Ali Duran Topuz
Suç imkansız diye sevinme, savunma daha da imkansız olabilir!
“Kamu görevlilerini hedef gösterme” suçlamasıyla ifadem talep edildiğinde (evet şanslıydım, gözaltı yoktu, ifadeye davet edildim) önce çok rahattım. Suçlama hukuken “zayıf” bile değildi, neredeyse imkansızdı.
Fakat suçlamaya karşı diyeceklerimi kafamda toplarken, savunmanın hiç kolay olmadığını fark ettim. Suçu işlemiş olduğum için değil, suçu işlemenin imkânsız olması nedeniyle. “Öyle bir suç mümkün değil” ise ve siz onunla suçlanıyorsanız, zaten suçlayanları değiştirecek bir savunma da mümkün değildir.
Evet, Terörle Mücadele Kanunu’nun altıncı maddesinin birinci fıkrasındaki suçlamayı kast ediyorum.
MEHMET EMİN AKTAR’IN VECİZ VURGUSU
En son söz konusu madde ile suçlanarak ev baskınıyla gözaltına alınan Evrim Kepenek, Sibel Yükler, Evrim Deniz ve Delal Akyüz adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı; Fırat Can Arslan tutuklandı. Adli kontrol şartı getirilenler, hakim ve savcıların yer değiştirmelerine ilişkin bir haberi “retweet” etmişlerdi. Fırat Can Arslan ise “haberi yazmış”tı.
Biraz daha açık yazalım: Daha önce 20 gazetecinin gözaltı ve tutuklama sürecinde soruşturmayı yürüten ve kararı veren hakim ve savcının, HSK tarafından başka yerlere atanması haberiydi “terör örgütlerine hedef gösterme” suçlamasına yol açan şey.
Gözaltılar sürerken, Diyarbakır Barosu’nun eski başkanlarından avukat Mehmet Emin Aktar, işin özetini çok açık biçimde yazdı:
“Resmi Gazete’de yayınlanmış olan ve Hakimler Savcılar Kurulu’nun web sitesinde açıkça yer alan “yer değiştirme suretiyle atanma” bilgisini tweet ile paylaşarak haberleştiren ve bu tweet'i RT eden toplam beş gazetecinin gözaltına alınması sadece basın özgürlüğünün ihlali değil, yasanın verdiği soruşturma yapma yetkisini keyfi kullanmak suretiyle, kişi güvenliği hakkının da açıkça ihlalidir.”
TMK MADDE 6/1 NE DİYOR?
Aslında Aktar’ın ifadeleri, savunmanın neden imkânsız olduğunu ortaya koyuyor: Savunma imkânsız, çünkü gereksiz, çünkü aslen böyle bir suçlama imkan dışı. Ürkütücü olan da bu.
Kanun maddesine bakalım önce:
Madde 6 – İsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef gösterenler bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Önce bu (berbat biçimde yazılmış) maddedeki temel bir tanıma bakalım: “Terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar ve yayınlayanlar.”
Kim kastediliyor? Terörle mücadele görev almış kamu görevlileri kimler? Hakim ve savcılar olabilir mi?
Maddeyi eğer, soruşturmayı yürüten savcılık gibi, “Evet, hakim ve savcılar kast ediliyor” diye anlayacaksak, ortaya şöyle tuhaf bir durum çıkar: Hakimlerin isimleri gizli değildir. Savcıların isimleri gizli değildir. Hakimlerin verdikleri kararlar gizli değildir. Savcıların yaptıkları işlemler gizli değildir (soruşturmanın gizliliği bu maddeyle tamamen ilgisiz bir meseledir.) Terör soruşturması yapsalar da, Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde hüküm kursalar da bu durum değişmez, yargılama açık yapılır. Savcıların iddianamelerde, mütalaalarda, itiraz ve temyiz başvurularında isimleri vardır; keza hakimlerin de ara kararlarda, müzekkerelerde ve kararlarında isimleri vardır.
KANUN KOYUCU ABESLE İŞTİGAL ETMEZ
Dolayısıyla “kanun koyucu” hakim ve savcıların isimlerinin “açıklanmasını”, “hedef gösterme suçunu oluşturan fiil” olarak görmüş olamaz; görse onu da yazardı. Görseydi, önce bu isimlerin gizli tutulmasını, yazılmamasını ve yayınlanmamasını kanun haline getirirdi. Bu maddeye dayanarak yürütülen soruşturmalar açıkça kanun koyucunun abesle iştigal ettiğini öne sürüyor!
Malum, yargılama kural olarak alenidir. Aleni yargılamada verilen kararlar da alenidir, doğası gereği kararı alanlar da alenidir. O halde, zaten aleni olanı yeniden alenileştirmekle “hedef gösterme suçu” gerçekleşmez. Örneğin Abdullah Öcalan yargılamasını yapan heyetin tamamının adı, sanı ve meslek hayatlarında yapıp ettikleri çarşaf çarşaf haber olmuştu; kimsenin aklında bu madde gelmemişti.
Kanun maddesindeki, “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar” derken, bu hüviyetin “açıklanmamış” olduğunu ve “yayınlanmamış” olduğunu var sayıyor. O halde ismi açık, aleni olanları kast etmiyor. Zaten aynı maddenin üçüncü fıkrası şöyle bir hüküm içeriyor:
“Bu Kanunun 14 üncü maddesine aykırı olarak muhbirlerin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Diyor ki bu fıkra, “muhbirlerin hüviyetini açıklamak ve yayınlamak” da suçtur. Çünkü kavramın doğası gereği “muhbir”in adı “gizli tutulmakta”dır. Adı açık, biliniyor olsa, muhbir olamaz. İşte TMK 6’ıncı maddenin birinci fıkrasında kast edilen “terörle mücadelede görev almış kamu görevlileri”, üçüncü fıkrada belirtilen muhbir gibi adı gizli tutulan ve tutulması gereken kişilerdir. Nitekim MİT Kanunu’nda da paralel maddeler vardır. Kast edilen hüviyeti “gizli” olan, bilinmesi halinde tehlike altına girecek kişilerdir. Aleni yargılama ile karar veren hakimler, bu kararların alınmasını sağlamak üzere soruşturma yürüten ve muhakemede rol oynayan savcılar zaten ismen bilinen kişiler olmakla, adlarının yazılması, yayınlanması “hedef gösterme” suçunu oluşturamaz. Öyle olsa kararlarına imza atmazlar.
ESKİDEN BERİ HABERİ YAPILAN İŞLER
Son gözaltı ve tutuklamada, daha önce gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanması kararında rol oynayan hakim ve savcılar, HSK tarafından başka yere atanmaları üzerine haberleştirilmişlerdir. Gazetecilerin gözaltına alınması, dikkat çekici, kamuoyunun merakını celp edici hadiselerdendir, haliyle bu kararları alan kişiler de kamuoyunda bilinir kişiler haline gelirler. Atanmaları da haber olur. Esasen, bütün hakim ve savcı atamaları eskiden beri haberleştirilir, kamuoyunda ses getirmiş kararlara imza atanlar da bu yönleriyle haberlerde yer alırlar.
Aleni kararlar alanlar, aleni kararname ile atanmış oldukları halde haber yapılmışlarsa ve hedef gösterme suçunu oluşturuyorsa, ya HSK’nin atama kararları da hedef gösteriyordur ya da kimse hedef göstermiyordur. Tecrübeli üstad avukatlardan Aktar’ın dikkat çektiği ikinci nokta bu bakımdan önemlidir: “… beş gazetecinin gözaltına alınması sadece basın özgürlüğünün ihlali değil, yasanın verdiği soruşturma yapma yetkisini keyfi kullanmak suretiyle, kişi güvenliği hakkının da açıkça ihlalidir.”
Tutuklama kararı da, adli kontrol kararları da hukuka aykırıdır, çünkü hukuka uygun bir soruşturma yoktur ortada. Soruşturma yetkisinin keyfi kullanılması ile karşı karşıyayız gerçekte, Aktar’ın vurguladığı gibi.
Peki nasıl oluyor bu? Bu soruşturmayı yürüten savcılar, soruşturma içinde karar veren hakimler filan hukuku bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Hem de çok iyi biliyorlar. Burada olan bitenin “hukuk tartışması” olmadığını da çok iyi bildikleri gibi.
Olan biten, iktidarın medya stratejisinin yargı eliyle mutlak biçimde korunmasıdır: Haber alma ve verme hakkı, en geniş planda ifade özgürlüğü tamamen sıfırlanmıştır Olası bütün boşluklar da kanun maddelerini tersine çevirerek, soruşturma kurallarını tepetaklak ederek doldurulacaktır. Böylece enformasyon akışı tamamen imha edilecektir. Evrim Kepenek’in bileğine takılıp fotoğrafla herkese gösterilen kelepçe esasen bilgiye vurulan kelepçedir.
Gazetecilerin gözaltı gerekçesi: Savcı ve hakimin tayin haberini paylaşmak