Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Osmanlı anayasacılık tarihi üzerine notlar

Anayasa tarihi, Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinin kaçınılmaz temel parçalarından birini oluşturur. Anayasa ve anayasacılık tarihi kaynakları, hukuk tarihiyle olduğu kadar siyasi ve düşün tarihi kaynaklarıyla da çakışmaktadır.

Zafer Toprak anısına...

Bugün yeni anayasa konuşurken hakkında az çok fikir sahibi olmamız gereken Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihi konusunda oldukça zengin bir literatüre sahibiz.

Hem 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarının her birinin tekil olarak derinlemesine incelendiği hem de birkaçının veya hepsinin birlikte karşılaştırmalı tartışıldığı bu literatüre tarihçilerin katkısı, doğal olarak hukukçuların ve siyaset bilimcilerin katkısından farklı olmuştur. Ekonomi tarihi gibi, hukuk tarihi hakkında yazmanın da ilgili disiplin formasyonu gerektirdiği fikri, tarihçilerin elini bu konuda biraz bağlamış gibi görünmektedir. Daha ziyade anayasacılık mücadelesi ile anayasa yapım, kabul ve değişim süreçleri tarihçiler tarafından birer ‘vaka olarak’ ele alınmıştır. Anayasaların içeriği ve siyaset (özellikle demokrasi) tarihi içindeki yeri ise hukuk ve siyaset bilimi disiplininden araştırmacıların odaklandığı boyutlar olmuştur.

Oysa birçok konuda olduğu gibi, anayasa tarihi çalışmalarında da disiplinlerarası yaklaşımla meselenin faklı boyutlarının diyalektik ilişki içinde bir arada ele alınması elzemdir.

Bunun görece daha rahat yapılabildiği alan anayasacılık tarihi olmuştur.

Konunun doğası gereği, özellikle siyasi düşünceler tarihi bağlamında entelektüel tarih olarak tarihçiler ve siyaset bilimciler için Anayasacılık Tarihi -anayasal düşünce ve anayasa mücadelesi tarihi çerçevesinde- bir alt-disiplin sayılabilecek kadar sağlam bir çerçeveye/bütünlüğe sahiptir.

Bazen – özellikle hukukçular tarafından – anayasa tarihi sorunsalının tamamı için, yani anayasa hazırlık, yapım, kabul, değişim ve uygulama süreci ile (teorik sorunsal olarak) farklı anayasa anlayışları için kullanılan anayasacılık kavramı, siyasi tarihte ve özellikle siyasi düşünce tarihinde anayasa taraftarlığı anlamında da kullanılmaktadır. Ben de bu yazıda kavramı bu anlamıyla kullanıyorum.

Ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için, Genç Osmanlılar ile Jön Türklerin (parlamentarizmin yanı sıra) tarih ve siyaset-bilim çalışmalarında anayasacı akımlar/kuşaklar olarak da ele alındığını hatırlatmak yararlı olabilir. Bu bağlamda anayasacılık, hem dönemin aktörlerinin anayasadan ne anladıklarına ve ondan beklentilerine hem de anayasanın ilanı için takındıkları tutuma ve verdikleri mücadeleye işaret eder.

*****

Anayasa tarihçilerinin ihmal etmemesi gereken anayasacılık boyutu, (daha önce bu köşede haftalarca tartışma olanağı bulduğumuz) Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinin kaçınılmaz temel parçalarından birini oluşturur.

Dolayısıyla demokrasi tarihinin parçası olarak üzerinde yoğunlaşacağım anayasa tarihi ve bu yazı özelinde anayasacılık tarihi kaynakları, hukuk tarihinin kaynaklarıyla olduğu kadar siyasi tarih ve düşün tarihi (özellikle siyasi düşünceler tarihi) kaynaklarıyla da büyük oranda çakışmaktadır.

Devamlılık ve kopuşlar diyalektiği içinde bütünlüklü bir anlayışla ele alınması gereken Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihi söz konusu olduğunda, Osmanlı döneminde bir (1876) ve Cumhuriyet döneminde üç (1924, 1961 ve 1982) anayasa ile karşılaşırız. Sürecin ikinci anayasası olarak zikredilmesi gereken 1921 anayasası ise saltanattan cumhuriyete geçişte iki ana dönem arasındaki geçiş dönemi anayasası olarak ele alınabilir.

Bu yazının konusu olan Osmanlı anayasacılık tarihi, 1921 öncesinin düşün tarihinde anayasa anlayışı ve mücadelesi ile 1876 anayasa sürecini (hazırlık, kabul, değişim ve uyulama boyutlarıyla 1876-1921) kapsar.

*****

Daha önce demokrasi(cilik) ve cumhuriyetçilik tarihi bağlamında birçok kez ele aldığım bu dönemi anayasacılık tarihi bağlamında ele aldığımızda karşımıza çıkan çarpıcı gerçeklik aynıdır: Müslüman aktörlerin tarihinden ibaret veya en iyi ihtimalle Müslümanların merkezde olduğu bir tarih anlayışıyla sınırlı ve çok önemli ‘diğer’ aktörlerin, eserlerin, mücadelelerin ve olguların dışarıda tutulduğu bir anlatının hakimiyetini görürüz. Bu dışarıda tutma ediminin ne kadarının bilgisizlikten ne kadarının ideolojik takıntılardan kaynaklandığı karmaşık bir meseledir.

Ulus-devlet merkezli tarihinde ‘ilkler’ arayışı tutkusundan kurutulamayan tarihçilerin Müslüman olmayan Osmanlı aydınlarının düşün tarihindeki katkı ve çalışmalarını görmezden gelmelerinin (belki de ‘ilk roman’ tartışmasından sonra) en iyi örneği daha önce bu köşede (üç yazı ile) gündeme getirdiğim Velestinli Rigas’ın anayasacılık başta olmak üzere siyasi düşünce tarihindeki öncü rolü olmuştur.

Nitekim Osmanlı anayasacılık tarihi literatüründe Rigas ve benzerleri genelde görmezden gelinerek sürecin başlangıç noktası olarak Genç Osmanlılar kuşağı alınmıştır/alınmaktadır.

Rigas’ın kaleme aldığı anayasa önerisini başka bir yazıda, anayasacılık tarihi bağlamında ele almak istiyorum ve böylece anayasa tarihinde öncü rolünü daha derinlemesine tartışabileceğimizi ümit ediyorum.

*****

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek isterim: Osmanlı anayasa tarihi söz konusu olduğunda başlangıç noktası olarak (ilk ‘anayasal metin’ olarak kabul edilen) Sened-i İttifak (1808) alınırken, genel anlamada Osmanlı-Türkiye anayasacılık tarihi söz konusu olduğunda ilk Genç Osmanlılar kuşağının (1860’lar ve 1870’ler) başlangıç olarak alınması Osmanlı’daki anayasacılık ve anayasa (yani teori ve pratik) arasındaki ilişki konusunda önemli ip uçları vermektedir.

*****

Osmanlı anayasacılık tarihinde 1876 öncesi süreci sonraki yazılara bırakarak, bugün sizleri 1876 anayasa sürecinin başlangıç noktasına, yani 1876 yılına götürmek istiyorum.

Bunun en önemli nedeni, ölüm yıl dönümünü idrak etmemiz nedeniyle (3 Haziran) bu yazıyı anısına ithaf ettiğim, Tarih Vakfı yönetim kurulu başkanlığım sırasında en büyük destekçilerimizden değerli meslektaşımız Zafer Toprak hocamızın, hocaların hocası Tarık Zafer Tunaya ile hazırladığı 1978 tarihli bir yazı.

Kimi konularda var olan bariz fikir ayrılıklarımıza rağmen hiç eksik etmediği yardımseverliği ve her zaman iş birliğine hazır tavrıyla hatırlayacağım değerli Zafer hocamızı. Geçen senenin 3 Haziran günü gelen ani kaybının ardından Türkiye’de tarihçiliğin yaşadığı/yaşayacağı en büyük boşluk bence kendisi gibi çok yönlü ve aynı zamanda çok üretken tarihçi/entelektüel simaların artık bir elin parmaklarını geçmemesidir. Elbette Zafer hoca tarihin her alanında sergilediği inanılmaz üretkenliği ve bu sayede bize sunduğu çok çeşitli dönem kaynaklarıyla Osmanlı-Türkiye tarihi çalışan/okuyan herkes için vazgeçilmez bir yol gösterici olmaya devam edecektir.

Bu bağlamda kendisinin 2017 yılı öncesindeki tüm yayınlarının listesini de bulabileceğimiz, Zafer hocamızın halen aktif olan özenle hazırlanmış Academia sayfasında, yayınlarının çoğuna ulaşmak mümkündür.

Ayrıca Zafer Toprak hocanın bıraktığı entelektüel mirasın geleceğe aktarılması konusundaki en sevindirici haber de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü tarafından kurulma çalışmaları devam eden Zafer Toprak Kütüphanesi sayesinde, bugüne kadarki eşsiz koleksiyonunun da araştırmacıların hizmetine sunulacak olmasıdır.

Kendisini tanıyan herkesin çok iyi bildiği bu eşsiz koleksiyonu, kendisinin modern Osmanlı ve Türkiye tarihiyle ilgili dönem kaynaklarına dayalı olarak yapmış olduğu analitik çalışmaları ve engin yayın külliyatının önemli bir dayanağını oluşturmaktadır. Söz konusu koleksiyondaki nadir eserler ve derlemeler son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi üzerine çalışanlar ve bu alanlara ilgi duyanlar için eşsiz değerdedir.

****

Zafer hocanın aziz anısına ithaf ettiğim bu yazıda ela alacağım, kendisinin pek bilinmeyen bu erken çalışması, aslında bir transkripsiyondan oluşuyor. Kendi hazırladığı yayın listesinde yer almamasının nedeni, söz konusu transkripsiyonun, bunun başına kısa bir giriş yazısı yazan hocaların hocası Zafer Tarık Tunaya imzalı bir makalede yer almış olması: Tarık Zafer Tunaya, "Osmanlı Anayasacılık Hareketi ve `Hükümet-i Meşruta'", Boğaziçi Üniversitesi Dergisi - Beşeri Bilimler, Cilt 6, 1978, s. 227-237.

Kendi academia sayfasında olmadığı gibi internette de bulunmayan bu çalışmayı şuradan indirmeniz mümkün.

Sevdiğim ve saydığım her tarihçinin Tarık Zafer Tunaya’yı tanımış olmanın ve hatta kendisinin rahle-i tedrisinden geçmiş olmanın onur ve sevincini gururla sergilemesinden dolayı, kendisini tanıyamamış olmanın üzüntüsünü hep yaşamışımdır. Ancak hala hukuk, düşün ve siyaset çalışmalarında köşe taşlarını oluşturan eserleri sayesinde çok faydalandığım Tunaya hocayı Zafer Toprak hocayla bir araya getiren belki de bu ilk ‘eser’, bir anma yazısı için uygun olacaktır diye düşündüm.

*****

Türkiye tarih yazımına katkısı büyük olan iki Zafer hocayı bir araya getiren bu makalenin başındaki kısa bölüm (s. 227-229) Tunaya hocanın açıklamalarına, ikinci bölümü (230-237) ise 1876 yılında yayınlanmış olan (Tunaya’nın “ilk anayasa hukuku kitabı” olduğunu belirttiği [s. 228]) kitapçığın transkripsiyonuna ayrılmış.

Tunaya hocanın kendi bölümünün sonunda bu bölümü bitirirken kurduğu ince sunuş cümlelerinin, o sırada yüksek lisansını tamamlayıp yurda dönmüş ve Boğaziçi Üniversitesi’nde 1977'den itibaren akademisyenliğe başlamış olan Zafer hocamızı ne kadar gönendirip mutlu ettiğini tahmin etmek zor değildir: “Genç ve değerli bilim adam Zafer Toprak arkadaşımın girişimi ve transkripsiyonu ile bu özlü eseri yeni kuşaklara tanıttığımız için ikimiz de mutluyuz.” (S. 229)

*****

Oldukça kısa bir metinden oluşan kitapçığa gelince, makalenin ilk sayfasında dipnotta “Prof. Dr., Anayasa Hukuku Profesörü” olarak tanıtılan [s. 227] Tunaya tarafından bu çalışma şöyle nitelendirilmektedir: “Dönemin anayasacılarıyla aynı safta yer alan Esat Efendi, yakın tarihimizde Siyasetname türünden ayrı, ilk kez bir Anayasa Hukuku kitapçığı ortaya koymuştur.” (abç, s. 227)

Tunaya tarafından kısaca özetlenen, kitapçığın yazarı, içeriği ve dönemin entelektüel/siyasi tarihindeki yeri hakkındaki değerlendirmeleri, bugünkü Tarih Terslerinin bir anma yazısı niteliğinde olması nedeniyle Zafer hocaya bırakacağım.

Evet, bu çalışmanın yayınlanmasından tam 14 yıl sonra, yani 1992 yılında İstanbul Barosu tarafından yayınlanan Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan (1992) kitabında yayınladığı “Eski Türkçe Yazında Temel Hak ve Özgürlükler” başlıklı makalesinin başında Zafer hoca, 1978 tarihli Tunaya imzalı çalışmadan yararlanarak, 1876 yılında yayınlanan söz konusu kitapçığa yer vermektedir.

Anayasacılık tarihinde 1876 öncesi sürecin son aşaması ve 1876-78 sürecinin başlangıç noktasını tartışacağım yazılarda belki daha detaylı ele alacağım (Zafer hocanın “Türkiye tarihinde ilk anayasa hukuku kitabı” sayılabileceğini söylediği) bu kitapçıkla ilgili değerlendirmeyi anısına saygıyla Zafer Toprak hocamızın 1992 tarihli makalesindeki ilgili satırlara bırakmak ve bugünkü Tarih Terslerini kendisinin bu satırlarıyla bitirmek istiyorum:

Meşrutiyet'le ilgili ilk kitap ya da risale Hükümet-i Meşruta 1876'da yayımlanır. Bu eser Türkiye tarihinde ilk anayasa hukuku kitabı sayılabilir. Sorulu cevaplı diyalog uslubunda ele alınmış bu risale sekiz büyük sayfadan oluşur. Kitapçığın yazarı Esat Efendi gazetecilik yapmış; Basiret, Hayal ve İstikbal'de yazmıştır. Hükümet-i Meşruta'yı hazırladığı sırada Mekteb-i İdadi-i Şahane kitabet muallimi ve Ticaret-i Bahriye Meclisi zabıt katibidir. Esat Efendi kitabın gelirini Hediye-i Askeriye Cemiyeti'ne bırakmıştır.

Meşrutiyet Osmanlı siyasal düşüncesinde önemli bir atılımdır. O güne kadar Kınalızade Ali Efendi'nin "Daire-i Adalet"inde yer alan adaletli, soyut ve mutlak hükümdar tipi, yerini somuta, tabanı halka dayanan bir Meclis'e bırakır. Hükümet-i Meşruta o güne değin alışıla gelmiş Siyasetname türünden farklı bir eserdir.

Hükümet-i Meşruta anayasa hareketiyle ilgili halk arasında dolaşan her türlü söylentiye açıklık kazandırmayı amaçlar. Osmanlılara anayasa düzeninin anlamını ve bu düzenle elde edilecek kazançları anlatır. Soru-cevap üslubu kitapçığı daha anlaşılır kılmaya yöneliktir.

Esat Efendi'ye göre padişahlar ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, çevreleri nedeniyle denetime tabi tutulmalıdırlar. Mutlak hükümet denetimsiz bir siyasal rejimdir ve kötüdür. Meşruti Hükümeti ise halk denetler. Bu denetim görevini seçilmiş bir organ tarafından, Meclis tarafından yerine getirir. Meşruti denetim Şeriat'a aykırı değildir. Meclis de zaten Şeriat'a uygun kanunlar yapmakla yükümlüdür.

Hükümet-i Meşruta Batı'da görülen anayasa kitaplarından farklıdır. Meşrutiyet'i de Şeriat bağlamında gündeme getirir. "Avrupa'yı mı taklid edelim" sorusuna verdiği cevapta: "Hayır. Fransız yahut İngilizlerin ahlâkî ihtiyacı üzerine yapılmış şeyler bizim işimize gelmez"der. "Şeriat-ı İslamiyye her türlü hürriyet-i beşerî ve mahâsin-i idareyi şâmil ve pek vâsidir." Bu nedenle Şeriat'ın kapsamlı kaideleri ilke olarak benimsenerek Meşrutiyet ihdas edilmelidir.

Hükümet-i Meşruta temel hak ve özgürlüklere doğrudan yer vermez. Ancak soruların bazılarında "eşitlik" işlenir. Örneğin Meşrutiyet'le birlikte "Hıristiyanlar dahi memuriyetlere girecek" ayrıca "asker de alınacak"tır. Kitapta Müslümanlar teb'a ile gayr-ı müslim teb'a arasında eşitlik sorunu Şeriat aşılarak yanıtlanmak istenir. Müslümanların Hristiyanlara oranla Meşruti yönetime daha çok ihtiyaçları vardır. "Hıristiyanlarca bu meclis olmasa da maksatları hasıl olur ve oluyor" der.

Hıristiyan teb'a kapitülasyonların da koruması altında şikayetlerini Babıali'ye ulaştırabilmektedirler. Hıristiyanların mazlumiyetini patrikhaneler ve "düvel-i ecnebiyye süferâsı" (yabancı ülke sefirlerinin) gündeme getirmektedirler. Oysa Müslümanların mağduriyetine Babıali'de sahip çıkan yoktur. Ancak, Şeriat'a muhalif görenler varsa da Meclis muhtelit olmalıdır.

[…]

Esat Efendi'nin görüşleri yer yer Montesquieu'yü hatırlatır. Meclisin varlığı ile kazanılacak güç ve mutluluk sayesinde Osmanlı'nın Avrupa'da önde gelen bir ülkeye dönüşeceğini yazar. Böylece Osmanlı Devleti eski yüce konumunu tekrar elde eder. Hükümet-i Meşruta bir proto-anayasa kitabıdır. Şeriat'la Kanun-ı Esasi'yi bağdaştırmaya çalışır. Kişi özgürlükleri ile bazı temel kavramların işlendiği bir belgedir. Ancak bu günkü anlamda özgürlüklerin gündeme geldiği ilk kitap çeviri ağırlıklıdır.


Bülent Bilmez kimdir?

Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi