Sera Savaş: Kaybolmaktan korkmamak gerek

Yakında ikinci albümü “Tesadüf Noktası” ile dinleyicilerle buluşacak şarkı yazarı ve yorumcu Sera Savaş, müzikle ilişkisini, ABD'de yaşama deneyimini, şarkılarındaki aşk, yalnızlık ve yabancılık temalarının kökenlerini Artı Gerçek'e anlattı.

Deniz DURUKAN


Sera Savaş, 24 yaşında genç bir müzisyen. İyi bir şarkı yazarı ve yorumcu. Yakında ikinci albümü “Tesadüf Noktası” yayınlanacak. Aslında albümün final şarkısı hariç diğer tüm şarkıları daha önceden dijital mecrada yayınlanmıştı. Dinleyici için asıl sürpriz, henüz yayınlanmamış olan albümün kapanış şarkısı, “Kazancı Yokuşu” olacak. Hem müzikal hem de sözel anlamda diğer şarkılarından epey farklı.

Yaptığımız röportajda kendisinin de söz ettiği rahatlama hissi bu şarkıda kendini çok daha yoğun olarak gösteriyor. Melankolik atmosferin kırıldığı, enerjisi yüksek, yer yer saykodelik bir hissiyatın da kendini duyurduğu bir şarkı “Kazancı Yokuşu”. Bu, İstanbul’un, Beyoğlu’nun kozmopolit yapısını, oradaki çok sesliliği yansıtma arzusundan kaynaklanıyor. Ama yeni bir yol ve yeni bir” ben”i keşfetmeyi de işaret ediyor olabilir bu şarkı. İşin özü, “Kazancı Yokuşu”yla son noktayı koyuyor Sera Savaş.

Fotoğraf: Ece Nur Saygın

En baştan başlayalım mı? Senin ilk uzun yolculuğundan. 14 yaşında eğitim için ABD’ye gitmen, orada kazandığın deneyimler, mesela yalnızlığı öğrenme deneyimi sana neler kattı?

ABD’ye gitmeden önce hiç yalnız kalmamıştım. Annem babam yanımdaydı hep. Yaşım küçüktü ve o ani ayrılık bir travma oldu benim için. Bugün baktığımda tekrar yapar mıydım diye düşünüyorum ama bir yandan da iyi ki gitmişim diyorum. Hem artısı hem eksisi oldu. Yalnızlığı çok erken yaşta tattım. İnsanın gerçek yüzünü de erken yaşta gördüm.

Müzikle aran nasıldı o zamanlar? Bugün şarkılarına yansıyan melankolik atmosfer, o günkü yalnızlığın büyüttüğü bir durum olmalı, değil mi?

O zamanlar Türkçe müzik pek dinlemez, yazmazdım. İçinde bulunduğum kültür nedeniyle hep İngilizce şarkılar dinlerdim. Üniversiteye başlayınca Türkçe müzik dinlemeye başladım. Çünkü Türkiye’yi, Türkçeyi çok özlemiştim. O dönem, üç yıllık maratondan çıkıp geriye baktığımda aslında çok büyük bir şey atlattığımı fark etmiştim. Meğerse çok yalnızmışım. Hafif bir depresyona, melankoliye de girmişim o yıllar; peşimi bırakmayan bir melankoliye… Bu durum şarkılarıma, insanlara bakış açıma yansıdı. Konuşmaktansa, daha fazla dinlemek istediğim bir dönemdi. Böyle olunca hayatı daha fazla sorgulamaya ve düşünmeye başlıyorsunuz.

Üstelik ergenlik çağında olman işleri daha da zorlaştırmıştır. Hem kendini oluşturmaya, arayışlara başladığın bir dönem hem de farklı bir kültür içindesin. Bu bir şok yaratmış olabilir mi?

Sadece kültür değil, dil için de geçerli bu. İngilizce bildiğimi sanarak gittim, ki İngilizcem çok iyiydi. Ama İngilizce konuşulan bir ülkeye gittiğinizde, İngilizcenin bambaşka bir dil olduğunu fark ediyorsunuz. Lokal şeyler oluyor, sizin bilmediğiniz, çocukların kendi aralarında konuştuğu, yabancısı olduğunuz sözcükleri duyuyorsunuz. Onun da ayrı bir travması vardı, ilk başta anlaşamıyordum insanlarla. Çünkü ben sınıflarda öğretilen İngilizceyi öğrenmiştim, sokakta konuşulan İngilizce bambaşkaydı.

Bu, yabancı olmayı daha da pekiştiren bir şey. Senin şarkılarında çokça duyduğum yabancı olma meselesinin temeli buralarda mı atıldı? Mekân bağlamında düşündüğümüzde, şehirde yabancı olmayla beraber gündelik olana yabancılaşma gibi birçok bağlamda ele alabiliriz bunu. Elbette içinde aidiyet meselesi de var.

