Enver Topaloğlu
Oktay Rifat ve ellinci yılında ‘Yeni Şiirler’
Bir soruyla başlayalım. Devamında konuyu açar ve irdeleriz. Modern Türkçe şiirle az çok ilgilenip de Oktay Rifat’ın şiirlerini okumayan var mıdır? Bunu söylerken elbette, şair Oktay Rifat’ı tanımayan, bilmeyen olmaz varsayımına dayanıyoruz. Sorumuzu soruyla karşılayıp hangi Oktay Rifat diye soracaklar olabilir. Olabilir mi? Keskin hatlarıyla birbirinden ayrılan birden çok şair Oktay Rifat var mıdır? Öyle ya Garip dalgasının triosundaki Oktay Rifat var, bir. “Perçemli Sokak”tan “Elleri Var Özgürlüğün”e kadarki aralıkta aranan, bulduğundan daha fazlasını arayan Oktay Rifat var, iki. Bir de “Elleri Var Özgürlüğün” döneminden başlayan ve yolculuğunu “Koca Bir Yaz”da tamamlayan Oktay Rifat var.
Aslında birinden diğerine koparak ya da atlayarak değil de kurduğu köprü üzerinden geçen, dolayısıyla bir süreklilik içinde devam etmiş Oktay Rifat söz konusudur denilirse, bizce kabul.
Başlangıçtaki soruyu şunun için sorduk: Oktay Rifat, modern Türkçe şiirin tasfiye ve restorasyon dönemlerinde öncü olmuş şairlerden biridir. Bu da bir neden, ama daha başka birçok nedenden dolayı onun şiirlerini, hatta şiir külliyatını okumamış birinin modern Türkçe şiir kültürü vahim denilecek biçimde eksiklik içerir. Yeri gelmişken dikkat çekelim istedik. Bazı eksiklerin tamamlanması mümkün değilse de bu yönde gösterilen çabayı göz ardı etmemek gerekir.
OKTAY RİFAT YALINLIĞI VE DERİNLİĞİ
Oktay Rifat’ın şiirleri her türlü okunabilir. Estetik nedenlerle de, etik kaygılarla da, düz de, derinliğine de okunabilir. Yapısökümcü de okunabilir, metinlerarası da… Ama neticede Oktay Rifat’ın şiirleri şiir olarak okunabilir. Onun şiir toplamının, modern Türkçe şiirde klasik niteliği kazanmış örneklerden olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişin birikimine, şimdiye ilişkin deneyime, geleceğe yönelik arayışa ilişkin düşürdüğü ışık son derece önemli ve adeta bir deniz feneri gibidir, yol göstericidir.
Orhan Koçak, “Oktay Rifat’ın en dikkatli okuyucularından biri Cemal Süreya’ydı” diyor “Kopuk Zincir” adlı kitabında yer alan “Uzun Denklem Oktay Rifat’ın Şiirinde Folklor ve Modernizm” başlıklı yazısında. Cemal Süreya, “Bazen keskin, ama çapraz da olan gözlemlerine dayanarak” yaptığı değerlendirmede Oktay Rifat’ın modern Türkçe şiirdeki yerini ve önemini şu cümlelerle vurguluyor: “Oktay Rifat son kırk yıllık şiirimizin belkemiği olmuş bir sanatçı. (…) Şiirimize araştırma duygusunu getirmiş bir şair Oktay Rıfat. Bu yönüyle 1946-1960 yılları arasında şiir yazan, şiirle ilgilenen hemen herkesin üzerinde bir ağırlığı olmuştur. Ayrıca Türkçenin bugünkü durumunu almasında, sivilleşmesinde, denebilirse, ‘materyalize’ olmasında en büyük paylardan biri (birincisi değilse) onundur. Bunu da nasıl yapmıştır biliyor musunuz? Konuşma dilinin yalınlığından, türkülerin tadından hiçbir zaman ayrılmayarak.”
Enis Batur, bir şairle ilgili kurulabilecek en güzel cümlelerden birini kurmuş onun hakkında. Batur, Oktay Rifat için diyor ki: “Koca Bir Yaz’ı tamamladı ve öldü.” Bu, Oktay Rifat’ı, şair Oktay Rifat’ı ve onun şiir serüvenini derinden kuşatan yalın, ama son derece isabetli bir yorum. Tam da Oktay Rifat yalınlığı ve derinliğinde bir cümle… Onun safraları atılmış halis şiirini de işaret eden bir ifade. Bu arada Oktay Rifat “yalınlığı ve derinliği” diye bir olgu var modern Türkçe şiirde. Bunun altını da çizmek isteriz. Orhan Koçak “yüksek üslup” diyor. “Yüksek üslup”u özetle “yalınlık ve derinlik” olarak anlıyoruz.
ELLİNCİ YIL
Garip dalgasının etkisini yitirmesinden sonra girdiği arayış, Oktay Rifat’ı “Perçemli Sokak”a çıkarır. Ya da o arayışın, arayış onun koluna girer birlikte “Perçemli Sokak”a yol alırlar. Tarih 1956, İkinciyeni dalgasının yükselişe geçtiği dönem. Şair arayan, aradığıyla yetinmeyen, daha fazlasını arzulayan, bunun için çaba harcayandır. Ufku değil, ufkun ötesini isteyendir. Öteye adım yok kabulünü reddeden, boşluğa da olsa o adımı atan, boşlukta ayak izlerini bırakabilendir. Adımlarıyla boşluğu doldurandır. Boşluğun tarlasını sürüp ekendir şair. Oktay Rifat gibi. Nitekim onun ısrarlı arayışı altmışlı yıllarda “Elleri Var Özgürlüğün”le taçlanır. Aynı dönemde arkasından “Şiirler” gelir. Yetmişli yıllarda gelen ilk hamlesi, son bıraktığı yerden ve yönünü değiştirmeden daha ileriye, daha yukarıya yöneliktir. Neticede “Yeni Şiirler” yayımlanır. “Daha ileriyle ve daha yukarıya” Oktay Rifat ve onun kuşağı için aynı zamanda bir iç ses ya da içselleşmiş sestir. Bunun bilhassa altını çizmek gerekir.
Ellinci yılına giren ve bu vesileyle konumuzun diğer parçasını oluşturan Oktay Rifat’ın “Yeni Şiirler” adlı yapıtı, Kasım 1973’te e Yayınları’nın Cevat Çapan yönetimindeki “Türk ve Dünya Şiirleri” dizisinin üçüncü kitabı olarak okurla buluşur. İki bölümden oluşan kitapta seksen altı şiir yer alır. Şiirlerin ellisi birinci bölümde, otuz altısı ikinci bölümdedir. Sungu Çapan’ın kapak tasarımıyla çıkan kitabın bölüm başlıkları ise “Sen Yalnızlığında” ve Dağın Orda”dır. “Sen Yalnızlığında” başlıklı şiirin ilk bölümünü aktaralım:
Sen yalnızlığında ve korkunda,
Masallara kilitli, çağdışı;
Güğümlerin, bakraçların, yırtık
Kilimlerin ürkek dünyasında;
Pırnal çitlere yaslanmış, yamuk,
Kocamış ağaç yemiş vermeyen.
Bense kara suratlı kentlerin
Mutsuz, yılgın insanı, başıboş,
Damına, çadırlarına karşı,
Gecende tüten kandile karşı,
Öylece bakışarak, susarak,
Uzanamadan, kavuşamadan,
Eriye eriye karanlıkta.
Oktay Rifat’ın şiirinde irdelenen sorunların başında doğa, zaman, mekân, uzam ve eşyayla insanın ilişkisinin bulunduğunu belirtip devam edelim.
GÖRÜNTÜ, ÖRGÜ VE ÖRÜNTÜ
Oktay Rifat şiirinde en geniş anlamıyla dil her zaman öncelikli olmuştur. Onun için şiirin nedeni de, amacı da dildir. Dilin işlenmesi, işletilmesidir de diyebiliriz. Ama dil nasıl öndedir. Onun işlediği, işlettiği, yazıya, şiire geçirdiği dilin hammaddesini gündelik dil oluşturmuştur. Bunun yanı sıra fiziksel görüntü ya da görüntülerle birlikte fizik ötesine ait algılarını da dilin imkânlarıyla imgelemesi ve şiire aktarması önemlidir.
Şairin teknik olarak iki yöntemden istifade ettiğini söyleyebiliriz. Birincisi örüntü oluşturmak. İkincisi örmek. “Yeni Şiirler” bir örgüyü, ama aynı zamanda oluşturulmuş bir örüntüyü de kapsar.
“Niko’nun Kahvesi” başlıklı şiirden bir bölüm alıntılayacağız. Şiirle ilgili şunun da altını çizelim. Kitapta dikkat çekici uzunluktaki tek şiir “Niko’nun Kahvesi”. Ayrıca; ek bilgi olarak şiirin, modern Türkçe şiirde çoğul okuma için örnek alınabileceğini de kaydedelim.
Boz bulutlar gibi çatısında denizin
Uskumru sürüleri devinir yukarda.
Gölgesi vurur tırandilin ışıltılı, Y
osunların, kara süngerlerin üstüne
Ey kancık ve oynak deniz dibi hurdasın,
Burdasın sen! Şu tüten dumandasın! Çayda,
Tabakta, dolaptasın! Seni verir Niko
Liranın üstünü uzatırken, seni yer,
Seni içer cıgarasında, seni uyur,
Seni bilir, seninle yatar geceleri.
Bir yelkenli süzülür kapıdan. Bir yengeç
Köşedeki masada yumar gözlerini,
İri bir mercan keser oltayı ve dalar.
Voliden sonra denize atılan, ezik,
Iskarta balıklar gibidir, başı sonu
Olmayan anılar. Niko atar onları.
GÖĞE BAKMAK, BULUTLARA BAKMAK
Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” şiiri meşhurdur. Dillerde persenk olmuştur. Bunu hak eden bir şiirdir. Şairin “Dünyanın En Güzel Arabistanı” adıyla, 1959’da yayımlanan kitabında yer alır. Şiirin ilk betiği şöyle:
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Turgut Uyar’ın şiirini hatırlatma nedenimiz, Oktay Rifat’ın “Yeni Şiirler”de, “işi gücü bırakıp” göğe baktığını düşündüğümüz için… Şair göğe bakıyor. Bunda Turgut Uyar’ın bir etkisi var mıdır, soru işareti. Oktay Rifat göğe, gökyüzü boşken de bakıyor, doluyken de bakıyor. Ama gökyüzünde bulutlara ayrıca odaklanarak bakıyor. Peki nasıl bakıyor. Bu soruyu şunun için önemli buluyoruz: Öncelikle “Yeni Şiirler”de şairin sırt üstü yatarak göğe ve bulutlara baktığının söylenebileceğini düşünüyoruz. Ayakta değil, oturarak değil. Sırt üstü ve açık alanda; kırda, kıyıda kumsalda… Kitaptaki bakışla ilgili iki şeyin dikkat çektiğini belirtelim. Birincisi sırt üstü pozisyonda gökyüzüne bakmak. İkincisi gökyüzünü ayna, bulutları da düşsel, düşünsel sahne gibi görmek… Öyle bakmak… Ayrıca Oktay Rifat’ın aynaya bakmakla hep ilgilendiğini, şiirlerinde aynaya ya da aynalara yansıyanın yorumunun önemli rol oynadığını da belirtmek isteriz.
Kitabın “Dağın Orda” başlıklı ikinci bölümünde şair, anılarından çıkıp tarihe yöneliyor. Şiirlerde uzaktan da olsa Kavafis etkisinden söz edilebilir. Bu bölümde yer alan “1509 Depremi” adlı şiiri okuyalım:
Bir Zaman vardı ki zamanlar içinde,
Kanatları turuncu bir kuşa benzer,
Üsküdar'ı seyrederdim sarsıldı yer,
Devrildi penceremden kanlar içinde.
Yandı gülüm üç yüz atlı vezir kulum
Mustafa'nın konağında, cumba, revak,
Düştü nakış, indi pul pul altın varak,
Taş taşa dargın, yıkıldı İstanbul'um.
Ve dev suretler göründü, Matta, Lukas,
Yohanna ve melekler, dökülmüş
Bizans Duvarlarında, çifte kartal ve İncil,
Baktılar mavimsi göklerinden bencil,
Baktılar haçlarla korkunç, titreyerek,
Çaresiz kullanma, yalnız ve ürkek.
Şiirin sone kalıbıyla yazılmış olması dikkati çekiyor. Ama asıl Alphan Akgül’ün de Ağustos 2008’de Varlık dergisindeki yazısında değindiği gibi şairin yıkım ve yok oluş duygusunu, adeta çeki taşı gibi şiirin içine yerleştirmiş olmasının üzerinde durmak gerekir. Örneğin şiiri, devletten ve iktidardan daha etkili, daha yıkıcı olabilen doğanın gücünün hatırlatılması biçiminde okumak mümkün. Şiir sultanların, sarayların doğa karşısında kuru bir yaprak kadar bile hükmü yoktur duygusunun ve düşüncesinin yansıtılması olarak da yorumlanabilir. Şair devletin ve iktidarın karşısında ondan daha büyük bir güç olabileceğinin, olduğunun şiirsel anlatısını kurmuştur. İnsanın ne kadar büyük güce ulaşırsa ulaşsın doğa karşısındaki aczi vurgulanmıştır. Özetle, insanın iktidarın geçiciliği dile getirilmiştir. Şair insanın elde ettiği devlet ve iktidar gücünün doğa karşısında âciz olacağını niye sorun etmiştir. Düşünmeye değer…
ŞİİRİN ALTIN MEKİĞİ
Oktay Rifat’ın aynası insanın, eşyanın, doğanın, zamanın, uzamın, tarihin yansıdığı, görüldüğü, izlendiği ve yorumlanmaya imkân veren bir tür metin aslında. Şairin okuduğu ve yorumladığı, zaman zaman eleştirdiği bir metin. Hatta şairin bazen aynasını kendisinin icat ettiğini bile söyleyebiliriz. O aslında kendine bakmak, kendine bakarken hayata ve dünyaya bakmak için bakıyor aynaya. O amaçla kullanıyor aynayı…
“Yeni Şiirler”in bir başka boyutu olarak şunun da altını çizelim: Oktay Rifat’ın Garip geçmişi düşünülünce tuhaf geliyor. Ama öyle anlaşılıyor ki şair, estetik bir ilke olan “altın oran”dan büsbütün vazgeçip uzaklaşmamış; kitaptaki şiirlerde bunun izleri sürülebiliyor.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un “Kara Kitabı” üzerine Orhan Koçak’ın Defter dergisinin 1991’de 17. sayısında yayımlanan yazısının başlığıydı: “Aynadaki Kitap Kitaptaki Ayna”. Ondan mülhem biz de “Yeni Şiirler”in de aynadaki şiirler, şiirlerdeki ayna olarak tanımlanabileceğini söylemek istiyoruz.
Bütün bunların ötesinde asıl dikkate değer bulduğumuz, aradan geçen yarım yüzyıla karşın, şiirlerin aynasının hâlâ kararmamış biçimde parlıyor olmasıdır… elli yıl sonra bile şiirler yeni, şiirlerin aynası da son derece parlak…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.