Enver Topaloğlu
Şiirle yolculuk
Uzunca bir süredir şiiri odağına alan değini, tanıtma, anma, selamlama, inceleme, araştırma denilebilecek tarzda yazılar yazıyoruz. İlk kez Gazete Duvar’da 2016 Ekimi’nde yazmaya başladık. Sonra Son İnsan’da devam ettik. Bir yıl önce Artı Gerçek’te yazmaya yeniden başladık. Artı Gerçek’te ilk yazımız 10 Eylül 2022’de yayımlandı.
Gazete Duvar’da da yazılarımız Artı Gerçek’te olduğu gibi cumartesi günleri yayına giriyordu. Son İnsan’daysa pazar günleri yayında oluyordu.
Artı Gerçek’te aralıksız olarak her cumartesi yayımlanan yazılarımızla ikinci yıla girdik. Bundan sonraki cumartesilerde de yine, şiirin merkezde olduğu yazılara devam edeceğiz. Önceliğimiz yine yeni yayımlanan şiir kitaplarının bilinmesine, görünmesine katkıda bulunmak için değinme, tanıtma yazıları olacak.
İZMİR EDEBİYAT FESTİVALİ
İzmir’de 15 Eylül - 20 Eylül 2023 tarihlerinde düzenlenen 7. edebiyat festivaline yurtiçinden ve yurtdışından birçok şair ve yazar katıldı. Etkinliklerde şiirler okundu, atölyeler düzenlendi, konuşmalar yapıldı. Festivalin İzmir’de şiir ve edebiyat çevreleri için önemli bir buluşma imkânı sağladığını da belirtelim. Bize kalsa edebiyatın, şiirin festivali değil karnavalı, şenliği olmalı… Edebiyat, şiir festivalleri değil edebiyat, şiir şenlikleri, karnavalları düzenlenmeli. Ancak henüz şiir, edebiyat şenlikleri, karnavalları düzenlenmekten uzağız. İmkânlar, şartlar gibi gerekçeler var elbette, ama asıl, özgürlüğümüz şimdilik festival düzenleyecek kadar.
Uzunca bir süredir kültür ve sanat etkinliklerinden hızla uzaklaşan, pazar ve diğer tatil günlerinde alışveriş merkezlerinde vitrinlere bakarak eğlenen, eğlence gereksinimini mangal yakarak, denizi seyrederek karşılamakla yetinen bir toplumsal dönüşüm içindeyiz. Televizyon dizileri ve sosyal medya hesaplarındaki “hesapsız kitapsız yazılar” ve “düşene gülmek üzerinden mizah üreten” video benzeri paylaşımlar en makbul düşünsel, kültürel kaynak diyebiliriz.
TÜRKÇE ŞİİR
Festivale şiir okumak için çağrılanlar arasında biz de vardık. Ayrıca festivalin son günü gerçekleştirilen “Türk Edebiyatı mı Türkçe Edebiyat mı” başlıklı konuşmaya da yönlendirici ve konuşmacı olarak katıldık.
Neler mi söyledik? Cioren’in “Çürümenin Kitabı” adlı yapıtında yer alan şu, “Aşırı ölçüde tekrarlanan kelimeler bitkin düşer ve ölürler” sözünün düşürdüğü ışıkla, dil yaşayan bir varlıktır; devinir ve değişir dedik. Devam ettik: Sözcüklerin de bir yaşamı vardır. Doğarlar, büyürler, gelişirler ve ölürler. “Amele” sözcüğü örneğin. Yüzyılın başında işlek bir sözcükken yerini yüzyılın ortasında “işçi”ye bırakmıştır. Hayatın, toplumun, zamanın devinimine ve değişimine koşut olarak dil de değişir. Bazı sözcükler, adlar, adlandırmalar eskir; nesnelerini kavrayamaz, işaret edemez duruma gelir, gelebilir. Gösterenle gösterilen arasındaki mesafe açılabilir. “Türk şiiri” kavramı da yüzyılın başındaki kavrayıcılığından uzaklaşmış, kapsayıcı bir gösteren olma özelliğini yitirmiş, yüzyılın sonuna gelinirken yerini “Türkçe şiir” adlandırmasına bırakmıştır. Cioren gibi söylersek aşırı yineleme nedeniyle ölmüştür…
Bir hatırlatma yaparak, Onikieylül rejiminin Türk Dil Kurumu’nu, dilde yaptığı özleştirme çalışmaları nedeniyle kapattığına dikkat çektik. Kurumun önerdiği ve “uyduruk” olarak tanımlanan sözcüklerin aradan geçen sürede dile yerleştiğini ve günlük hayatta son derece işlek biçimde kullanıldığını belirttik. Baskıcı, zorlayıcı, yaptırımlarla dile yön verilemeyeceğini vurguladık.
Haydar Ergülen, ikibinli yılların başında Yasak Meyve dergisinin, konuştuğumuz konuda bir dosya hazırladığını hatırlattı. Enver Ercan yönetimindeki dergide dosyayı Sezai Sarıoğlu’nun hazırladığını da ekledi. Ergülen, dosyada yazılarına ve görüşlerine yer verilen Türkçe yazan Kürt şairlerin, kendilerine Türk şairi denilmesini istemediklerini, bunu doğru bulmadıklarını dile getirdiklerine vurgu yaparak konuşmaya katkıda bulundu. Özetlersek böyle…
Zaman zaman gündeme gelen konu aslında yeni değil. Bundan yaklaşık olarak otuz yıl önce, Mehmet Yaşın tarafından konunun, Memet Fuat yönetimindeki Adam Sanat dergisinde de tartışmaya açıldığını hatırlatalım. Türk şiiri mi Türkçe şiir mi konusunda şimdiye kadar değişik çevrelerden ve görüşlerden birçok kişi yazmış, konuşmuş. Hayli şey söylenmiş; düşünsel anlamda belli bir netlik sağlanmış. Meraklısına, ilk hamlede aklımıza gelen iki yazarın, Yiğit Bener’in ve Erol Köroğlu’nun Artı Gerçek’te çıkan yazılarını önerebiliriz.
MODERN TÜRKÇE ŞİİR
Şiir odaklı yazılara başladığımızdan bu yana, yani yedi yılı aşkın süredir biz modern Türkçe şiir kavramını tercih ediyoruz. Şimdiye kadar nedenini soran olmadı. Festivalde de aslında bu yönde bir soru gelmedi. Ama madem konu açıldı. Sözü uzatmadan, neden modern Türkçe şiir kavramını tercih ettiğimize açıklık getirmeye çalışalım.
Cumhuriyet rejimi dil tercihini Türkçeden yana yaparken yazı dili olarak “İstanbul ağzını” belirler ve benimser. Aslında bu konuda cumhuriyetten önce başlayan girişimler söz konusudur.
İstanbul Türkçesi, Türkiye’de konuşulan ağızlardan sadece biridir. Veled Çelebi’nin “İstanbul ve Rumeli cihetleri Kıpçakî lehçesine muvafık olduğu hâlde Anadolu kâmilen Türkmenî lehçesine muvafıktır” tespitini de araya not olarak kaydedelim. Cumhuriyet yönetiminin Türkçeler içinden bir Türkçe beğendiğinin de altını çizelim.
İSTANBUL TÜRKÇESİ
Modernleşme hamlesinin ilk safhasını oluşturan Tanzimat’tan sonra hayatın akışını, temposunu, fiillerini ve faillerini edebi anlatıya aktaran müşterek dil olarak İstanbul Türkçesi zaten hayli ön plana çıkmış ve son derece işlek durumdadır. Siyasi iktidarın dili Arapça, Farsça ve Türkçeden mürekkep Osmanlıcadır, ama sivil hayatın, kültürel ortamın, iletişimin müşterek dili olarak Türkçe kullanılmaktadır. Yani İstanbul Türkçesi… Dahası Türkçe yalnızca Türklerin değil, İstanbul’daki farklı etnik kimlikten sosyal kesimlerin de kullandığı bir dildir. Büyük ölçüde de bu dilin hem konuşma, hem yazı dili olarak biçimlenmesinde, gelişmesinde, yaygınlaşmasında, derinleşmesinde farklı etnik kimlikten sosyal kesimlerin önemli katkıları olmuştur. Elbette resmi anlatı ve açıklamalarda, yeni rejimin “İstanbul ağzını” tercih nedeni bu biçimde anlatılmaz. Yazıya en uygun “ağız” olduğu için “İstanbul ağzı”nın yazı dili olarak seçildiği belirtilir ve geçilir.
Türkçeyi, “İstanbul ağzı”nı diğer etnik grupların hem günlük yaşamlarında, hem kültür dili olarak kullandıklarına ilişkin Tanzimat döneminden bir örnek verelim. İstanbul’da Anatoli gazetesini çıkaran bir Rum, Misailidis Efendi tarafından yazılan ve 1872’de yayımlanan “Temaşa-yi Dünya” adlı roman Yunan harfleriyle basılmıştır, ama dili Türkçedir.
CUMHURİYETTEN SONRA TÜRKÇE EDEBİYAT VE ŞİİR
Orhan Koçak’ın “Virgül Yazıları”nı okurken dikkatimizi çekti. Koçak “Havada Bulut” başlıklı yazısında, TRT 1’de yayımlanan ve senaryosu Ayfer Tunç tarafından Sait Faik’in öykülerinden yola çıkılarak yazılmış “Havada Bulut” adlı diziye değiniyor. Merak edip diziyi izledik. Örneğin yalnızca dizideki anlatıya yasalanarak bile Türk öyküsü tanımıyla Türkçe öykü kavramı arasına Sait Faik’in, ustaca bir turnosol kâğıdı yerleştirmiş olduğu sonucu çıkarılabilir. Sait Faik’i Türkçe öykü ustası yapan etkenlerin neler olduğuna ilişkin çıkarımlar yapılabilir.
Alışkanlıklar kolay değişmiyor. Değişime yönelik girişimler, öneriler de genellikle eski köye yeni âdet olarak görülüyor ve tepkiyle karşılanıyor. Kullanım alışkanlığı, kolayına gelme, iletişimde mesajın açık ve anlaşılır olması gibi nedenlerle yüzyılın başında geçerli sayılabilecek örneğin Türk şiiri adlandırması günümüzde artık boş bir gösteren gibi.
ŞİİR SÖZCÜKLERLE YAZILIR
Mallerme’nin “şiir duygularla değil sözcüklerle yazılır” sözü aslında şiirin dille kurulduğuna, yapıldığına işaret eder. Şunu da belirtelim: Hamasi şiirin değişmezi olan şairenelik şiirin dille, sözcüklerle inşasını önceleyen poetikalarca dışlanır. Garipçilerin şairaneye karşı çıkışında bu bilincin rolü önemlidir. Şairane bilindiği gibi özellikle duygusallığın, süslemenin abartılmasıdır. Hamasi şiirler genellikle şişinme ve şişirmelerden ibarettir.
Cumhuriyet sonrası, modern Türkçe dediğimiz şiir, şiirin dille yazıldığı bilincinin gelişmesi ve yerleşmesiyle birlikte, “Türk şiiri” kodlamasının baskısından da kurtulmuştur. Bunu gelişmenin ve değişmenin önemli bir dinamiği olarak gösterebiliriz. Artık şiir uyak, ölçü zincirinden kurtulmuş ve Ziya Gökalp, Emin Yurdakul gibi yazılmıyorsa nedenini herhalde biraz da buralarda aramak gerekir.
Türkçe şiir adlandırmasıyla aslında “beton ev”, “kargir ev”, “toprak saha” tanımlamalarında olduğu gibi doğrudan yapının kuruluşundaki temel maddeye işaret edilmektedir. Bu anlamda, örneğin yapıtlarının kuruluşundaki temel madde dil olan ve modern Türkçe şiirin tipik ve ön açıcı şairlerinden Ece Ayhan’ı anabiliriz. Yazımızı Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiiriyle bitirelim:
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.