Doğan Özgüden
Suudi polisiyesi ve Suudi'nin Türkiye'deki asıl cürümleri…
Türk siyaseti ve onun borazanı Türk medyası günlerdir Suudi gazeteci Kaşıkçı'nın ortadan kaybolması üzerine binbir spekülasyonla sarsılıyor. Sadece onlar mı? ABD'siyle ve de AB'siyle tüm süper güçler de bu olay üzerine birden bire Suudi ülkesi despotlarının kriminel rejimi konusunda duyarlı hale gelip Hercule Poirot ve Komiser Columbo kesildiler.
Sanki onyıllardır bu çağdışı rejimi destekleyen, en can alıcı silahları satan, kadınların kara tesettür altında köle muamelesi görmesine göz yummak bir yana, oraya gönderdikleri devlet temsilcisi kadınların da örtülere bürünmek zorunda bırakılmasından hiç de rahatsız olmayanlar sanki onlar değil…
Hele Türkiye… 50'li yıllarda Orta Doğu'da anti-emperyalist uyanışın güçlenmesi, Sovyetler Birliği'nin bölgedeki etkinliğinin artması karşısında Eisenhower Doktrini'ne uygun olarak ABD'nin islamı politize etmek ve müslüman ağırlıklı tüm ülkelerde gerici iktidarlar oluşturmak için başlattığı kampanyaya ilk katılan ülkeler CENTO üyesi Türkiye, İran ve Pakistan değil miydi?
Daha sonraki yıllarda bu seferberliğin komutasını petrol ve Hac zengini Suudi Arabistan üstlenecek, Türkiye dahil tüm İslam çoğunluklu ülkelerde ABD uşağı rejimler oluşturmak için Müslüman Kardeşler örgütünü kullanacaktı.
Türkiye'deki islamcı örgütlenmenin Menderes zamanında başlayıp Demirel iktidarında nasıl güç kazandığını, sol, anti-emperyalist ve devrimci örgüt ve kişilere karşı nasıl alçakça bir imha ve sindirme kampanyası başlatıldığını daha önceki yazılarımda defalarca dile getirmiştim.
1967 Ekim'inde bizim Ant Dergisi de bu kampanyada doğrudan hedef alınmış, tarihi Tan Matbaası'nın mülkiyetine elkoyan ümmetçi işadamları dergimizin bu matbaada dizilip basılmasını yasaklamışlardı.
Bu yasaklamadan sonra ümmetçi İttihad gazetesi "Daha dur bakalım, büyüğü geride. Artık isteseniz de, patlasanız da, çatlasanız da, Bâbıâli'ye el attık. Rotatifler, Kur'an ve iman hakikatlerinin neşrinde çalışacak. Müslüman gazetelerin sayısı daha da artacak; matbaaların, dağıtım şirketlerinin en yenisi, en moderni müslümanlara hizmet edecek. Tekniğin meşru dairedeki herşeyi islamiyete, onun hadimlerine hizmet edecek" diye zafer naraları atıyordu.
Bugün gazetesinde de Mehmet Şevket Eygi "Türkiye'de komünizmin himaye edildiğine, islamiyetin ise baltalandığına dair apaçık deliller vardır. Artık müslümanlara düşen vazife, uyanık ve hazırlıklı olmaktır. Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek vardır. Endonezya'daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu" diye yazarak katliam çağrıları yapıyordu.
Tüm bunlar dönemin başbakanı Süleyman Demirel'in hiç de umurunda değildi, belki de gurur duyuyordu… 26 Ocak 1968'de yaptığı bir basın toplantısında irtica tehlikesiyle ilgili eleştirilere "İrticanın memlekette geniş bir teşvik gördüğü ve irticaa müstenit bir seçim ve iktidar düzeni yaratılmak istendiği iddiası her türlü delilden mahrumdur" diyebiliyordu.
Her sabah uyanır uyanmaz Kur'an okuduğu, müslüman bir ailenin çocuğu olduğu reklam edilen, Hacıbayram Camii'nde başında takke ile namaz kılarken foto muhabirlerine poz veren Demirel'den bundan başka bir konuşma beklemek de zaten yanlış olurdu.
Göreve inşallah ve maşallah ile başlamış olan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da irticanın gemi azıya aldığı günlerde Suudi Arabistan'ı ziyaret edip umre yaparak yarım hacı olmuştu.
Cumhurbaşkanı ve başbakanın hoşgörüsünden, belki de teşvikinden yararlanan islamcı kuruluşların 3 Mart 1968'de Taksim Meydanı'nda organize ettiği Şahlanış Mitingi'ndeki kan kokan sloganlar, ABD himayesinde örgütlenen İslamcıların artık Türkiye'de Endonezya örneği bir kan banyosuna hazırlandığını somut olarak gösteriyordu…
Bunun üzerine Ant Dergisi'nin 19 Mart 1968 tarihli 64. sayısında Türkiye'de irticanın nasıl örgütlendiğini, kimler tarafından nasıl yönetildiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bir analiz ve de bu örgütlenmenin ayrıntılı bir şemasını yayınladık.
Bugünü 50 yıl önceden öngören o yazının önemli bölümlerini aynen paylaşıyorum.
TÜRKİYE'DE İRTİCA HAREKETİNİ KİMLER, NASIL İDARE EDİYOR?
Türkiye'de irtica Ortadoğu'daki Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile bağlantılı olarak faaliyet göstermektedir. Müslüman Kardeşler'in görünürdeki amacı, bütün dünyadaki müslüman halkları şeriat üzerine kurulmuş tek bir devlet halinde toplamaktır. Uluslararası bir nitelik taşıyan Müslüman Kardeşler hareketinin ardında ise Anglo-Amerikan emperyalizmi bulunmaktadır. Özellikle Ortadoğu'daki Arap devletlerinde milliyetçi ve sosyalist akımların kuvvetlenmesi, iktidarları ele geçirmesi üzerine petrol çıkarlarını tehlikede gören Anglo-Amerikan emperyalizmi, islamı politize etmek gereğini duymuş ve Müslüman Kardeşler hareketini CIA vasıtasıyla desteklemeğe başlamıştır.
Ortadoğu'daki Müslüman Kardeşler hareketini Suudi Arabistan Kralı Faysal himaye etmektedir. Suudi Arabistan ve Ürdün krallıklarıyla petrol şeyhliklerinde esasen iktidarı elinde bulunduran gerici kuvvet, bir yandan Suriye, Irak ve Birleşik Arap Cumhuriyeti gibi anti-emperyalist ülkelerde hükümet darbeleri yaptırarak iktidarları ele geçirmek için çalışırken, bir yandan da Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerde şeriata dayanan rejimler kurulmasını sağlamak için yoğun bir faaliyet göstermektedir.
Müslüman Kardeşler, Ortadoğu'da gerici hareketi tek elden yürütmek üzere merkezi Mekke'de olan bir İslam Dünyası Birliği kurmuştur. Arapça adı Rabıtat-ül Alem-il İslami olan bu örgütte bütün Ortadoğu ülkelerinin ve diğer Asya-Afrika müslüman ülkelerinin temsilcileri bulunmaktadır.
Bu birliğin kurucuları arasında Türkiye adına da eski DP ve AP milletvekillerinden Ahmet Gürkan ile Sebilülreşat Dergisi sahibi Salih Özcan yer almaktadır. Ahmet Gürkan, daha önceki dönemde Türk Parlamento Heyeti'nin başkanı olarak Suudi Arabistan'a gitmiştir.
İslam Dünyası Birliği Türkiye'deki irticai faaliyeti İlim Yayma Cemiyeti aracılığıyla yürütmektedir. Türkiye'deki hareketin beyni durumunda olan İlim Yayma Cemiyeti'nin 17 şubesi ve 35 milyon liralık yıllık bütçesi vardır. Müslüman Kardeşler, İlim Yayma Cemiyeti'nin himayesinde şeriatçı düzenin kadrosunu hazırlarken, bir yandan da devlet sektöründe çeşitli kilit noktaları ele geçirmekte, bu arada sağcı dernekleri de kontroluna alarak gerici hareketin vurucu kuvvetini meydana getirmektedir.
İrtica propagandası ise özellikle üç gazete tarafından yürütülmektedir. Bunlar Babıalide Sabah, Bugün ve İttihad gazeteleridir.
Babıalide Sabah Gazetesi aynı zamanda Türkiye–Suudi Arabistan Dostluk Cemiyeti'nin de karargahıdır, kurucusu Muammer Topbaş sık sık Suudi Arabistan'a giderek Müslüman Kardeşler ile teması sürdürmektedir.
Bugün Gazetesi'nin sahibi Mehmet Şevket Eygi de, halen "hac" farizasını ifa etme gerekçesiyle Suudi Arabistan'da bukunmaktadır.
Son zamanlarda haftalık olarak yayınlanmaya başlayan İttihad Gazetesi sahibi de Suudi Arabistan'ı sık sık ziyaret etmektedir ve son defa Cumhurbaşkanı Sunay'ın bu ülkeyi ziyareti sırasında kendisini karşılamıştır.
Müslüman Kardeşler, Türkiye'de duruma tam anlamıyla hakim olabilmek için ekonomi alanında da etkinlik sağlanması gerektiğini dikkate alarak büyük savaşı bu alanda vermektedir. Özel teşebbüs alanındaki mücadele "yahudi ve mason aleyhtarlığı" şeklinde yürütülmektedir. Bu mücadelenin beyni ise Odalar Birliği Genel Sekreteri olan Prof. Necmettin Erbakan'dır. Kendisi aynızamanda İlim Yayma Cemiyeti Müşavere Heyeti'ndedir.
Türkiye Odalar Birliği ile İlim Yayma Cemiyeti arasındaki koordinasyon bu birliğin İstanbul İrtibat Bürosu tarafından sağlanmaktadır.
