Enver Topaloğlu
Şiirlerde şehirler - 5
Bir soruyla başlayalım. Şiirin gözünü, bakışını şehre çeviren; duyarlı ve farkındalık algısı yüksek biçimde kamerasını şehrin sokaklarında, bulvarlarında, caddelerinde, meydanlarında, mahallelerinde, semtlerinde gezdiren… Şehirde tanık olduğu ya da yaşadığı birtakım enstantanelere, anlara, olaylara, durumlara yakın plandan bakan… Bazen açıyı açarak bakışı geniş plana kaydıran şair neyi amaçlıyor olabilir? Soruya karşılık ararken “şiirin amaçladığını amaçlıyordur” yanıtı çıkış noktası olarak alınabilir. Bu durumda da “Şiirin amaçladığını amaçlamak”la şairin neyin peşine düştüğü ya da neyin üzerine yürüdüğü konusunda düşünmek gerekir. Düşünelim öyleyse… Düşündürmeyecekse sorulara ne gerek var ki.
DUYARLILIK VE FARKINDALIK
Şiirin başka birçok özelliğinden de söz edilebilir elbette, ama bireysel olduğu kadar toplumsal duyarlılığa ve farkındalığa olan katkısı listede ilk sırada yer alır. Konumuzla ilgili iz sürerken de dikkatimizi, şiirin bu özelliği çekiyor. Şairlerin şehirlere farklı bir duyarlılık ve farkındalıkla baktığı anlaşılıyor. Farklılık; örneğin çelişkilerin, çatışkıların işaretlenmesinde, temas anında oluşan tepkide, eleştirel mesafesinde beliriyor. Şairlerin farklılıklarını yansıtan bakış açıları elbette şiirin dilinde yoğunlaşıyor.
Önceki yazıda Gülten Akın’ın Ankara’ya aynı zamanda ülkenin başkenti olan şehre bakışını aktaran destanına, “Seyran Destanı”na kısaca değinmiştik. Sonraki yazıda kaldığımız yerden devam edeceğimizi belirtmiştik. Devam ediyoruz… Destanın birinci bölümünden bir betik aktarmıştık. Aynı bölümden sonraki betiği de okuyalım:
Kente son kapıdan giriyoruz
Karanlığın usul ustaları
Keskin dişli bir köpeği
Üç kişinin yedeğinde gezdiriyorlar
Bize kimliğimizi soruyorlar
Mayısların hesabını soruyorlar
Söylüyoruz
Okusunlar
Sanmasınlar susan bir kuşağız
Bizden sonra bağıracak olanlar
Tartılmıştır gövde
İple sürgünle zulumla mapusla
Tartılınca gövde
Hele hesap sevdiklerimizin başı üstüneyse
Anlaşılmış olmalıdır
Kim kaçaktır kim düzmece kim yiğit
Yeri geldi, değinmeden geçmeyelim. Şehirlerin iç göçle çeperlerinin yeni sorunlarla birlikte, yeni bir hayat alanına dönüşmesini sorunsallaştıran elbette yalnızca şiir olmamıştır. Konuya eğilen birçok edebiyat yapıtı söz konusudur. Onlardan biri de Haldun Taner’in unutulmaz tiyatro yapıtı “Keşanlı Ali Destanı”dır. Taner’in yapıtı, aynı zamanda, şehirlerde iç göçün beraberinde ne gibi sorunlar getireceğine yönelik erken teşhiste bulunmuş olmasıyla da önemlidir.
DOĞANIN DOLDURMADIĞI BOŞLUK
İç göç yalnızca göç alan şehirlerin çeperlerini yeni bir hayat sahnesi haline getirmemiş, şehrin tamamını etkilemiştir. Hatta göç alan şehirler kadar olmasa bile göç veren şehirleri de değişime uğratmıştır.
Göç aynı zamanda boşluklar açar. Meşhur sözdür doğa boşluk kabul etmez. Öte yandan doğanın doldurmadığı boşluklar da söz konusu. Doğa bazen dolduramadığı boşluğu yutarak yok ediyor. “Kurumuş, suyu çekilmiş” durumdaki her şeyi örnek gösterebiliriz. Bazı şehirlerde “kuruluk, suyu çekilmişlik” bir yara izi gibi durur ve yıllar sonra bile öyle karşılar ziyaretçilerini. Seksenlerden itibaren kimliğini, kişiliğini, yüzünü, yöreselliğini, yerelliğini, yitirmiş tek tipleşmiş şehirler için de söyleyebiliriz bunu.
Çağrışımın hafızaya bir oyunu mu? Cümleyi tamamlayınca Cemal Süreya’nın “Göçebe” şiirini hatırladık. Madem öyle şiirden bir bölüm aktarmadan geçmeyelim:
Kars’tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Göçle birlikte ortaya çıkan ve yıkımı, tahribatı da içeren dönüşüm, yalnızca mekânla sınırlı kalmaz, kalmamıştır. Hayat tarzına, ona koşut olarak dile de yansır, yansımıştır. Hayatın diyalektiği; değişim ve dönüşüm kaçınılmaz. Ancak değişim ve dönüşümün dinamiği de son derece önemlidir. Gülten Akın’ın “Seyran Destanı”nda sorun bu açıdan görülür ve irdelenir. Destandan bir başka alıntıyla devam edelim. Şiirin başlığı “Kars’tan Gelirik”:
Abla bilirsen?
Kars'tanık Selim'denik,
Susuz'danık
Ben, abim, küçük kardaşım
Dayım, emmioğlu, ötekiler
On ile on beş arası
Köleler gibi derlendik
Fikirtepe'nin orlarda
Karın tokluğuna
Altındağ'da, Seyranbağları’nda
Sıra sıra kondularda
Yatarık, kalkarık
İşe giderik en çoğu
Değilik bir şeyin sahabı
Kutsaldır taşınan taşınmayan
Mal edinme hakkı, kutsaldır
Bizse Susuz'danık, kargışa uğradık.
Göçle birlikte yerel, yöresel olan da tahribata uğrar, yıkılır. Şiirde şairin göçmenleri kendi ağızlarıyla, yöresel şiveleriyle konuşturma çabası dikkati çekiyor. Bu tavır, şairin dönemin dille ilgili politikalarına yönelik, bilhassa dilde tek tipleştirmeye karşı tepkisi olarak yorumlanabilir.
ÜLKENİN KIRSALINDAN ŞEHİRLERİN ÇEPERLERİNE
Bir Ankara destanı olan ve aynı zamanda bir cumhuriyet tragedyası olarak da okunmaya açıktır “Seyran Destanı”. Göçenlerin nereden ve neden geldiklerini irdeler. Şiirleri okudukça sorunu oluşturan nedenler de sıralanmaya başlar: Gelenler, yani göçmenler yokluktan geliyorlardır, yoksulluktan geliyorlardır, açlıktan geliyorlar, arlıktan geliyorlar, kırlardan geliyorlardır. Kırıla kırıla geliyorlardır. Gelip kaldıkları yerde kırılıyorlardır. Üstelik kırılacaklarını bilerek ya da bilmeyerek geliyorlardır… Kırılmayanlar budanmaya, budanmasalar dal budak, çalı diken olmaya geliyorlardır. Gelip bakımsız, bakışımsız, katı, katışımsız, karışımsız olarak şehirlere şehirlere çarpıyor, çarpılıyorlardır… Ama geliyorlardır. Mecburdurlar. Alıntı “Kırşehir’den Gelirik” adlı şiirden:
Girdi kaç dövüşe, çıktı kaç kıtlıktan
Yediği ağaç kabuğu
Soldu Mucur’un kavakları
Sebep aman aman aman
Efendim aman
Göçle iflah olan, ferahlayan, refah bulan yok. Var mıdır? Fakat dengini sırtlanmadan, bavulunu omuzlamadan durduğu yerde duramaz hale gelen için huzur da mümkün değildir. Göç bir ihtimal sunar. Destanın da değindiği gibi ülkenin kırsalında kararan umudun güneşinin şehirlerin çeperinde yeniden doğabileceği ihtimalini… Yeniden başlama ihtimali ve deneme seçeneği hayatta kalmayı vaat eden tek seçenekse ne yapılacağı bellidir. “Sivas’tan Gelirik” başlıklı şiirin önceki bölümünde son betiğizş aktarmıştık. Bu defa aynı şiirden başka iki betik alıntalayacağız:
Kocaman büyülü aydınlığın ortasında
Bir kara leke yoksulluk
Bu nasıl bela
Bela ki bela
Ozan eden Ruhsati'yi Veysel'i kör eden
Şah Turna'yı mapus
Yoksulluk.
Söylenir vezir adlarıyla
Gök medrese, görkemli çifte minare
Kemerli, revnaklı, sırlı, ayetli
İzzettin Keykâvus Şifahiye
Biz kurmadık mı
Kimlerin sırtından geçmişti ola?
Adlıları adsız koyan bela
Geldi çöktü yanar ocağımıza
Bizim, yani oğlum Mustafa’nın
Oğlum Ali’nin, karım Nesli’nin
Kızım Döne’nin, kızım Server’in
Yani tümünün ocağına
“Seyran Destanı”nın vurgulanması gereken bir başka yönü daha vardır. Destanın kahramanı göçle biçimlenen göçmenlerdir. Deyim yerindeyse anti kahraman olarak da sahnede Ankara, yani ülkenin başkenti vardır. Bu sahne yapısı şairin, trajik anlatısında konu ettiği sorunun siyasi boyutunun da altını çizme isteği olarak yorumlanabilir. Anti kahramanın, yani Ankara’nın destan için değeri ve önemi simgeseldir ve elbette rejimin başkenti olmasıyla ilgilidir. Ankara demek aynı zamanda siyasi iktidar demektir. Destanda kahramanın karşısında anti kahraman olarak iktidarı simgeleyen Ankara’nın olması bundandır. “Ankara Ankara Güzel Ankara” başlıklı şiirden bir bölüm aktaralım:
Arko, Körko, Karko
Dikildi konduların yumuşak karnına
Yıkıldı bir gecede yirmi kondu
Beyler vardılar belde başkanına
Gördüler belde başkanını
Topuyla copuyla tüfeğiyle
Vurdular, kırdılar, öldürdüler
Yaraladılar ki, onulmaz
Birer çarpı imi kondu
Daha yüz yirmi kondunun kapısına
HER YER İSTANBUL OLMAYINCA
Cumhuriyetin Türk ve İslam kimliğinin şemsiyesi altında tek tipleştirme projesinin bir başka boyutu da her yeri İstanbul yapmak olmuştur. İstanbul aynı zamanda modernleşmenin model şehri olarak kabul görür ve gösterilir. Herkese İstanbul Türkçesi konuşturma girişimi de bunun sonucudur. Ancak her yer İstanbul yapılamayınca İstanbul her yer olur. Dahası “her yer her yer” olur. Bu kadar benzerlik, tekdüzelik çölle eşleşebilir belki. Çölse ancak çıldırtıcı olabilir.
Çıldırmanın eşiğindeki çaresiz halimiz için ancak ağıt yazılabilir.
Öyle bir çağa düştük ki dostlar
Durmadan göğekin biçiyorlar
Ölümden geçilmiyor
Dirim ateşler babasına
Göç yıkıcıdır. Yıkmak her anlamda. Önce göçeni yıkar. Göç veren yeri de, göç alan yeri de yıkar. “Seyran Destanı” için bir yıkımın ve bir yapımın ya da yapım arayışının, yapım tarzının da destanıdır diyebiliriz. Cumhuriyet tragedyası dememiz bunan. Yıkımın da. yapımın da. yapım tarzının da sorumlusu olarak Ankara’nın da destanıdır “Seyran Destanı”.
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.