Nurcan Kaya
Süryaniler ‘azınlık’ oldu da sonra ne oldu?
Geçen haftaki yazımda Getronagan Ermeni Lisesi’ni anlatırken, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Gayrimüslimlerin kendi eğitim kurumlarını kurup yönetme hakları olduğundan söz etmiştim. Cumhuriyet Türkiyesi’nde bu hakkı kaybeden halklardan biri Süryanilerdi. Anadolu’daki son okulları 1928 yılında kapanan Süryaniler, Gayrimüslim bir azınlık olmalarına rağmen, tüm Gayrimüslim azınlıkların kendi dillerinde eğitim verebilecekleri okullar kurup yönetme haklarını güvenceye alan Lozan Antlaşması’ndaki korumadan* yararlanamadılar. Antlaşma ile güvenceye alınan haklardan ‘ilginç’ bir şekilde yalnızca Ermenilerin, Rumların ve Musevilerin yararlanabileceğine karar vermişti devlet.
Süryaniler, on yıllar boyunca bu ülkede ‘azınlık’ olduklarını ve Lozan Antlaşması ile güvenceye alınan azınlık haklarından yararlanmaları gerektiğini anlatmaya çalıştılar. AB reformlarının birer birer Parlamento’dan geçtiği 2000’li yıllarda kendi dillerine, kültürlerine ilişkin çalışmalar da yürütecek olan yeni kurumlar/dernekler kurmaya başlayan Süryaniler, nihayet 2012 yılında kendi anaokullarını açmak için İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvuru yaptılar. Başvuruları, ‘azınlık’ olmadıkları gerekçesiyle reddedildi. İdare Mahkemesi’ne açtıkları iptal davasını kazanan Süryanilerin ‘azınlık’ oldukları ve dolayısıyla kendi okullarını açma hakkına sahip oldukları, sonunda, bir mahkeme kararı ile kesinleşmiş oldu.
Bu mahkeme kararının ardından Süryaniler İstanbul’da bir anaokul açtılar. 2014-2015 öğretim yılında İstanbul’da faaliyete geçen Mor Efrem Süryani Anaokulu, Cumhuriyet döneminde Süryanilerin açtığı ilk okul oldu. İlk yıl 30 civarında öğrenciyle eğitime başlayan okul, ikinci yıl öğrenci sayısını 47’ye çıkarmayı başardı. Bu yıl da 48 öğrencisi olan okulun artık Süryani toplumunda kabul gördüğüne, sürdürülebilir bir niteliğe kavuştuğuna inanılıyor.
Bugün Türkiye’de 25.000 civarında Süryani’nin yaşadığı, bunların yüzde 85’inin ise İstanbul’da olduğu tahmin ediliyor. İstanbul’da anaokulu çağında 400 öğrencinin olduğu ve bunların 200’ünün Mor Efrem Süryani Anaokulu’nun bulunduğu Yeşilköy ve yakınlarındaki Florya, Bakırköy gibi semtlerde yaşadığı tahmin ediliyor. Dolayısıyla Okul, Süryani öğrencilerin yüzde 25 kadarına ulaşmış durumda. Bu, dışarıdan bakıldığında düşük bir sayı gibi görünse de eğitime henüz 3 yıldır devam eden bir ‘azınlık’ okulu için oldukça önemli bir sayı. Kolay değil sonuçta İstanbul gibi bir metropolde yaşayan, belki yarısı anadilini hiç ya da iyi bir seviyede konuşamayan, imkânı olanların – diğer toplumlarda olduğu gibi – çocuklarının özel okullarda öğrenim görmesini istediği bireylerden oluşan bir toplumda ebeveynleri çocuklarını Süryani bir anaokuluna göndermeye ikna etmek.
Okul, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı; dolayısıyla okulda diğer anaokullarında uygulanan müfredat uygulanıyor. Okulun diğer anaokullarından farkı ise, Türkçe, Süryanice ve İngilizce, yani üç dilde eğitim veriyor olması. Okula gelen öğrencilerin bazıları evde konuşulduğu için Süryaniceyi bilerek geliyor; bazıları ise hiç bilmeden gelip okulda öğreniyor. Özel okul statüsünde olan anaokulunda öğrenciler için ‘normalde’ kayıt ücreti alınıyor ancak öğrencilerin önemli bir kısmı için kayıt ücretinde yarıya varan oranda indirim yapılıyor. Her veli imkânı ölçüsünde ücret ödüyor denilebilir. Bu nedenle okulun giderlerini karşılamak için yöneticilerin hayırsever Süryanilerden bağış toplaması gerekiyor.
Okulun kuruluş sürecinde ve faaliyetlerine devam ederken karşılaştığı en büyük sorun maddi sıkıntı olmuş. Okul, kurulduğu yıl, özel okullarda öğrenim gören öğrencilere ödenmesine başlanan teşvik bursundan henüz şartlara uyamadığı için yararlanamamıştı. Sonraki yıl 22 öğrenci için teşvik bursuna başvuru yapılmış; bunların 15’ine burs verilmişti. Bu yıl ise 16 öğrenci için başvuru yapılmış ancak yalnızca 2 öğrenciye burs verilmiş. Bu gelişme okulu epey sıkıntıya sokmuş. "İmkânı olmayanların en azından bir kısmına devletin teşvik bursu vermesi iyiydi. Bunun çoğaltılması gerekirdi, aksine azaldı." diyor görüştüğüm bir Süryani yetkili.
2015 yılında görüştüğüm bir Süryani vakıf yöneticisi, sonraki yıl bir ilkokul açma arzusunda olduklarını anlatmıştı. "Anaokul açmak neyse ama ilkokul açmak için, özellikle okul binası kiralamanın maliyeti çok fazla" diyordu. Bugün görüştüğüm bir vakıf yöneticisi de tam da bu nedenle henüz ilkokul açma başvurusunda bulunamadıklarını ancak ne olur olmaz diyerek eğitim programı hazırlamaya başladıklarını söylüyor. İlkokul açmanın, çocukların Süryanice eğitim veren bir okulda öğrenim görmelerinin Süryanicenin ve Süryani kültürünün yeni kuşaklara aktarılması için elzem olduğunu söyleyen yönetici, "Kendi kuşağım ilkokul açmayı başaramazsa sonraki kuşaklar muhtemelen bunu yapamayacaklar, zira insanlar yıldan yıla kültürlerinden uzaklaşıyorlar." diyerek geleceğe dair kaygısını dile getiriyor.
Mardin ve Midyat’ta yaşayan Süryaniler de arzu etmelerine rağmen, devlet desteği olmadan Süryanice eğitim veren bir anaokul ya da ilkokul açma şansına sahip değiller.
Sonuçta eğitim verme devletin görevi ve bu görevi bazı azınlık vakıfları çok dilli eğitim vererek yerine getiriyor. Bu noktadan bakıldığında bile azınlık okullarının giderlerinin devlet tarafından karşılanması gerektiği apaçık görülür. Kaldı ki Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri, Lozan Antlaşması** ve Anayasa tarafından güvenceye alınan eşitlik ilkesi, devletin azınlık okullarının giderlerini karşılamasını gerekli kılıyor. Yıllardır, azınlık okullarının çözüm bekleyen pek çok başka sorununun yanı sıra, maddi sıkıntılarını ve devlet bütçesinden neden pay almaları gerektiğini dile getiriyoruz. 2013 yılında Meclis’e yaptığımız bir ziyaret sırasında görüştüğümüz tüm siyasi partilere mensup milletvekilleri azınlık okullarının giderlerinin devlet bütçesinden karşılanması gerektiğini söylemişlerdi. Tüm siyasi partilerin nadiren de olsa hemfikir olduğu konulardan biriydi bu ancak ‘nedense’ bugüne kadar bu konuda olumlu bir adım atılmadı. Kim bilir, belki Gayrimüslim azınlıklara tanınacak bir hakkın yarın öbür gün Kürtlere ve diğer topluluklara da tanınabileceğinden korkuluyordur…
Ne diyelim, insan hakları savunucuları olarak biz eşitlik ve adalet için bu talepleri dile getirmeye devam edeceğiz. İyice duyulana, karşılık buluncaya dek…
*Lozan Antlaşması’nın 40. Maddesi: "Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapına bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır."
**Lozan Antlaşması’nın 41/2. Maddesi: "Müslüman olmayan azınlıklara ilintili Türk yurtdaşlarının önemli oranda bulundukları kentlerde ya da kasabalarda, bu azınlıklar Devlet bütçesi Belediye ya da benzeri bütçelerde eğitim, din, ya da yardım amacıyla genel gelirlerden verilecek paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda hakça bir pay alacaklardır. Söz konusu paralar ilgili kurumların, yetkili temsilcilerine ödenecektir."