Türkiye Odalar Birliği içerisindeki bu ümmetçi çalışmalarda Necmettin Erbakan ile muavini Rıfat Boynukalın'ın karşısında birlik başkanı Sırrı Enver Batur yer almaktadır. Ancak, Zıraat Odaları Birliği Genel Başkanı Fahri Tanman ile sıkı işbirliği kuran Erbakan'ın Odalar Birliği personeliyle topluca cuma namazları kılması ve kilit noktalara ümmetçilerin getirilmesi Batur'u güçsüz kılmış bulunmaktadır.
Müslüman Kardeşler, özel sektör alanında son olarak da Akbank'ın büyük ortaklarından Sakıp Sabancı'ya çengel atmışlardır. İlim Yayma Cemiyeti ile Türkiye Odalar Birliği arasında koordinasyon kurarak özel sektörde hakimiyeti ele geçirmiş buliunan Necmettin Erbakan, Müslüman Katrdeşler tarafından, Ant'ın önceki sayılarında da açıklandığı gibi, Demirel'in yerine başbakan olacak adam olarak görülmektedir.
Müslüman Kardeşler AP içerisinde de önemli bir kuvvet teşkil etmektedir. Milliyetçiler Derneği ve Türk Ocağı'ndan yetişenlerin oluşturduğu Yeni Dünya hareketinin yıldızları TBMM başkanı Ferruh Bozbeyli ve Sanayi Bakanı Mehmet Turgut'tur. Suudi Arabistan'a tantanalı bir ziyaret yapan Bozbeyli, Demirel'in muhalefetine rağmen Meclis başkanlığına seçilmiştir.
Grubun en güçlü siması Sanayi Bakanı Mehmet Turgut devlet sektörünün kilit noktalarına Müslüman Kardeşler'in adamlarını getirmektedir. Mesela Devlet Planlama Teşkilatı'nın başına Turgut Özal, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nın başına kardeşi Korkut Özal, DDY genel müdürlüğüne Vedat Önsal, YSE (Yol, Su, Elektrik) genel müdürlüğüne Mehmet Gölhan getirilmiştir.
Müslüman Kardeşler'in planına göre, Türkiye'nin yönetimi ele geçirildiği takdirde cumhurbaşkanlığına Ferruh Bozbeyli, başbakanlığa ise büyük ihtimalle Necmeddin Erbakan getirilecektir.
Müslüman Kardeşler seçim yoluyla iktifarı ele geçiremezse ne olacaktır? Bunun cevabını Türkiye'de sağın vurucu kuvvetlerini meydana getiren bir takım yan derneklere çengel atılmasında aramak gerekir. Zira Komünizmle Mücadele Dernekleri geçen yıl ırkçıların elinden ümmetçilerin eline geçmiştir. Milli Türk Talebe Birliği de birkaç yıldan beri ümmetçilerin kontrolu altındadır.
Bugün Gazetesi ile aynı çatı altında bulunan Yeşilay Cemiyeti ile 200 şubeli Hademe-I Hayrat Cemiyeti de Müslüman Kardeşler'in vurucu kuvvetleri arasındadır. Mücadelelerinde hangi metodları kullandıklarını son baskın olaylarında açıkça ortaya koyan bu vurucu kuvvetlerin Müslüman Kardeşler safında yer alması, seçim yoluyla iktidar ele geçirilemediği takdirde hangi yola başvurulacağı sorusuna yeterli cevabı teşkil etmektedir.
KANLI PAZAR VE 21. YÜZYIL'IN İSLAMCI TERÖRİST TAYYİP İKTİDARI
Evet, bu analizin yayınlanmasından tam 11 ay sonra, 16 Şubat 1969 Kanlı Pazar'ı yaşanacak, Müslüman Kardeşler'in has adamı Necmeddin Erbakan 8 yıl sonra 21 Temmuz 1977'de Ecevit hükümetinde başbakan yardımcısı, 27 yıl sonra da 28 Haziran 1996'da Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı olacaktır.
Turgut Özal ise 1980 cuntacılarının başbakan yardımcılığını üstlendikten sonra 1983'te başbakanlık, 1989'da da cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacaktır.
Dahası, Kanlı Pazar günü henüz 15 yaşında olan Recep Tayyip Erdoğan adında Kasımpaşalı bir genç, Müslüman Kardeşler'in rahle-i tedrisinden geçtikten sonra, 1994'te İstanbul belediye başkanı, 2003'te Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı, 2014'te de cumhurbaşkanı olacaktır.
Ve de son anayasa referandumu ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle de başkanlık sistemi adı altında islamcı tek adam diktatörlüğü kuracaktır.
Bugün herkes Suudi polisiyesiyle meşgul, ya ABD destekli Suudi'nin Türkiye halklarına ettikleri? Ya Kanlı Pazar'lar, Kahramanmaraş. Çorum, Sivas katliamları?
Ya bugünkü islami devlet terörünün kurbanı milyonlar, zındanlarda çürütülenler, işkenceden geçirilenler, faili meçhullerde yok edilenler, sürgüne zorlananlar?
Tayyip'in islamcı polisinden bir şey beklenemez de, ABD'nin ve AB'nin zehir hafiyeleri Suudi'nin ya da Suudi'cilerin Türkiye'deki asıl cürümlerine de bir nebze kafa yorsalar!