Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Siyah kurdele

Teknolojinin gücü sayesinde yaşadığımız çağa neredeyse tüm ayrıntısıyla tanıklık ediyoruz. Elbette ki tanıklığın bir de sorumluluğu var.

Acı içindeyiz, yaslıyız, karamsarız. Dilimizin kifayetsiz kaldığı, acıdan, yastan düğümlendiği anlarda, durumlarda şiirin suflör olarak deyim yerindeyse imdadımıza yetişmesidir belki de tutkulu okurluğumuzun nedeni. Öyle değil midir, şiir aynı zamanda ihtiyacı olanı sufle etmez mi? Örneğin Nâzım Hikmet’in şu dizelerinde olduğu gibi:

yine yalan söylüyor antenler:
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...

Şiirin dile dayalı anlatı sanatları içinde acının ve yasın sosyalleştirilmesi ve tarihselleştirilerek paylaşılmasındaki payı her zaman büyük olmuştur. Hikâyesi, dili, biçimi amacına, gerekçesine uygun kurulmuş; anlatısı askıda kalmamış, kalmayan şiirlerinse daha çok ön plana çıktığını söyleyebiliriz.

TABİAT DERSİNDEN SINIFTA KALMAK

Büyük bir yıkımın, yıkıntının ortasındayız. Toplanmışız ya da her birimiz ayrı bir yerdeyiz. Derin bir uçuruma bakıyoruz sanki. Arada kendimizi de yokluyoruz. Olup biteni anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Böyle bir durumda kelimelerin kifayetsiz kalması kaçınılmaz. Öte yandan acının, yasın şiirle dile getirilmesi nerdeyse insanlıkla yaşıt. Modern Türkçe şiirde de acı, yas genellikle ağıt kalıbıyla şiire dönüşmüştür.

Gülten Akın, halk şiirinin ağıt geleneğini modern Türkçe şiire büyük bir incelikle ve duyarlılıkla aktarmıştır. Akın’ın ağıtlarını, anlatısı ve hikâyesi olan şiir örneği olarak da alabiliriz.

Hiçbir şiir nedensiz değildir. Her şiirin bir gerekçesi, bir nedeni vardır. Biçim ve teknik öğeler de elbette şiirin nedenine, gerekçesine ortaktır.

Anlatısı ve hikâyesi olan şiire şöyle açıklık getirebiliriz: Şiirden hem anlattığı hem de yarattığı hikâyeyi şiire dönüştürebilmiş olması beklenir. Bu dönüşümü gerçekleştirememek şiir için önemli bir risk oluşturur. Şunu da kaydedelim: Şiirin hikâyesi başka, şiirin “hikâye olması” başkadır. Beklenen, şiirin hikâye olmadan hikâyesinin olmasıdır. Örneğin hamaset, şairanelik şiirin “hikâye olması”nın başlıca nedenleri arasında sayılabilir. Buna karşın Homeros’un destanları, “hikâye olmadan” hikâyesi olan şiir için önemli örneklerdir.

Modern Türkçe şiirin yüzyıllık dağarcığında da “hikâye olmadan” hikâyesi olan çok önemli yapıtlar söz konusudur.

Gülten Akın’ın 1976’da yayımlanan “Ağıtlar ve Türküler” kitabı da öyle bir yapıttır. Kitaptaki ağıtlarda acı ve yas dile getirilirken başvurulan geleneksel kalıp da dönüştürülerek güncellenir. Akın’ın kitabındaki “Ağıt” başlıklı şiiri okuyalım:

İlk bu sabah
İlk bu sabah

göğü görmedim
İlk bu sabah

kaysı çiçeklerini
Hüzün ilk kez konuk gibi gelmedi
Efendim, ev sahabım

Karacamı suya indiremedim
Şahanım uçurdum döndüremedim
Dağlar

Enikli kapılar kitlendi
Taş avlular sustu, ben sustum
İlk kez bekledim ölümü
Dostu bekler gibi bekledim
Dağlar

Benim acım acıların beyidir
Canıma bir doru kısrakla gelir
Öfkeyi sabırda eritir
Umut yer
Suyunu gözümden içer bir zaman
Dağlar of dağlar

Ağıt deyince anmadan geçemeyeceğimiz bir başka kitap da Ahmet Oktay’ın 1991’de yayımlanan “Ağıtlar ve Övgüler”idir. Oktay’ın kitabındaki şiirler için ağıt demek biraz zor. Şiirlerin havası, bilhassa duygusu daha çok melankoliyle bağdaştırılabilir.

SAYGI DURUŞU

Teknolojinin gücü sayesinde yaşadığımız çağa neredeyse tüm ayrıntısıyla tanıklık ediyoruz. Elbette ki tanıklığın bir de sorumluluğu var. Şu durumda, tabiat dersinden sınıfta kalmış uygarlığın, uygarlaşma tarzının, düzenin, sistemin yaşanan acıda, girilen yasta payının büyük olduğu da açık değil mi?

Acı ve yas için bir başka boyut da unutmamak ve unutturmamaktır. Hatırlardadır; “unutma unutturma”, 1999 Gölcük depreminden sonra slogan olan bir sözdü. Bu bağlamda Ece Ayhan’ı da anabiliriz. Şair, modern Türkçe şiirde toplumsal hafızanın arkeologu olduğu kadar “tarih düşürmenin” de, yani unutulmuşu hatırlatmanın da ustasıdır. “Fakir kuş hiç unutmaz, kitapların yakıldığı yıldı” dizesinde, 12 Mart 1971’de Türkiye’deki baskı koşulları dile getirilir. Şair “Yort Savul”daki şu dizelerindeyse altmış sekiz gençliğinin öncü isimlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmelerine yönelik tepkisini yansıtır:

Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız

Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan şiirde “üç ağır yıldız” olarak imlenirken askeri darbenin kukla hükümeti için kullanılan “hükümet kuşu kanatları yoluk” metaforu dikkat çeker.

Ece Ayhan ve ağıt demişken söz dönüp dolaşıp onun çok okunan ve sevilen şiirlerinden “Meçhul Öğrenci Anıtı”na gelecektir. Kimsenin “Meçhul Öğrenci Anıtı” için modern Türkçe şiirdeki ağıt şiir türünün başyapıtlarından biridir tezine karşı çıkacağını sanmıyoruz. “Meçhul Öğrenci Anıtı” bir ağıttır, ama aynı zamanda kitlesel bir saygı duruşunun sesi ve sözü olduğunu da kaydetmek gerekir. Önce şiiri okuyalım:

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

1970’te yazılan şiirin hikâyesi şöyledir: Hükümettin açık, gizli desteğini alan faşist gruplar altmışlı yılların sonuna doğru üniversitelerin sol görüşlü öğrencilerini hedef alan saldırılarını arttırırlar. Bu saldırılar karşısında öğrenci gençlik katliamların durdurulması istemi ve cinayetleri protesto amacıyla okullarda işgal eylemleri başlatır. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin işgali sırasında, okulun öğrencilerinden Battal Mehetoğlu, 14 Aralık 1969 günü, dışarıdan gelerek okula giren 150 kişilik faşist grubun saldırısı sonucu, vurularak öldürülür… Battal Mehetoğlu’nun için geniş katılımlı bir cenaze töreni düzenlenir. Bu cenaze töreninde annesi bir konuşma yapar. Ece Ayhan, şiiri 1970’te o konuşmadan esinlenerek yazmıştır.

Şiirin çok eski çağlardan bu yana acının, yasın kaydedilmesinde ve paylaşılmasında çok önemli rol üstlenmiş olduğu biliniyor.

Elbette bugün için acıyı, yası, tanıklığı hakikatten kopmadan yazmak, kaydetmek, paylaşmak da günün göğsünde başka türlü bir siyah kurdele olacaktır. Unutmamayı, unutturmamayı sağlayacak seçeneklerden biri de şüphesiz ki kaydetmektir. Unutmayalım, unutturmayalım; kaydedelim!


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi