Enver Topaloğlu
Şair odur ki
Ellili yılların sonunda, modern Türkçe şiirde büyük bir kopuşu ifade eden İkinciyeni dalgası, doruktadır. Ancak başlangıcından itibaren İkinciyeni’ye mesafeli yaklaşan, hatta eleştiriler yönelten, aynı zamanda “başka türlü bir şiir” arayışında olan genç şairler de vardır. “Öteki” çevredeki ya da “karşı cephe”deki isimlerden biri de Ahmet Oktay’dır.
21 Ocak 1933’te Ankara’da doğan Oktay, 3 Mart 2016’da İstanbul’da yaşamını yitirmiştir.
Çok erken yaşlarda şiir yazıp dergilerde yayımlamaya başlayan Ahmet Oktay başlangıçta, kırklı yılların toplumcu gerçekçilik olarak bilinen şiir anlayışını benimser. Daha çok da Ahmed Arif’in etkisinde kaldığı izlenimi verir. Burada bir parantez açıp kırklı yılların toplumcu gerçekçiliğini “birinci toplumcu gerçekçilik dönemi” olarak da adlandırmak mümkün diye düşündüğümüzü kaydedelim.
Ahmet Oktay’a dönelim… Altmışlı yılların başında 1963’te yayımlanan “Gölgeleri Kullanmak” kitabından bir yıl sonra okurla buluşan “Her Yüz Bir Öykü Yazar”la, toplumcu anlayışını sürdürmekle birlikte İkinciyeni şiirine yöneldiği izlenimi verir.
İKİNCİ TOPLUMCU YENİ
Ahmet Oktay, ikinci ve ardından gelen üçüncü kitabı “Dr. Kaligari’nin Dönüşü”ndeki (1966) şiirler de gösterir ki altmışlı yıllarda İkinciyeni’nin şiir çizgisine yönelmekle birlikte toplumcu gerçekçiliğin, özellikle toplumculuk boyutundan tamamen vazgeçmiş değildir.
Bu arada, birçok genç şairin ilk yapıtıyla ilgili tespit Ahmet Oktay’ın ilk kitabı için de geçerlidir. Genç şair eteğindeki taşları dökmüştür. Asıl arayış ondan sonra başlamıştır. İlk kitaptan “Kan Taşı” başlıklı şiirden, şairin şiire başladığı eşiği de işaret edeceği düşüncesiyle tadımlık bir betik aktaralım:
Seslerdir, buz gecelerinin sesi
filinta, şayak pantolon, harami.
Haraç almış yıllarla zulası kan,
kantarması köpüklü arap atlar
vurur politikaya, yol eder dağlar.
Zalim çağla açar bahara düşman
yetim ahi, gözyaşında elleri.
Oktay’ın altmışlı yıllarda benimsediği sentezci anlayışı, “ikinci toplumcu yeni” olarak adlandırıyoruz. Bu şiir anlayışının zaman içinde gelişip derinleşmesine, onun katkılarının önemli olduğunu belirtelim. Bir dörtlükle devam edelim. Aktaracağımız betik “Sığınak” başlıklı şiirden:
Azla avunmaya alıştık
Ne yapalım paramız yoksa
Şarabımız bitince yağmura çıkarız
Kim güzelleşmiyor öpüşünce
“İkinci toplumcu yeni” şiir anlayışının aslında altmışlarda başlayıp orda kalmadığını, sonraki yıllarda da sürdüğünü söylemek gerek. Hatta İkinciyeni şairleri olarak bilinen isimlerin de altmışlı yıllardan itibaren “ikinci toplumcu yeni” dediğimiz anlayış içinde olduklarını söyleyebiliriz.
Ahmet Oktay’ın poetikasıyla ilgili altı çizilecek noktalardan biri de onun şiirini taze ve canlı tutmaktaki muvaffakiyetidir. Birçok şairinse henüz yaşarken bu özelliklerini kaybettiği biliniyor.
Mahmut Temizyürek, “Nedir Ahmet Oktay’ı farklılaştıran” diye sorarak başladığı yazısında şu saptamalarda bulunuyor: “Sanırım en önemlisi şu: Bir şair-düşünür olarak modern felsefenin ya da bilimin ürettiği kavramların hepsiyle değilse de başat olanlarıyla sanat ve şiir adına yüzleşmeyi göze aldı. Filozofun ruhunun karanlığına şiiri, bilimin araçsallaşmış aklına yine şiiri ve bu kez felsefenin kazançlarını da çıkararak ‘bilimsel palavralar’, modern hurafeler oluşmasının önüne geçmeye çalıştı. İnsanın her eylemindeki anlamın peşindeydi Oktay; insana ve hayata ne olduğunun peşinde. Bilgi birikiminin yükünü omuzladığı gibi, eleştirel düşüncenin her alanda beklenmedik çıkışlarla çalışabileceğini gösterdi.”
Temizyürek şöyle devam ediyor: “Şiirindeki ‘kara zaman’a karşı huzursuzluğunu, eleştirel karamsarlığını, ama hiçbir koşulda ‘umut ilkesi’ni terk etmeme tavrını, yazılarının da omurgası yapmıştı.”
RİSK ALMAKTAN KAÇINMAZ
Ahmet Oktay’ın, karamsarlığın umutsuzluk olmadığının altını ısrarla çizmiş olmasının yanı sıra günceli tarihselleştirme, bireyseli sosyalleştirme girişimi de önemlidir. Bu çabasının da onu şiirde, ayrıcalıklı bir yere taşıdığını kaydetmek gerekir. Vurgulanması gereken bir başka yönü de yerleşik değerlerle, yürürlükteki şiirle çatışmayı göze alarak seçtiği temalar, işlediği konularla ilgilidir. Denilebilir ki anlatılmamış olanı anlatmak için, onları şiir yapmak için riskli bölgeye girmekten kaçınmamıştır. Bu yadırganacak bir tutum mudur? Şairliğin özünde yol yoksa yol açmak yok mudur?
Yeditepe ödülünü de alan ve 1964’te yayımlanan “Her Yüz Bir Öykü Yazar”da, “babasını öldüren eşcinsel oğul” teması dikkati çeker. Bir zamanlar Türkçeye “peder husumeti” olarak da çevrilmiş olan Freud’un “Oidipus kompleksi”yle açıkladığı baba oğul çatışmasına, başka bir sorunsal, farklı cinsel kimlik sorunu da eklenerek şiirin zeminine taşınması ve tartışılmaya çalışılması önemli bir hamledir. Modern Türkçe şiir geleneğinde daha önce örneği olmayan bir çıkış, hatta kopuştur. Alıntılayacağımız betik kitapta yer alan “Bir Soruyu Duymak” başlıklı şiirden:
Sanki kızışmış bir kedi bağırırdı
yayılan bir yangına
panjurlar açılırdı.
Uykulu bir köşk, kürtçe şarkılar
ve bir süvari kırbacı.
Unutmak istiyordum oysa
balkondan düşen babamı
ve artık Başkaldırmayan’ı.
Dergileri ve fotoğrafları yırttım
kadın çoraplarıma, elişine merak sardım
eski paralardan yapılan boncuklara.
Bendim: korku halinde bir tetik
ki okşatırdım komşu çocuklarına
ve düşerdi sonra babam ve süvari kırbacı
tahta balkondan. Görüyordum bakınca
bendim kargışı bir cesetle yansılayan
Üçüncü kitabı “Dr. Kaligari’nin Dönüşü”ndeyse kürtaj yasağını sorunsallaştırırken bireysel olanın toplumsal boyutlarına da dikkat çeker. Toplum için tabu sayılacak önemli bir sorunu bir kez daha, zamanın ruhuna aldırmaksızın, şiirinin odağına yerleştirme gözü pekliğini gösterir. Kitabın son sözünü okuyalım:
Çünkü herkes bir yanıtı bırakacak
kendi dehşetinden,
ve herkesin içinde aynı dehşetin
ve bölüşüyor aynı cinayeti
lokanta duvarında görülen acemice bir resmin
içindeki dondurulmuş figürler gibi
Ahmet Oktay’ın on üç yıl aradan sonra yayımlanan dördüncü kitabı “Sürgün” (1979), onun geçen zamanda şiirini daha da güçlendirdiğini, derinleştirdiğini, genişlettiğini gösterir. “Sürgün” kitabı da “Dr. Kaligari’nin Dönüşü” gibi tematik bir kitaptır ve tek şiirden oluşur. İlk bölümün girişini okuyalım:
Karın yabanıl tınlaması kesilince
Herkes ölülerini toplar
Depremin, donmuş belleğini
Ve tarihin kalıntısı altından
Ahmet Oktay uzun denilecek şiir yolculuğu içinde tekrara düşmemiş oluşuyla da dikkat çeker. Şiir biçimi ve biçemi, tekniği bakımından avangart bir şair olarak nitelenemez belki, ama konu, tema, izlek seçimleriyle elit ve öncü bir tutum sergilediği de reddedilemez. Günceldeki geleceği araştıran, bulan, işleyen farkındalığı, duyarlılığı yüksek şiirlerle hem birey, hem toplum için can alıcı denilebilecek sorunlara tutar “madenci lambası”na eşlik eden “şairin kandili”nin ışığını.
İlk dört kitabını anarken bu yapıtlarda yer alan şiirlerden bölümler de alıntıladık, sonraki yıllarda yayımlanan kitaplarının adını vermekle yetineceğiz. Şiir okurlarının daha fazlasını yapacağından şüphemiz yok.
Şairin beşinci kitabı 1981’de “Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi” adıyla yayımlanır.
Ahmet Oktay’ın şiirlerinde öyküleyici anlatım dikkati çeker. Şiir öyküleştirmeden öyküyü şiirleştirmek teknik açıdan hayli çalışma ister. Oktay bunda da son derece muvaffak olmuştur.
Şair seksenden sonraki yıllarını şiir açısında son derece verimli geçirir. Kitapları ardı ardına yayımlanır. Bu dönemden itibaren eleştirel bakış açısı daha da belirginleşir. Bu yönelimin şiirlerine de yansıdığı görülür.
“Kara Bir Zamana Alınlık” (1983), “Yol Üstündeki Semender” (1987), “Ağıtlar ve Övgüler” (1991), “Bir Sanrı İçin Gece Müziği (1993), “Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)”, “Söz Acıda Sınandı” (1996), “Az Kaldı Kışa” (1996), “Hayalete Övgü” (2001) ölmeden önce yayımlanan şiir kitaplarıdır.
ŞAİRİN SÖNMEYEN IŞIĞI
Edip Cansever “Gül Kokuyorsun” başlıklı şiirinde, şairin öldükten sonraki varlığı üzerine ve yazdıklarının, yapıtlarının yolculuğuna ilişkin duygularını, düşüncelerini de dile getirir:
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet
Cansever’in dizelerinde dile getirilen kanıya göre “şair odur ki yazdıklarını öldükten sonra da okutmaya devam eder”.
Şairlerin ışığı sönmez. Şiirlerinin ışığı sönmediği müddetçe, şairlerin ışığı öldükten sonra da yanmaya devam eder.
Ahmet Oktay’ın da bu konudaki görüşü Cansever’le hemen hemen aynı gibidir. Ancak bazı kuşkuları vardır. Oktay, Edip Cansever’den farklı olarak zaman etkenine dikkat çeker. “Madenci Lambası” başlıklı şiirdeki şu dizelerde ifade edildiği gibi:
Sürgün kitabımdaki üç dize için
tepilmişti onca mesafe: “Madencinin lâmbası
ve kandili Ozan’ın
aydınlatsın yolu”.
Ben de bir şaire ulaşmak üzre
binmedim mi gece otobüslerine?
Çalmadım mı Şişli’de bir bodrum
katının kapısını? Göğsümde
inanılmaz bir panik.
Aydınlattı mı yolu lâmba ve kandil?
Aydınlatabilir miydi? Yarınlarda
yanıt, benim bilemeyeceğim.
Yine de tutuk dilimde
söküldükçe açan alevsi bir çiçek var:
herkesin düşlerinden devşirilmiş,
ve karabasanlarından.
Yaslıyım bir ölü evi kadar ve dudaklarımda,
bir gelinin gülümseyişi.
Arada not düşelim: Oktay’ın, şiirde belirtilen “gece otobüsleriyle” yaptığı yolculuk sonucunda, Şişli’de bodrum katında kapısını çaldığı şair Attilâ İlhan’dır.
SAYGIYLA
Ahmet Oktay şair olmanın yanı sıra şiir üzerine, toplum üzerine, kültür, politika konularında da düşünmüş, yazmış bir şair entelektüeldir. Modern Türkçe şiir yelpazesinde, bu yönüyle, deyim yerindeyse türünün son örneği olarak yer alır.
Önemli bir entelektüel olmakla bilgelikle şairliği birbirine karıştırmamıştır diyebiliriz. Ahmet Oktay’dan bir şiir daha, “Acı”yı okuyalım:
Usandım taş basması günler yaşamaktan,
yalnızlığımı büyütüyorum korkunç,
yani bağırmak sana sulardan.
Her gün yeniden ölmek
elinden karanlık adamların
yalanla, ekmekle, silahla.
Üstümüze bakarken çağlar,
her çocuk başı okşadığımız
suçlu bizmişiz gibi
büyüyor avcumuzda.
Gözlerinde bile,
deniz dibi gözlerinde ölüler,
askerler ve gemiciler halinde.
İhtiyar yüreği toprağın
buğdayı, elma'sı
korkuda.
Suskunluğum, utancım büyük
sıkıntım kara.
Gel dağıt mavini
kör kuyular uykuma.
Çok uzun süre, “ışığı sönmeyen şairler” arasındaki yer alacak şairlerden biridir Ahmet Oktay. Örneğin sadece “ayaklanın simsiyah taşra kentleri” dizesinden yükselen ses ya da “Yol Üstündeki Semender”de şiir olan müntehir şairlerin çığlığı bile uzun yıllar yankılanmaya devam edecektir. Ayrıca onun eleştiri, deneme, inceleme türü yazılarındaki dünyaya bakışı ve hayata dokunuşundaki bilgeliği de zamanın silgisini uzun süre etkisiz bırakacaktır. Saygıyla selamlıyoruz…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.