Doğan Özgüden
Soykırım üzerine Belçika’da Osmanlı oyunları
24 Nisan 2019 Çarşamba günü… Dünyanın tüm ülkelerinde olduğu gibi Brüksel’de de 1915 Ermeni Soykırımı’nın 104. yıldönümü dolayısıyla bir dizi etkinlik, basın açıklaması ve Ixelles’deki soykırım anıtının önünde geleneksel anma töreni…
Ancak etkinlikler bu yıl, diğer yıllara oranla daha farklı bir gerilim içinde sürüyor. Çünkü tüm Ermeni dostlarımız gibi onlarla dayanışmadaki Belçikalı ya da göçmen demokratlar Belçika Temsilciler Meclisi’nden gelecek bir haberi bekliyor. 1915 soykırımı, Irkçılıkla Mücadele Yasası’nda yapılacak bir değişiklikle Yahudi, Ruanda ve Srebrenica soykırımları gibi inkârı suç sayılan soykırımlar listesine dahil edilecek mi?
Belçika’daki Ermeni örgütlerinin bunu sağlamak için haftalardır sürdürdükleri kampanyaya ek olarak Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan da Erivan’daki anma törenleri sırasında Belçika milletvekillerine Ermeni soykırımını inkârı suç sayılan soykırımlar listesine eklemeleri için çağrıda bulunmuştu.
Ermeni soykırımı ile ilgili böylesi gerilimli bir bekleyiş Belçika’da ilk kez yaşanmıyordu. Bundan tam dört yıl önce, 2015’te, soykırımın 100. yıldönümü tüm dünyada özel olarak hazırlanmış programlarla anılırken, Belçika yöneticileri de bir jest yaparak Ermeni soykırımını tanıdıklarını ilan etmişlerdi.
İlk olarak Flaman Parlamentosu, 22 Nisan’da Ermeni soykırımını tanıdığını açıklamış, 18 Haziran’da Belçika Başbakanı Charles Michel, Meclis’te yaptığı bir konuşmada 1915 olaylarını soykırım olarak nitelemiş, 23 Temmuz’da da Temsilciler Meclisi "1915 olaylarından Türkiye'nin sorumlu tutulamayacağı" koşulunu içeren ve Erdoğan’a övgüler yapan bir soykırımı tanıma kararını 8 muhalife karşı 124 oyla kabul etmişti.
Ancak tüm bu jestler, Belçika yönetiminin aynı yıl işlediği bir büyük günahı kamufle etmekten öte gitmiyordu. Çünkü, insan haklarına aykırı tutumu nedeniyle 1996 yılında Europalia Festivali’nin konu ülkesi olmaktan çıkartılmış bulunan Türkiye soykırımın 100. yıldönümüne denk gelen 2015 yılında Europalia Festivali’ne yeniden konu ülke seçilmişti.
Daha 1996 yılında Türkiye ilk kez bu şenliğe konu olarak seçildiğinde, Belçika medyasına yazdığım yazılarla Türkiye’deki insan hakları ihlallerini anımsatarak bu seçimi protesto etmiştim. Belçika demokratik kuruluşlarının da protestoya katılması üzerine Türkiye’yi konu alan şenlik belli olmayan ileri bir tarihe ertelenmişti.
Ancak bu kez Türkiye’de kârlı yatırımları olan iş insanlarının ve Ankara’daki yönetimin dostu bazı politikacıların devreye girmesiyle Europalia Festivali uzun süredir Avrupa’da yalıtlanan soykırım inkarcılarına nefes aldıracak şekilde organize edildi ve Erdoğan Brüksel’de kırmızı halı döşenerek ve Kral tarafından taltif edilerek ağırlandı.
Erdoğan, Belçika yöneticilerinin bu dopingini sadece uluslararası ilişkilerinde, özellikle de Avrupa Birliği ile pazarlıklarında tepe tepe kullanmakla kalmadı, 7 Haziran 2015 seçimlerinde uğradığı yenilgi üzerine kirli manevralara başvurarak ve barış sürecini sona erdirerek organize ettiği 1 Kasım 2015 seçimleri için de propaganda aracı olarak sonuna kadar istismar etti.
Türkiye’de kaybettiği 5 milyona yakın oyu 1 Kasım’da geri alırken, Europalia vesilesiyle organize edilen aşırı milliyetçi ve İslamcı propagandalarla Belçika’daki Türklerden aldığı oy oranını da yüzde 70’e kadar yükseltti.
Bundan dört yıl sonra, 31 Mart’ta yapılan son yerel seçimlerde özellikle metropollerde çoğunluğu yitirerek belediye başkanlıklarını HDP'nin de ayrı aday göstermeyerek dolaylı desteklediği CHP muhalefetine kaptırınca, oyların yeniden sayılmasından seçimlerin yenilenmesini istemeye kadar her çareye başvuran Erdoğan yönetiminin yurt dışında da Ermeni soykırımının 104. yıldönümünü ananlara karşı yine aşırı milliyetçi ve İslamcı söylemlerle saldırıya geçmesi sürpriz değildi.
24 Nisan’ı ülkesinin ulusal günlerinden biri ilan etmiş olan Fransız Cumhurbaşkanı Macron’a karşı hem hariciye teşkilatını, hem de besleme medyasını seferber etmiş olan Erdoğan, dün Ankara'da "Arşivlerimizin Gelişim, Vizyonu ve Tarih Araştırmalarına Katkısı Sempozyumu"nun açılışında büyük taarruzun son noktasını da kendi ağzından koydu:
"Ermeni meselesi ve terörle mücadele üzerinden Türkiye'ye insan hakları ve demokrasi dersi vermeye çalışanların hepsinin kanlı bir geçmişi olduğunu görüyoruz. 25 sene önce Ruanda'da 800 bin insanı soykırımda kimlerin öldürdüğü aşikârdır ve failleri Fransızlardır. Kalkıp bize ders veriyor Fransızlar… Cezayir'de yüzbinlerce insanı katleden, soykırıma uğratan yine Fransızlardır."
Tüm sömürgeci devletler gibi Fransa da eski sömürgelerinde uyguladığı devlet terörü ve insanlık dışı uygulamalardan tabii ki sorumludur, bu gerçek yıllardan beri Fransa’nın demokrat aydınları, medyası ve siyaset adamları tarafından sürekli dile getirilmekte, ama bu eleştirileri yapanlara Türkiye’de Ermeni, Asuri, Grek, Kürt ve Ezidi halklarına, Alevilere karşı işlenen suçların hesabını soran aydınlarımıza yapıldığı gibi "hain" ya da "ajan" damgası vurulmamaktadır.
Kaldı ki, Ruanda soykırımının 25. yıldönümünün dolayısıyla Fransa Cumhurbaşkanı Macron ülkesinin sorumluluğunu araştırmak için 1990-1994 yıllarına ait bu soykırıma ilişkin tüm Fransız arşivlerinin araştırmacı ve tarihçilerden oluşan bir komisyon tarafından inceleneceğini açıklamıştı.
İlgi çeken bir nokta, Ruanda soykırımı ile ilgili konuşmasında Erdoğan’ın sadece Fransa’nın adını telaffuz etmekle yetinmiş, bir başka eski sömürgeci ülke olan Belçika’nın Ruanda’daki soykırımdaki sorumluluğu konusunda tek kelime kullanmamış olmasıdır.
Oysa Belçika’nın sadece eski sömürgesi Ruanda’daki soykırım konusundaki sorumluluğu değil, yine eski sömürgesi olan Kongo’da yapmış olduğu insanlık dışı uygulamalar da gerek Belçika medyası, gerekse insan hakları örgütleri ve siyasal partiler tarafından sürekli tartışılmaktadır. O kadar ki Belçika’nın Ruanda’daki sorumlulukları nedeniyle yıllarca önce eski başbakanlardan Guy Verhofstad’ın yaptığı gibi. 25. yıldönümü dolayısıyla da bu yılın 7 Nisan’ında şimdiki başbakan Charles Michel, Ruanda halkından tekrar özür dilemiştir.
Erdoğan’ın Ruanda soykırımı konusunda Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a en ağır ifadelerle saldırırken Belçika’yı hedef almamasının nedeni bittabi bu ülkenin başbakanlarının Ruanda halkından özür dilemiş olmaları değil.
Macron bu yıl 24 Nisan’ı Ermeni soykırımından dolayı ulusal anma günü ilan ederken, Belçika yöneticileri bu yılın 24 Nisan’ında, geçmişteki günahlarını affettirmek istercesine, dört yıl önce tanımış oldukları Ermeni soykırımının inkârı suç sayılacak soykırımlar listesine dahil edilmesini engellemek için ellerinden geleni artlarına koymadılar.
Yahudi soykırımın yıllardır tek başına yeraldığı bu listeye Ruanda ve Srebrenica soykırımlarının da konulmasını öngören ve 24 Nisan’da Meclis’te görüşülmesi beklenen öneriye Ermeni soykırımının da eklenmesi için üç milletvekili, cdH’tan Christian Brotcorne, DEFI’den Olivier Maingain ve N-VA’dan Peter De Roover tarafından yeni bir önerge sunulmuştu.
Bu yeni önerinin Meclis’te kabulünü engellemek için Türk lobisinin tüm medya kuruluşları ve örgütleri seferber oldu.
Aynı zamanda Belçika’daki tüm Türk camilerini TC adına kontrol altında tutan Diyanet Vakfı’nın genel müdürü ve Belçika İslam Kurumları Eşgüdüm Konseyi sözcüsü olan Coşkun Beyazgül’ün başkanlığındaki Belçika Türk Sivil Toplum Koordinasyonu (BTSTK) 19 Nisan’da Belçika siyasal partilerine yönelik bir açıklama yaparak Belçika Türklerinin bu önergeden tedirgin olduğunu, bunun için Temsilciler Meclisi'nde 24 Nisan’da yapılacak görüşmeleri yakından takip edeceklerini duyurdu.
BTSTK yöneticileri ardından da Brüksel Bölge Hükümeti Başbakanı Rudi Vervoort’u ziyaret ederek bu değişiklik önergesinin kabulüne karşı çıkması isteminde bulundu.
Tam da önergenin görüşüleceği 24 Nisan günü BTSTK yöneticileri, Ermeni soykırımı konusundaki inkârcı tutumuyla tanınan Saint-Josse Belediye Başkanı ve Brüksel milletvekili Emir Kır’ın eşliğinde Sosyalist Parti Genel Başkanı Elio Di Rupo’ya da bir ziyarette bulunarak Meclis’teki sosyalist milletvekillerinin bu değişiklik önergesinin kabulünü engellemesini istediler.
Sosyalist Parti üyesi Emir Kır, Türk medyasına yaptığı bir açıklamada inkârı suç teşkil edecek soykırımlar listesine Ermeni soykırımının da eklenmesine partisinin esasen karşı olduğunu belirterek şöyle diyordu: "Bir uluslararası mahkeme kararı olmadan parlamentoların alacağı kararlar sağlıklı olmaz. Eşitlik, adalet duygusuna aykırı olacağı gibi Birleşmiş Milletler’in ‘soykırım’ tarifine de uymaz. Kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı Perinçek kararı var. Şimdi Ruanda ve Bosna’daki soykırımlar bağlamında bazı maddelerin genişletilmesiyle Türkler cezalandırılmak ve Türklere bir bedel ödetmek isteniyor."
Sosyalist Parti’nin bu tavrının nedeni açıktı… Belçika’da 26 Mayıs’ta parlamento, bölge meclisleri ve Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacaktı. Son kamuoyu yoklamaları Sosyalist Parti’nin hem Valon bölgesinde hem de Brüksel’de Yeşillerin partisi Ecolo’ya ve radikal sol PTB’ye oy kaptıracağı ve birinci parti olma ayrıcalığını yitireceğini gösteriyordu. Bu bakımdan Türkiye seçimlerinde ezici çoğunlukla Erdoğan’ı ve sağcı partileri desteklerken Belçika’da şimdiye kadar en büyük desteği kendisine veren Türk seçmenleri sırf bu yasa değişikliği nedeniyle kaybetmekten korkuyordu.
Bu nedenledir ki, Türklerin yoğun bulunduğu Schaerbeek ve Saint-Josse belediyelerinde tüm Türk işyerlerinin, kahvelerinin vitrinleri, hatta Türk ailelerin oturdukları evlerin pencereleri, balkonları daha şimdiden başta Emir Kır olmak üzere Sosyalist Parti’li Türk adayların rengarenk afişleriyle donatılmıştı.
Sosyalist Parti cenahında bunlar olurken hükümet ortağı Liberal Parti (MR) de Türk lobisinin değirmenine su taşıyordu.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Cavuşoğlu, 23 Nisan’da Brüksel’de Belçika Başbakan Yardımcısı, Dışişleri ve Savunma Bakanı Didier Reynders ile son derece dostane görüşmelerde bulunmuş, ilişkileri pekiştirmek üzere Belçika’daki seçimlerden sonra İçişleri, Dışişleri ve Adalet bakanlarının katılacağı bir üçlü toplantı yapacaklarını açıklamıştı.
Bu görüşmelerin perde arkasındaki konusu ise, hiç kuşkusuz, Reynders’in 26 Mayıs seçimlerinden sonra Avrupa Konseyi genel sekreterliğine adaylığını koymuş olmasıydı. Konsey’in en büyük üye ülkelerinden biri olarak Türkiye’nin desteğini elde etmek son derece önemliydi.
Didier Reynders, Çavuşoğlu’yla görüşmelerinin ertesi günü de Türk Özel Sektör Derneği (TÖSED)’in Brüksel ofisinin açılışı nedeniyle düzenlenen törende baş davetliydi. "Belçika ve Türkiye olarak yaklaşık 10 milyar avroluk ticaret hacmine sahibiz. Belçika’nın Türkiye'de önemli yatırımları var. Türk şirketlerini de Belçika'da yatırıma çağırıyoruz. Özellikle Afrika kıtasında ve Irak gibi üçüncü ülkelerde Türkiye ve Belçika şirketlerinin iş birliği yapması gerekir" diyordu.
İşte böylesi bir ortamda Ermeniler, 24 Nisan günü Brüksel’in sokaklarında adalet isteyen pankartlar taşıyıp sloganlar atarak yürürken, birkaç yüz metre ötedeki tarihî Meclis binasında Adalet Komisyonu inkârı suç sayılacak soykırımlar listesini tartışıyor, sonuçta Hümanist Demokrat Merkez (cdH), Brüksel Frankofon Partisi (DEFI) ve Flaman Milliyetçi Cephesi (N-VA)’nın Ermeni soykırımının da listeye dahil edilmesi önerisi Sosyalist Parti (PS), Flaman Sosyalist Parti (SP.A), Liberal Parti (MR), Flaman Hıristiyan Parti (CD&V), Yeşiller (Groen-Ecolo) ve Flaman Liberal Parti (Open-VLD)’nin oylarıyla reddedilecekti.
Red için gösterdikleri gerekçe, Yahudi, Ruanda ve Srebrenica soykırımlarının bu niteliği uluslararası bir mahkeme tarafından karara bağlanmışken, Ermenilerin soykırıma uğradığının şimdiye kadar hiçbir uluslararası mahkeme tarafından karara bağlanmamış olmasıydı.
Oysa Ermeni Soykırımı bugüne kadar 28 ülke, ABD’de 41 eyalet tarafından olduğu gibi Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Konseyi dahil birçok uluslararası kuruluş tarafından tanınmış bulunuyor.
Uluslararası bir mahkeme tarafından hükme bağlanmamış olduğu bahanesiyle kaytarmanın tek nedeni Ankara ile son derece verimli ekonomik ve ticari ilişkileri sorunsuz sürdürmek, aynı zamanda yaklaşan seçimlerde Türk seçmenlerin oylarını başka partilere kaptırmamaktır.
100. yıldönümünde Belçika Meclisi’nin Ermeni Soykırımı’nı tanıma kararına fincancı katırlarını ürkütmemek için "1915 olaylarından Türkiye'nin sorumlu tutulamayacağı" cümlesi eklenmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun farklı dönemlerde Ermeniler ile empati kuran açıklamalar yapmalarının memnuniyetle karşılandığı belirtilmiş, Ermeni Soykırımı’nı inkâr etmenin suç sayılması önerisi bugün olduğu gibi o gün de reddedilmişti.
Gayet iyi bilinir, Osmanlı’da oyun çoktur…
Korkumuz odur ki, Türkiye Avrupa demokrasi standartlarına uysun diye kavga verile dursun, 2, Viyana kuşatmasının çöküşünden üç asır sonra Erdoğan komutasında yeni bir fütuhata hedef olan Avrupa giderek Osmanlı oyunlarına büyük hızla ayak uydurmaktadır.