Celal Başlangıç
Saray’ın saltanatını yıkacak güç bulunmuştur!
Türkiye’nin önündeki en kritik süreçlerden birinin takvimi giderek daha da netleşiyor.
Eğer Erdoğan sözünden son dakikada caymazsa cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yaklaşık bir ay öne alınarak 18 Haziran yerine 14 Mayıs’ta yapılacak.
Bir başka deyişle her halükarda ülkenin kaderini değiştirecek 14 Mayıs seçimlerine bugün itibariyle 66 gün var.
AKP-MHP ortaklığı bu seçimlere; ekonomisinden adaletine, gelir dağılımından derin yoksulluğuna, eğitiminden sağlığına kadar yaşamın her alanında enkazın altında kalmış bir Saray iktidarı olarak gidiyordu.
21 yıllık iktidarının sonunda Türkiye’yi yaşamın her alanında büyük bir enkaza çevirmesi yetmiyormuş gibi bir de seçimlere yaklaşık üç ay kala meydana gelen 6 Şubat depreminin devasa enkazının altında kaldı Erdoğan.
Deprem öncesinde kendi yarattığı ekonomik enkazın altında kalan Erdoğan gelen kamuoyu araştırmalarının büyük bölümüne göre seçimi zaten kaybediyordu.
Saray iktidarının seçimleri kaybedeceği ihtimali belirginleşirken en büyük muhalefet ittifakının adayı henüz belirlenmemişti; Millet İttifakı’nın oyları Cumhur’u geçiyordu ama tek başına yüzde 50+1 oyu alma şansı yoktu.
Kaçınılmaz olarak HDP bu seçimin kilit partisi konumuna gelmişti.
Bir yandan kapatma davası diğer yandan milletvekillerine, belediye başkanlarına, parti kadrolarına yönelik gözaltı-tutuklama-ağır mahkumiyet kıskacında siyaset yapan HDP ilkeler düzeyinde yaptığı muhalefetle, Millet İttifakı’nın belirleyeceği aday konusunda ciddi bir etken olmuştu.
İşte siyaset; yaklaşan seçimlere böyle bir tablo içersinde debelenerek gidiyordu.
Üçüncü kez aday olması Anayasa’ya aykırıydı ama Saray iktidarının küçük ortağı Devlet Bahçeli cumhurbaşkanı adaylarının Erdoğan olduğunu aylar önce açıklamıştı.
İktidar sözcüleri her fırsatta Millet İttifakı’nı “Adayınız kim? Adayınızı açıklayın” diye sıkıştırıyordu.
Çünkü daha muhalefet adayını belirlemeden bile iktidarı kaybedeceklerini net biçimde gördükleri için bir an önce Millet İttifakı’nın adayını açıklamasını, Saray’dan besledikleri medyaları aracılığıyla karşılarına çıkacak rakiplerini yerle bir etmeyi planlıyorlardı.
'KAMU SOYGUNCULARI'
İşte böyle bir süreç yaşanırken on binlerce canımızı alan, milyonlarca insanımızı evsiz barksız bırakan 6 Şubat depremi meydana geldi.
Sadece on binlerce insanımız değil, aynı zamanda depremzedeleri acılarıyla baş başa bırakan Saray iktidarı da bu devasa deprem enkazının altında kaldı.
Seçime yönelik bütün veriler depremden önce de zaten yarattığı ekonomik enkaz nedeniyle Erdoğan’ın aleyhineydi.
Depremden hemen sonra görüldü ki yarattığı ekonomik kriz nedeniyle hızla güç yitiren Saray iktidarı deprem sonrasındaki büyük beceriksizliği ve insanlara ulaşmadaki büyük başarısızlığı nedeniyle ağır bir siyasi darbe daha yedi ve oylarında genel olarak var olan düşüşün ivmesi daha da arttı.
İşte Millet İttifakı’ndaki “Akşener krizi” tam da böyle bir süreçte patladı.
Akşener “Hayır” demişti ama 3 Mart itibariyle Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının Kılıçdaroğlu olduğu kesinleşmişti.
O andan itibaren başta parti kadrolarının ve üyelerinin büyük bir kısmı tarafından ağır bir baskı altına alındı Akşener.
İYİ Parti’nin özellikle MHP kökenli olmayan, merkez sağda politika yapmak isteyen, liberal, kentli ve seküler kadrolarıyla üyeleri sosyal medya hesaplarıyla, bizzat parti genel merkezini arayarak, üyelikten istifa ederek tahminlerin ötesinde çok büyük bir ablukaya aldılar Akşener’i.
“Beşli çete” kod adlı Saray’ın “kamu soyguncuları”ndan hesap soracağını açık açık söyleyen Millet İttifakı’nın tek aday adayı Kılıçdaroğlu’ydu.
Bu “kamu soyguncuları” için uzmanlara rapor bile hazırlatmıştı Kılıçdaroğlu. Saray eliyle yapılan “kamu soygunu”nun 418 milyar dolar olduğunu ve Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde bu parayı kuruşu kuruşuna tahsil ederek halka geri vereceğini söylüyordu.
Hatta seçimi kazanması halinde Ankara’nın göbeğine bir “Çetemetre” asmayı bile vaat ediyordu.
Kılıçdaroğlu’nun seçileceğini gören “kamu soyguncuları” bir irtibat kurmaya, hedefi yumuşatmaya çalıştılar ama başaramadılar.
Millet İttifakı’nın diğer aday adaylarına, parti yöneticilerine ulaşarak “makus talihleri”ni geri çevirmeye, yargılanmaktan, hesap vermekten kurtulmaya çalışıyorlardı.
İşte Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkılan en temel etkenlerden biri ortadaki 418 milyar dolarlık “kamu soygunu”ydu.
Kılıçdaroğlu’nun Kürt ve Alevi olması da adaylığına karşı çıkılan kritik bir noktaydı ama Türkiye toplumu açısından sevindirici olan bir başka olgu da kimsenin bu konuya açıkça girmeye cesaret edememesiydi.
Partisinin yapısı itibariyle “kamu soyguncuları”nın en kolay ulaşacağı liderlerin başında doğal olarak Akşener geliyordu.
Belki de Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olmasına Akşener’in en temel itiraz noktası buydu.
Ama elbette Kılıçdaroğlu’nun adaylığına Kürt ve Alevi olması nedeniyle itiraz ettiğini söyleyemediği gibi bunu da açıkça dile getirecek başka bir babayiğit de yoktu.
Yani Akşener’in itirazında “seçilecek aday” talebinden çok, “ya seçilirse” endişesi vardı.
Kılıçdaroğlu’na verilen 400 kişilik “yargılanmayacaklar listesi”nin reddedilmesine, bazı aile yakınlarının “beşli çete” ile birlikte bazı belediyelerden ihale almasına ilişkin iddialar da havada uçuşuyordu bu arada.
Sonuçta Akşener başta kendi partisinden, üyelerinden, seçmeninden gelen itirazlara karşı koyamadı. Çünkü daha önce anketler üzerinden gelen bazı bilgilerin çok net biçimde doğru olduğunu bizzat görmüştü. Anket sonuçlarına göre Akşener taraf değiştirmesi durumunda kendi seçmeninin üçte ikisini kaybediyordu.
Bu gerçeği çok acı biçimde gördü Akşener; çünkü 600 bin dolayında olan İYİ Parti üyelerinin, e-Devletin çökmesine rağmen iki saat içerisinde 60 bini istifa etmişti.
Ortaya çıkan tablo, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkan Akşener’in “intihar ettiği” yolundaki tesbitleri çok net biçimde doğruluyordu.
İşte bu nedenle Akşener çıkarken şiddetle çarparak kapattığı kapıyı Kılıçdaroğlu ve ittifaktaki diğer parti liderlerinin ustaca aralaması sayesinde 6’lı masadaki sandalyesine geri döndü ve siyaseten yok olmaktan son anda kurtuldu.
İşte Akşener’i masaya geri döndüren ve Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olmasına “evet” dedirten seçmen gücü aynı zamanda Erdoğan’ı 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde koltuğundan indirecek güçtür.
AKŞENER'İ MASAYA DÖNDÜREN GÜÇ
Akşener’i geri döndüren güç, aynı zamanda seçimi kaybettiğinde koltuğu bırakmak istemeyecek Erdoğan’ı Beştepe’deki Saray’dan çıkartacak güçtür.
Yarın seçildiğinde; “kamu soyguncuları”nın çaldığı 418 milyar doların hesabını sormaktan, geçmiş Saray iktidarının yargılanmasından vazgeçmeye, yan çizmeye kalkacak bir Kılıçdaroğlu’na “dur” diyecek olan da Akşener’i 6’lı masaya döndüren güçtür.
Türkiye’nin kaderini her halükarda değiştirecek seçimlere 66 gün gibi kısa bir süre kaldı.
Bu süre içersinde en büyük tehlike; kaybedeceğini gören Saray iktidarının ve beslemelerinin oynayacağı kanlı ve karanlık oyunlardır.
14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ve Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci turu kesin olarak kaybedeceğini görmesi de bu süreçte yaşanılacak en büyük tehditlerden biridir.
Bütün bu tehditleri de boşa çıkartacak güç, Akşener’i 6’lı masaya döndüren güçtür.
Bu; vergisine, oyuna ve elbette ki geleceğine sahip çıkan bilinçli yurttaşların gücüdür.
Yaşanılan süreç de çok açık biçimde göstermiştir ki Saray’ın saltanatını yıkacak güç bulunmuştur!
Celal Başlangıç: 1956 yılında İstanbul’da doğdu. 1975’te Ekspres’te gazeteciliğe başladı. 1978 yılında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. Demokrat İzmir, Politika ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, istihbarat şefliği, bölge temsilciliği, politika servis şefliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1995’te Evrensel Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Radikal’de 10 yıldan fazla süreyle “Zaman Mekan ve İnsan” röportajları yaptı. 2002’de Beyoğlu Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni oldu. 2011’de İMC TV’nin Kurucu Yayın Kurulu Üyeliğinde bulundu. T24, Haberdar ve Gazete Duvar haber sitelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2017’de Artı TV ve Artı Gerçek’in Kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.