Yabancılaşma ilk başta bana korkutucu geliyordu. Şu an öyle düşünmüyorum. Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. Aslen Ankaralıyım, ama oraya gittiğimde bile kendimi evimde hissetmiyorum. Şu an New York’ta yaşıyorum, oraya da ait hissetmiyorum. İstanbul’a geldiğimde de aynı şey söz konusu. Her yerin yabancılaşması gibi bir kafadayım. Nereye gidersek gidelim, insanların hep aynı olduğunu gördüm. Herkes benzer şeyler düşünüyor. Bu durum insanları daha yakından tanımama olanak sağladı. Yakından tanıyınca, gerçeği görüyorsunuz. Yani hayata bakış açım değişti.

Yabancılık hissi açısından sorarsam, duygusal anlamda kendine sınırlar belirler misin yoksa sınırları aşar mısın? Ya da şöyle sorayım: yabancılık hissi özgürleşmeni mi sağladı?

Sınırları aşarım. Özgüvenim daha arttı diyebilirim. Zaten olduğum yerde yabancıysam istediğimi yapabilirim. Yepyeni şeyler deneyebilirim, yepyeni insanlar tanıyabilirim.

Yurt dışında yurtlarda mı kaldın?

Evet, öyle öyle her sene yeni bir ortama girdim, yeni insanlarla tanıştım. Bu da bana çok şey kattı. Mesela yarın hiç korkmadan, bilmediğim bir ülkeye gidip yaşayabilirim.

Şu an içinde bulunduğumuz çağa baktığımızda, bir yandan bir yere, bir topluluğa ait olma duygusu çok baskın diğer yandan da yersizlik yurtsuzluk duygusu.

Dünyada artık her şey iç içe geçti. Kültürler birbirine karıştı. Artık insanlar eskisi kadar dünyanın büyüklüğünden korkmuyor. Dünyanın herhangi bir yerinde tanıdık biriyle karşılaşmanız mümkün ya da tanıştığın biri senin çocukluk arkadaşının yakını çıkabilir. Herkes here yere gidebiliyor. Dünya bu anlamda küçülmüş durumda. Aidiyet meselesi benim için daha çok kendini bulma serüveni. İnsanın önce kendini anlaması, kendine ait hissetmesi sonra çevresine katkıda bulunması, çevresindekiler hakkında düşünmesi önemli benim için. Sınırlar, ülkeler, maddi şeyler veya elinde tutabileceğiz somut, fiziki şeyler, bunların hepsi gelip geçici. Bunlara çok bağlanmamak gerek. Duygular daha önemli.

Bir oluştan söz ediyorsun, o halde ben ve ötekinden bahsedelim, ne dersin?

Üniversite yıllarında kendi karakterimin farkına vardığımda, daha yeni yeni hangi yoldan gitmek istediğime karar verdiğimde, kafamda öteki kavramı oluşmaya başladı. Bu doğrultuda şunu fark ettim; özünde kimse aslında bir yere ait hissetmiyor. O yüzden tüm arayışlar bir yere ait hissetme üzerine. Bunu dikkate alarak insanlara yaklaştığınızda, ilişkilerinizde daha merhametli oluyorsunuz. Merhamet, bir insanı tanımak için en güzel yol.

Neler okursun, nelerden beslenirsin?

Şiir okurum, mesela Özdemir Asaf’ı çok severim. Edebiyatı seviyorum. En son İranlı yazar Sadık Hidayet’in Kör Baykuş kitabını okudum. Beni çok etkiledi. Genelde doğrudan bir anlatım içeren kitapları tercih etmiyorum, hayal gücümü genişletecek kitapları okumayı seviyorum. Ama Halide Edip Adıvar’ın Kalp Ağrısı kitabı doğrudan bir anlatımı içerse de oradaki aşk hikâyesi bana çok dokundu.

Dinlediğin müzikleri de merak ettim.

Lisede ne popülerse veya arkadaşlarım ne dinliyorsa onları dinliyordum. Rock, pop, rap tarzında müzikler dinlerdim. Üniversitede okurken seçmeye başladım dinlediklerimi. Geçmiş dönemlerin müziklerini, seksenleri, doksanları falan dinlemeye başladım. Üniversiteyken, ara ara Türkiye’ye gelirdim. O gelişlerimde buradaki müzik bilincinin daha gelişmiş olduğunu fark ettim. Genç indie sanatçılara ya da eski dönem popüler müziklere daha çok yer verildiğini gördüm. Amerika’da hep son dönem popüler müzikler dinlendiği için bazı şeyleri kaçırmışım. Ne zaman Türkiye’ye daha sık gelip gitmeye başladım, o zaman müzik bilgim artmaya başladı.

Bu ilginçmiş sahiden. Peki aşk üzerine konuşsak mı biraz? Aşkın iyi halinden söz ediyorsun şarkılarında. Kötü halinden de söz etsek mi?

Aşkın tam bir tanımı yok. Aşkın ne demek olduğunu bu anlamda bilmiyorum, hissettiklerimi yazıyorum. Benim şu ana kadar hissettiklerim, insanın normalde yapmayacağı şeyleri aşkın yaptırması. O yüzden kötü yanları daha ağır basıyor olabilir. İnsanın düşünmeden davranmasına, karakterinin dışına çıkmasına neden olacak bir şey aşk. Derler ya, aşk biter sevgi kalır diye. Buna inanıyorum. Bence aşkın iyi tarafı sevginin kalması. Aşkın çok pozitif bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sevgi bence önemli olan.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak, Gündüz Âşık Olmak şarkısında gündüz aşkının risksiz olduğundan söz ediyorsun. Gündüz ve gece karşıtlığını düşündüğümüzde, bunu aşkın aydınlık ve karanlık tarafları olarak okumak mümkün. Aynı zamanda, hem sevgilinin gölgede kalan yanına hem de anlatıcının kendi karanlığına bakmasına olanak sağlıyor bu şarkı. Öyle midir?

Âşık olduğunuz kişi bazen kendinizin aynası oluyor ya, bir insanı tanırken aslında kendinizi tanıyorsunuz. Kendini tanımaya başladığında çoğu insan çukura düşüyor olabilir. Kendinizde ne görüyorsanız, karşınızdaki insanda da onu görüyorsunuz. Ve bu hoşunuza gitmiyor. Sorgulamaya götürüyor sizi. Bu rahatsız edici olabiliyor.

Aşkta çiftlerden biri diğerine göre daha mı az sever? Veya daha az verici midir? Genel olarak böyle bir eksiklikten söz ediyorsun. Bu eksiklik vurgusunun daha geniş bir açılımı var. İnsanın içindeki eksiklik duygusunu konuşabiliriz…

Zaten insanlar eksik olan şeyi bulmak için çaba harcıyor. Eksik olan şeyi hiçbir zaman aşkta bulamıyorsun, yeni bir insanda, yeni işte de bulamıyorsun. Mükemmel bir aşk, mükemmel bir ilişki yok. Biri hep daha fazla sevecek ya da daha fazla fedakârlık edecek. Çünkü herkesin beklentisi, kişiliği farklı. İnsanın en büyük motivasyonu bu eksiklik duygusu. Arayış zaten orada başlıyor.

Bir varoluş sorunsalı da var bunda.

Evet, en büyük soru bu zaten: Neden buradayız, ne yapıyoruz, neden bunca insan varken gidip ona âşık oluyoruz… İnsanın içindeki eksiklik hep kalıyor, tamamlayamıyorsun. Tamamlasan bile hiçbir zaman mutlu olamıyorsun. Çünkü hep daha fazlasını istiyorsun.

Peki ya kaybolmak? Şarkılarında çokça geçiyor kaybolma hali.

Güzel bir şey kaybolmak. Kaybolmanın içinde bilinmezlik olduğundan insanları korkutabilir. Belirsizlik herkesin korkacağı bir şey, ben de korkarım. Ama başka bir açıdan bakıldığında, kaybolmanın size getireceği kazanımlar da var. İlk kayboluş hikâyem 14 yaşında evden çıkıp ABD’ye gitmemdi. Büyük bir kayboluştu benim için. Ama oradan, o kayboluştan kendimi bulup çıktım. İnsan kaybola kaybola yolunu buluyor, hayat böyle bir şey. Bir kere dünyaya geliyoruz ve ne yapacağınızı bilmiyoruz. Çünkü bir tek hayat var, ilk kez yaşıyoruz bu hayatı. Bu belirsizlik korkutucu ama kayboluşun farkındalığına vardığımızda sakinleşebiliyoruz. İşte o rahatlamayla bambaşka şeyler üretebiliriz ancak. Sanat da başka bir yere evrilebilir.

Yakında albümün çıkacak. Önceden teklilerin yayınlandı. Geriye son bir parça kaldı yayınlanması beklenen, değil mi? Albümün adı ne?

Evet, çıkacak son şarkının adı Kazancı Yokuşu. Albümün adı da Tesadüf Noktası.

Neden Tesadüf Noktası? Ve ne değişti?

Tesadüf Noktası aslında karşılaşma noktasıymış. Kalp Ağrısı kitabını okurken görmüştüm, çok hoşuma gitmişti. Oradan ilhamla koydum. Hayatımız hep karşılaşmalar üzerine. Bir şarkıyla, bir insanla veya başka bir şeyle karşılaşıyoruz hep. O karşılaşmalar hayatımızı etkiliyor. Bu nedenle albüme bu ismi koydum. Bu albüm ilk albümden farklı. Daha az melankoli var, daha umutlu bir yerden sesleniyor. Hayatımın başka bir dönemini anlatıyor. Kendi aranjelerimi de yapmaya başladım. Yaptığım aranjeleri beraber çalıştığımız aranjörüm Berkant Ali ile de çalıştık. Söz, müzik aranje, hepsini yapmak beni mutlu etti. Kendinden daha emin bir Sera var bu albümde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Deniz Durukan Arşivi