın’ın şiirlerinde beliren tin, toplumsal süreçlerin ürünü olduğunu saklamayan, kendini bu süreçler içindeki negativizmiyle var eden bir tin.”
Bir şiirinde “çocukluk evini kaybetmemek için yazdığını” ifade eden “müzmin azınlık” ya da çoğunluk olmayı değil, azınlık olarak varlığının, haklarının tanınmasını talep eden, kozmopolit, “sınırlarüstü” şairin şiirlerini bir araya getiren “Eeen Güzel Şey” dikkate değer bir kitap.
Mehmet Yaşın’ı, onun şiir eğilimini, şair duruşunu güncelleyerek teyit eden bir kitap da diyebiliriz.
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.