Enver Topaloğlu
Neden ya da niçin şiir okumalıyız - 10
“Yazmasam çıldıracaktım” diyor ya Sait Faik. Usta öykücünün, aslında okuduklarını yazdığını bir kez de biz işaret edelim. Şunu da ekleyelim: Sait Faik’in satır satır okuduğu başucu kitabı İstanbul’dur. İstanbul sokaklarını, o sokaklardaki hayatı okuyup yazıya geçirmiştir. İstanbul’u kitap gibi okuyup yazıya geçiren bir başka ünlü isim de Yahya Kemal değil midir? O da İstanbul’u mısralara, beyitlere çevirip okumuş, daha sonra da okuduklarını yazıya, yani şiire aktarmamış mıdır? Yahya Kemal’in yazı aracı şiirdir. Sait Faik’inse öykü olmuştur. Hem de cebinden İkinciyeni’nin çıktığı bir dil ve anlatıyla…
YAZMANIN OKULU OKUMAKTIR
Sait Faik’in sözünden mülhem “okumasam delirecektim” diyenler de var mıdır? Bu soru üzerinde düşünmek gereksiz. Neden gereksiz? Tanık olmuşuzdur. Yok olmamışsak bile bu iddiaya itiraz etmeyiz, edemeyiz. Çünkü tutkuyla okumanın ne demek olduğunu da okuma tutkunlarını da biliriz. Ayrıca biliriz ki kitap sayfalarını çeviren ellerin, parmakların sahiplerinin dünyanın dönüşünde, hayatın gidişinde okuyarak biçimlenmiş duygularının, düşüncelerinin, herkesten daha çok payı vardır. Öyleyse şu da söylenebilir: Dünyayı şekillendiren, hayatı yönlendiren aklın, duygunun, düşlerin kışkırtılmasında şiir okumanın da önemli bir yeri vardır. Kısaca söyleyelim: Yazmak bir eğitim işidir. Okumanın okulunda alınan bir eğitim.
Bu defa sorumuzu, şair ve ağırlıklı olarak şiir kitapları yayımlayan Mühür yayınlarının sahibi yöneticisi Berna Olgaç’a yönelttik.
İLK ŞİİR KİTABI 2006’DA
Berna Olgaç, 1975 İstanbul’da doğumlu. Şiir yolculuğu 2000’li yılların başında başlayan Olgaç’ın birçok dergide şiirleri yayımlandı. İlk şiir kitabı “Ben-Siz ve Öteki” 2006’da, “Hiç ve Her Şey” 2009’da, “Duman” 2012’de ve “Soğuk Mermer” 2019’da okurla buluştu. Berna Olgaç’ın yayımlanmış çok sayıda çocuk kitabı da bulunuyor: “Bay Küçük Ressam” (2014), “Krem Şanti ile Bayan Marmelat” (2015), “Sütlü Çikolata Fındıklı Kurabiye” (2016), “Beni Duyan Yok muuu?” (2017), “Düş Koleksiyonu” (2017), “Canavarlar Hayalde Yaşar” (2017), “Garaj Kedisi Sıdıka” (2018), “Eyvah Yine mi Terlik?” (2019), “Sevgili Dodo” (2021), “Eyvah Yine mi Terlik – 2” (2021) ve “Bal Kavanozu” (2021).
“Sana iyi geliyorum”
Olgaç’ın şiirlerinden bir örnek, “Sana İyi Geliyorum”u paylaşıyoruz:
I/
Zamanın kamburuna asılıydı telaşım
teninden geçen hangi kokunun imgesiysem
ruhumun yasaklara kapalı yerlerinden açıldım
yolları kavuşmaya bağlamak ağrısı içinde…
Meğer hiç yaşamamışım…
Öteki yüzümün varlığına çekilince anladım
ne çok kül artığı ne çok bedeliydim pişmanlığın
şimdi oturmuş uzun kesikler çiziyorum ellerime
yazdıkça dinmiyor sızısı
sustukça büyüyor duvardaki delik
durmuş saatin söyleniyor tik takları ileri geri
kusurlarımdan daha gerçek değil hayatım
tamamlanmayı beklediğim bir eksiklikte
yok oluyorsam beni düşürenin önemi yok o trenden
çıkmak istiyor muyum battığım yerden?
duymak istediğin buysa
kirlenmeye diş geçirebildiğim an
sana iyi geliyorum…
Sevgili Berna Olgaç şair olmanın yanı sıra şiir kitaplarına ağırlık veren Mühür Yayınevi’nin sahibisiniz ve yayın yönetmenliğini de siz yürütüyorsunuz. Şair ve yayıncı olarak yanıtlamanız için sorumuzu size de yöneltiyoruz: Neden ya da niçin şiir okumalıyız? Neler söyleyeceksiniz…
Öncelikle bana da söz hakkı verdiğiniz için teşekkür ederim. Nedenler içinde yazmak ve okumak… Yazmak eylemi, düşünce yolculuğumun, sıkışmışlık halimin, beni rahatsız edenin, neyi neden anlamadığımın duygusuyla beni bazen karanlık, bazen ışıklı bazen çıkmaz yollarında gezdirse de bu uzun soluklu yolculuğun macerası ve heyecanı beni iyiden iyiye içine çekmeyi başarmıştı. Peki dilimizin incelikleriyle bezenecek olan serüveni aklımın sınırlarında mı yaşayacaktım? Bu sıkıntılı halimin bilinçdışıyla bir mesaisi olacak mıydı? Bir kitabın çalar saat özelliği gibi yazdıklarımla insanı uyandıran yanına eşlik edebilecek miydim? Hangi duygu ve düşünceyi kendi aynamdan bakarak zihnimden çıkacak bir yolculuğa hazır edebilirdim?
GÖRÜNENİN ARDINDAKİ GÜZELLİĞE DİKKAT ETMEK
Üstelik her kavramın paketlenmiş güzellikler içinde sunulmuş vitrini varken. Kavramlara yüklenen anlamları gözden geçirerek görünenin ardındaki derinliğe dikkat çekebilecek miydim? Aklımda bu delice soruların yanıtını, yazmaya başladığım günden beri bilmiyorum, ama yazan kişi olarak yazmanın hayatımdaki boşlukları tamamlayan en büyük ihtiyacım olduğunu biliyorum. Sanatsal arayışların sonsuzluğu içinde değişip dönüşerek ve farklı disiplinlerden beslenerek elbette… Peki ne türde yazmalıyım sorusuna vereceğim cevabım ne olabilirdi? Pekâlâ hikâye, roman, deneme, şiir diyebilirdim. Ancak türe takılmadan asıl olan metindir mantığından yola çıkarak işi akışına bırakmıştım.
ÇAĞINA TANIKLIK
Önceliğim olan kâğıdın ve kalemin büyüsüyle iç dünyama açılan kapının anahtarı beni bu sonsuzluğa buyur edecek miydi? Yoksa bir misafir gibi gelen kısa vadeli bir ziyaretin hazin sonuyla ümit kırıcılığını mı yaşatacaktı bana? Böyle bir durumda yine biricik etkenin ısrarcılık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü yazma konusundaki bitip tükenmeyen isteğin, tarifsiz tutkunun doyuruculuğuyla hemhal olma durumuyla birlikte, kendinin eleştirmeni olmaya başladığın, yazdıklarını ciddi anlamda sorguladığın anda gelişeceğin bir alandır edebiyat. Hızla akan çağa tanıklık ederken insanı yenileyen en önemli damarlardan biridir. Yaşamın beni tahrik eden ya da yaralayan ve tahrip eden anın fotoğrafını çekebilme becerisine sahip miyim? Sorularla genişleyen bir koldan beslenerek büyümek isteğidir bu aynı zamanda… İnsanı insan olma vasfına yaklaştıran ve insanlık değerlerine ulaşmanın yollarını gösteren yönüyle de kıymetlidir edebiyat. Kendi sınırlı dünyamın dışında başka sınırsız dünyaların çeşitliliğini bulduğum, yazma hazzıyla yoğrulmuş özgürlük alanları da sunar size.
RESTLEŞME, MEYDAN OKUMA HALLERİ…
Gözlemlerin, birikimlerin yazılı metne dönüştüğü bu serüvende kurgu, dil, edebi ve estetik kaygı çerçevesinde kurulan yolları öğreten yanıyla varlığını duyumsatır. O nedenle yaşananlardan rahatsız olma durumuyla içimi acıtan, huzursuz eden ne varsa yazıyla giderme, restleşme, meydan okuma halleri, hayata karışarak insanın ruh deryasına girmek, iç yolculukları keşfetmek arzusuydu beni yazmaya yönelten. Ve bir okur olarak beni yetiştirecek olan kitapların peşine düşmek. Okuduğum kitapların tesirinde kalarak özdeşim kurduğum karakterlerle yeni bir hayat arayışında yol alma isteğiydi belki de…
Kendini ifade etme arzusuyla doğan bir eylemi dert edinen anlayışta yaşam biçimine dönüştürmekti amacım. Önemli olan bu hedef doğrultusunda ilerleyebilmek ve gelişebilmekti. Ele alınacak mesele ne olursa olsun, sahicilik ve samimiyetti ön planda tutulacak olan. İnsanın düşünme, soru sorma, sorgulama ihtiyacını karşılayacak olanla işbirliği içinde olmaktı.
HAFIZAYA IŞIK TUTMAK
Peki tüm bu düşünce ve duygular doğrultusunda yaşantımdaki izleri yansıtma çabam, okuduğum kitapların mirasıyla nasıl şekillenecekti? Bütün zaman kalıplarını yıkacak bir kişisel tarihle toplumsal hafızaya ışık tutabilecek miydim?
Hayatımın ölü yanlarını yazdıklarım canlandırabilecek miydi? Arınabilecek miydim yaşamın çirkinliklerini düşünürken yazarak? İyi metinleri okudukça yazma cesaretim kırılıyor gibi gelse de beni yazmaktan alıkoyan tek şeyin güzel örnekler değil, kendi engelim olabileceğini düşünerek yola devam etmeliydim öyle değil mi? Öyle de oldu. Hep yazmaya devam ettim. Elbette her yazdığım okurla buluşacak düzeyde değildi. Hatta ne yazdığımın da bir önemi yoktu. Ne anlatmak istiyorsam onunla empati kurmam ya da anlatmak istediğime yabancı kalarak uzaktan bakmam edebi niteliğe ulaşmamda yol göstericiydi.
EZBERLERİ BOZMAK, YENİ DÜŞLER GÖRMEK
Şiir diliyle çıktığım yolculuk sırasında çocukların dilinde de yürümek istediğimi fark ettim. İmkânsız gözüken özgürlükler onların dünyasında imkânlı hale gelebiliyordu. Adeta bir nevi hayatı sıfırlayıp, tüm ezberleri bozup yeni düşler yaratmaya olan inancın müjdesini veriyordu bana. Ne kadar çocuk varsa o kadar çocuk evreninde buluşabilmek, bir çocuğun kafasında çizip, geliştirdiği dünya gözünden görebilmeyi hedeflemek hem zor, hem cesaret işiydi malum. Ama bende kalan bir çocukluğu koruma arzusunun da tarifi yoktu. Ancak yazdıklarımın çocuk dünyasında bir karşılığı varsa değerinden söz etmek mümkün olacaktı. Etki-algı sarmalında gelişen bir edebiyat işçiliğine soyunmak, çocuk rüzgârının esintisiyle serinlemek, çocuğu toplumun öncüsü olarak görebilmek yazılmış ustaca eserlere, seslere, renklere sahip çıkarak mümkün olabilirdi. Çünkü çocukların kitaplarla kuracağı köprü ne düne, ne bugüne, ne geleceğe aittir. Onlar hikâyelerle, şiirlerle, romanlarla sağladıkları sınırsız düş güçlerini zamanların ötesine taşıyarak özgün dilleri sonsuza dek yaşatacaktır. Bu inşanın içinde bir kum tanesi olarak sofrada tuzumun olabileceği hayalini kurmak bile onlar için yazmayı denemeye değerdi… İşte bütün bu söylediklerimden dolayı şiir okumalıyım diyorum. Söylediklerimden hareketle bu yüzden şiir okumalıyız diyorum. Sonsuz teşekkürlerimle…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.