Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Şiir okuru için kısa notlar – 8

Şiir zaman zaman, bilhassa gençler için, yaşamın soluğu cehennemi bir sıcaklığa yükseldiğinde sığınak ya da kaçış rampası gibi olur. Modern Türkçe şiirde örneğin, faşizmin ve İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı kırklı yıllarda da öyle olmuştur.

Şiir bilgisi ve birikimi olmayan şiir heveslilerinin şiirle yolculuğu kısa sürüyor. Çünkü şiir emek istiyor, çaba istiyor, uğraş istiyor.

Erken yaşlarda “dilin şiir yönünde bükülmesi”ne yönelmek önemli. Ancak o yönelimden kaynaklanan heyecanın bir süre sonra sönümlenmemesi, devamlılığının sağlanması da gerekir.

Doğaçlama, ilham ve benzeri etkileşimler şiir için başlatıcı olabilir, ancak yeterli değildir. Ya da çağdaş, modern zamanların şiiri için yeterli değildir diyelim. “İçinden gelenin” dilin şahsileştirilerek ve “şiir yönünde bükülerek” ifadesi şiire yaklaştıran bir hamle olarak kayda değerdir. Ama şiir türüyle aradaki mesafeyi kapatmak bakımından eksiktir. Eksiklikten kastımız, metni şiir türüne dahil edilmesini sağlayan “yapı”nın oluşması noktasında giderilmemiş biçimsel, biçemsel, teknik aksaklıklardır. Şiir türü diyoruz ama, aslında Ece Ayhan gibi söylersek “sıkı” metinler için tür çok da önemli değildir. Bu bir metin olarak şiir için de geçerli.

Şiirdeki eksiklikle şiirdeki kusurları ayırmak gerektiği kanısındayız. Şiirlerde okurlarca saptanan kusurlar şairin biçimiyle, biçemiyle bütünleşik olabilir. Bu bağlamda kusur olarak görünen aslında o şiirin tamamlayıcı unsuru da olabilir. Ancak şiirdeki eksiklikler için aynı şeyi söylemek çok da mümkün değildir.

Üslup şahsidir denir. Şiirde şairin, üslubunun ya da biçeminin aynası dilidir. Şairin dil tutumuyla ilgili şiiri sekteye uğratan aksaklıklar şiire dahil olabilir. O nedenle müsamaha gerekir. Dilde gerçekleştirilen her türlü saptırma, çarpıtma müşterek dilin yürürlükteki ve yasaları açısından kusur sayılır. Okur için de yadırgatıcı olabilir. Ancak o kusurları, aksaklıkları, okurun yadırgadığı ya da yadırgayacağı, hatta benimsemeyeceği dildeki deformasyonları şiir için girişilmiş arayış olarak değerlendirmek daha isabetlidir. Şairin arayanı makbuldür, o nedenle kusurlar müsamahayla karşılanabilir. Yine de şairin kusurunun son tahlilde bir nedenselliğe bağlanabiliyor olması beklenir.

Şiirin en başta, yapım aşamasında aşılması gereken biçimsel, teknik sorunların giderilmesinde deneyim, bilgi ve birikim önemli rol oynar.

YAPILANAN ŞAİRLİK

Şiirin sürdürülmesi, şiir hevesinin devamı, başlamış şiir yolculuğunun hayat biçimine, bakış görüş ve düşünüş tarzına dönüşmesi, dolayısıyla “yapılanan şairlik” için deneyim de, bilgi de, birikim de şarttır. Bir atımlık barutların atılıp tüketilmesi gibi bir heyecanla girişilen ve ancak bir iki kitaplık serüven olarak kalan şiir yolculuklarının çoğunun arka planında şiirin gerektirdiği emeğin, çabanın, çalışmanın sürdürülmemesi gerçeği vardır. Bilgisiz, birikimsiz, deneyimsiz şair yok, olmamıştır. Olabileceğini de sanmıyoruz.

ŞİİRDE ISRAR VE ONUR MÜCADELESİ

Modern Türkçe şiirde şair düşünür olarak Nâzım Hikmet’in başlangıçtaki kurucu iradesi, öncü rolüyle başlayan devrim, kısa sürede hem derinleşerek hem de genişleyerek büyür ve yerleşir. Modern Türkçe şiirin adeta temeli durumuna gelir. Bu arada şairin doğrudan ya da dolaylı yollardan önü de kapatılmaya çalışılır. Ama şair kararlı tavrından taviz vermez. Ne pahasına olursa olsun başlattığı devrimi sürdürür. Yaşamının on yedi yılını cezaevinde geçirmesinin belli başlı nedenlerinden biri de şiir yazmaktaki ısrarıdır denilebilir. Oysa ki yazmaktan vazgeçse ya da devletle uzlaştığını, iktidarın kendisinden istediklerini kabul ettiğini, ruhen de tutsaklığa boyun eğdiğini, şiirle başlattığı devrimini sona erdirdiğini duyursa, yaşadıklarının çoğunu yaşamamış olabileceği, bugün bakınca daha açık görülmektedir. Ama şair yalnızca şiir yazmaz. Onur mücadelesi de verir. Teslimiyet, onur mücadelesinin kaybedilmesinin de ilanı olacaktır. Şair direnir; yalnızca şiir yazmakta direnmez, insanlık onurunu korumak için de direnir. Nâzım Hikmet’in poetikasının önemli birleşenlerinden birini de insan onuru için mücadele oluşturur.

Nâzım Hikmet, İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde bir komployla tekrar tutsak edildiğinde adı sanı modern Türkçe şiire öncü, devrimci, kurucu şair olarak çoktan ve silinmeyecek biçimde kaydedilmiştir. Polis ve mahkeme tutanaklarındaysa öncelikle komünist olarak kayıtlıdır. Onun, iktidarı tehdit eden aslında “şair ve komünist” kimliğidir.

Avrupa’yı ve dünyayı hızla savaş bataklığına sürükleyen Nazilerle, faşist yönetimlerle kurulmuş “iyi ilişkiler”i bozabileceği algısıyla şair toplumdan tecrit edilmek üzere hapsedilir. Ama şairi ne tecrit etmek, ne teslim almak mümkün olur. Duvarlar onu ne hayatın, ne dünyanın nabzını tutmaktan alıkoyabilir. Dört duvarın arasında olsa bile gözü, aklı hem tarihsel olanda, hem evrensel olanda, hem günceldir. Dünyada, hayatta olup biten her şeyi anlamaya, yorumlamaya çalışır ve bunu da şiirlerine yansıtır. “Zafere Dair” başlıklı şiirinden bir bölüm okuyalım:

Şimdi çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
-halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...

Başlangıcından itibaren geçen yaklaşık on beş yıllık süre içinde kendi şiir anlayışında da önemli aşamalar, dönüşümler kaydeder. Şairin poetik devrimini ve arayışını süreklileştirmesi modern genç kuşak şairleri de etkiler. Yeni kuşak şairlerin de dikkatini şiir için arayışın ve yeniliğin önemine çeker. Yenilik arayışında yoğunlaşmalarını sağlar.

İlk şiirlerinden, ilk kitabı “835” satırdan “Şeyh Bedreddin Destanı”na gelene kadarki süreçte önemli uğraklardan geçen şair devrimini büyük bir gayret ve kararlılıkla sürdürmesi modern Türkçe şiirde model de oluşturmuştur. Onun model olmasının etkisiyle kırklı yılların başında modern Türkçe şiirde gençlerin Garip dalgası gelmiştir.

GENÇLERİN ÇIKIŞI

Cumhuriyet rejiminin otuzlu yıllardan başlayıp kırklı yıllarda sürdüreceği “halkçılık” politikası ve uygulamalarının kültür, sanat alanlarına da yansımaları olur. Ancak şiirde, halkçılık politikalarının, uygulanmaya başlandığı ilk dönemlerde çok önemli bir etkisi olmaz.

Bir tür tutkal işlevi de görecek olan “halkçılık” politikasının asıl etkisi, İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşullarda görülür. İktidarın toplumsal yapı bakımından “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle” olunduğu iddiası, savaş koşullarında “halkçılık” politikasının söylemsel karşılığı ve rejim için tutkal işlevi görmesi maksadına dayanır. Garip şiirinin poetikası da, Garip şiirinin “küçük adamı” da bu koşullarda ve bu söylemden doğmuştur diyebiliriz.

Şiirde yeniliğin öncüsünün gençler olmasının şaşırtıcı bir yanı yok. Garip de öyledir; bir genç kuşak şair dalgasıdır. Öyle başlamış ve öyle sönümlenmiştir. Yeri gelmişken belirtelim, işaretler Orhan Veli’nın ölmeden önce aslında Garip’ten uzaklaşmaya başladığı yönündedir.

Garip için aynı zamanda cumhuriyet döneminin ve modern Türkçe şiirin ilk derinlik, genişlik, yaygınlık kazanmış gençlik hareketi de denilebilir.

Nâzım Hikmet’in şiiri serbestleştirme ya da özgürleştirme girişimini başlattığında modern Türkçe şiirin en önemli gündemi ve tartışma konusu biçimsellikle ilgilidir. Ancak onun müdahalesi tartışmanın boyutunu ve yönünü değiştirir. Şiirin serbestleşmesi yönündeki gelişmelere karşın aslında konu kapanmamıştır. Konunun aşılmasını sağlayansa Garipçiler olur.

Başta Orhan Veli olmak üzere Garipçiler, serbestleşen modern Türkçe şiirin hâlâ arzulanan niteliğe ulaşmasını engelleyen etmenler olduğu görüşündedirler. Şiirin gelişmesine etki eden öğelerin, uyağın ve ölçünün şiirden çıkarılıp atılmasını savunurlar ve yapıtlarında bunları uygulamaya başlarlar.

Yeri gelmişken Nâzım Hikmet’in modern Türkçe şiirde çok önemli ve büyük bir devrimi tek başına gerçekleştirdiğini de kaydetmek gerekir. Oysa sonraki dönemlerde gerçekleşen değişime, dönüşüme öncülük yapan, verili şiirden kopmaya yönelik dalgaların içinde yer alan birden çok şair düşünür vardır.

Örneğin Garip’e üç önemli şair aynı zamanda üç önemli şiir düşünürü öncülük eder. İkinciyenide de öyledir. İkinciyeninin de şair düşünürü birden çoktur.

Nâzım Hikmet’in devriminden sonraki gelen devrimci dalgaların öncülerinin birden çok olması da üstünde ayrıca durulması gereken bir konu.

Geçmişin tozunu almak iyidir. Ancak toz alırken geçmişten yükselen ışıkla çarpılma ihtimali bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir.

GARİP’İN ÜÇ ATLISI VE ‘ELMA YİYEN’ ŞİİRLER

Orhan Veli ve arkadaşlarına ilişkin yaptığı değerlendirmede Cemal Süreya, Garip şiirine bakışını ifade ederken şunları söyler: “Biçimde şiire sonsuz bir özgürlük tanındı. Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet şiiri insan içine çıkardılar, şiire kasket giydirdiler, şiire elma yemeyi öğrettiler. Sokaktaki adamın şiirine yöneldiler.” Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçekle” kitabında yer alan yazısında, Garip şiiri ve öncü şairleriyle ilgili söyledikleri önemlidir. Daha sonraki Garip şiirine ilişkin yapılan değerlendirmeler de genellikle Cemal Süreya’nın saptamalarının ekseninde kalmıştır. Süreya’nın Garip’le ilgili bir başka önemli saptaması daha vardır; aslında onların “üç değil, dört kişi” olduklarını söyler. Cemal Süreya’a göre Garip’in dördüncü kişisi Nurullah Ataç’tır.

Garip şairlerinin girişimiyle Cemal Süreya’nın da değindiği gibi modern Türkçe şiir, biçimsel açıdan sonsuz bir özgürlüğe kavuşmuştur. Örnek olarak Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” başlıklı şiirinin ilk betiğini hatırlayalım:

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye

Garipçilerin çıkışlarında dadacı ve gerçeküstücü şiirden olduğu kadar haiku tarzından da etkiler olduğunu belirtmeden geçmemek gerekir.

Bir örnek de Oktay Rifat’tan sunalım. Şairin “Gün Sonu Konuşması” başlıklı şiirinden bir betik aktarıyoruz:

Elinde tuttuğun elma
Mesafe kanadımın altında
Sen kahvede oturursun
Ben ağacın dalında

Hazırlıkları otuzlu yılların ikinci döneminde başlayan Garip’in çıkışı Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in imzasıyla 1941’de yayımlanan ortak kitapla gerçekleşir. Garip’in önsözü aynı zamanda şairlerin ve yeni şiir dalgasının “çıkış bildirisi”dir. Önsözde şairlerin benimsedikleri ortak poetikaları, modern Türkçe şiirde ne yapmak istedikleri dile getirilir.

ŞAİRANENİN KARŞISINA ÇIKMAK

Garip şairleri, şiirde ahenk, vezin ve kafiye olmadan da sağlanabileceğini, her türlü anlam ve söz sanatlarından vazgeçilmesi gerektiğini savunurlar. Şairaneye karşı çıkarlar. Orhan Veli’nin “eskiye ait olan her şeyin, her şeyden önce de şairanenin karşısına çıkmak gerek” sözünü Garip’in devrimci şiarı olarak da değerlendirmek mümkün. Garip dalgasının öncülerinin o dönemlerinden örnekler vermeye Melih Cevdet’ten bir alıntıyla devam edelim. Okuyacağımız şiirin adı “Ağaçların Yukarıdaki Yaprakları”:

Uzanılmaz.

Kuşlara ve güneşe mahsustur.

Hiçbirimizin haberi olmasın

Yukardaki yapraklardan…

Şiir zaman zaman, bilhassa gençler için, yaşamın soluğu cehennemi bir sıcaklığa yükseldiğinde sığınak ya da kaçış rampası gibi olur. Modern Türkçe şiirde örneğin, faşizmin ve onun insanlığın başına bela ettiği İkinci Dünya Savaşı’nın yakıp yıktığı kırklı yıllarda da öyle olmuştur diyebiliriz. Garip şiiri dalgası o koşullarda yükselmiş ve değişen koşullarla birlikte sönümlenmiştir. Garip şiirini koşullarıyla birlikte değerlendirirken öncü şairlerinin şair düşünürlüklerini de aynı yönde ve etkenler ışığında anlamaya çalışmak gerektiği kanısındayız.

Orhan Veli’nin ölümünden önce kırklı yılların sonuna doğru başka bir şiire yöneldiğini, arayışının istikametini değiştirdiğini daha önce belirtmiştik. Bunu Oktay Rifat ve Melih Cevdet için de söylemek mümkün. Her iki şair de Garip’ten, ellili yıllara gelmeden önce koparak başka bir şiir arayışına girmiştir. Garip dalgasına öncülük eden şairlerin daha sonra şiiri başka türlü düşünmeye başlamalarının, şiir düşüncelerinin değişmesinin şair düşünürlükleriyle yakından ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Elbette bir yandan şiir için arayışa devam ederken bir yandan da çağının gelişmelerini okumak ve yorumlamak şair düşünürlere mahsus bir özelliktir.

Gelecek yazıda devam edeceğiz…


Enver Topaloğlu Kimdir?

Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi