Tarihi bir devalüasyon

Erdoğan, seçim ekonomisi uygulamaya çalışırken, partisini iktidara getiren tarihsel bloku da dağıtıyor. Hem işçi sınıfını hem de büyük burjuvaziyi karşısına alıyor.

Merkez Bankası'nın zincirleme faiz indirimleri, Türkiye tarihine geçecek bir devalüasyona dönüştü. 2021 yılına 7 TL'den başlayan dolar kuru şimdiden 12 TL'yi geçti. Bir yılda dolar kurunun 4 TL'den fazla artması, AKP dönemi bakımından bile bir ilk oldu. TL'nin bir yıllık değer kaybı, şimdiden % 60 düzeyine ulaştı. Daha önümüzde Aralık ayı PPK toplantısı var ve orada muhtemelen faiz yine indirilecek!

Bu ancak Menderes'in 1959, Demirel'in 1980 veya Ecevit'in 2001 devalüasyonlarıyla kıyaslanabilecek, tarihi bir olaydır. Bu devalüasyonun temel sebebi, döviz finansman krizi biçimini alan uzun süreli mali krizdir. Yoksullaşma pahasına nakit dövizin elde edilmesi AKP iktidarının ana politikasını oluşturmaktadır.

Merkez Bankası, keyfi faiz indirimleriyle hem TL değerini serbest düşüşe bıraktı, hem de enflasyonun yükselmesine yol açtı. Merkez Bankası'nın % 15'e düşürdüğü, "haftalık repo faiz"dir; buna karşılık, 5 yıllık tahvil faizleri % 20,5'e fırlamıştır, döviz kredisi faizleri de artmıştır. Kısa vadeli faizlerin düşünülmesi spekülasyonun önünü açarken, uzun vadeli faizlerin yükselmesi ise, yatırımların önünü kesmektedir. Kredi faizlerinin enflasyonun altına düşürülmesiyle oluşan para farkı her türlü spekülasyona yakıt sağlamaktadır. Keza konut kredisi faizleri (en azından kamu bankalarında) düşürüldüğü için, bundan müteahhitler de oldukça yarar sağlamaktadır. Sabit gelirli TL'zedeler kaybederken, servet sahibi dolarzadeler kazanmaktadır.

Erdoğan'ın bu siyasetinden, borsa ve döviz spekülatörleri, müteahhitler, saray çevresinde konumlanan orta burjuva kesimler kazanırken, büyük burjuvazi (TÜSİAD), işçi sınıfı, esnaf ve küylülük kaybetmiştir. Bu orta burjuva kesimler, kredi ihtiyaçları TL cinsinden kredilerle de belli oranda karşılanabilir olduğu için, ayrıca son dönemde geliştirilen savaş sanayiine tedarikçi olarak eklemlendikleri (dolayısıyla TL ile iş yaptıkları) için, yaşanan kur şokundan daha alt düzeyde etkileniyorlar. Ama nihayetinde onlar da belirsizlik ortamından zarar görüyorlar.

TÜSİAD hem yatırım kredisini döviz cinsinden kullanmak durumunda olduğu için, hem de Türkiye kapitalizminin uluslararası kapitalizmle bağları yıprandığı ve bozulduğu için zarar görmektedir. Erdoğan TÜSİAD üyelerine kızıyor. "Alın size ucuz kredi, yatırım yapın" diyor. Oysa geniş ölçekli sabit sermaye yatırımlarının finansmanı için ucuz vadeli TL kredisi bulmak, neredeyse imkansızdır. Bu tür yatırımlar, ancak döviz kredisiyle yapılabilir. Erdoğan'ın devalüasyonları ise, hem döviz kurunu yükseltmekte, hem de döviz üzerinden alınan faizi artırmaktadır.

Banka idareciliğinden gelen M. Ali Yalçin'in şu satırları da bunu teyit etmektedir: "Acaba (TCMB Başkanı, bn.) değeri 1 milyon dolar aşan makine/teçhizat, büyük turizm ve altyapı yatırımları için, yatırımcıların, şimdiye kadar aldıkları ve vadesi 5 yılı geçen bir TL kredi hatırlıyorlar mı? ... Kredisi beş yıldan daha uzun yatırımların para cinsi dövizdir, TL değil. Faiz indirimleri dövizin fiyatını artırdığı ve yatırımlar da dövizle yapıldığı için, isabetsiz faiz indirimleri, büyük yatırımların en büyük düşmanı değil midir?" (18.11.2021 Karar)

Keza pek çok ihracatçının, satış yaptıkları yabancı şirketler tarafından fiyat kırmaya zorlandıkları yönünden ekonomi basınında haberler okuyoruz. Yani ihracatın TL karşılığı artarken, bunun ayırdında olan yabancı sermaye, döviz cinsinden fiyatlarda indirimleri dayatarak, bu avantajı dahi Türk burjuvazisinin elinden alıyor. Bu arada, daha önce de belirttiğimiz üzere, "yabancıya kelepir Türkiye" politikasıyla, döviz cinsinden ülke varlıklarını ucuzlatma da sonuçlarını veriyor. Bir dünya tekeli olmayan, hatta önde gelen bir uluslararası tekel dahi sayılamayacak İspanya BBVA Bankası'nın, Garanti Bankası hisselerini çok ucuza kapatması (bir utanç sayılması gerekirken) sevinç çığlıklarıyla karşılandı!

Yabancıya kelepir olan Türkiye, yurttaşına ise çok pahalı! Dolar kuru artışlarının iğneden ipliğe her şeye zam olarak yansıyacağı açıktır. En başta da yakıt, ilaç, gıda fiyatları zamlanacaktır. Kur şokları beraberinde ilaç krizi, şeker krizi gibi tedarik krizlerini de getirmektedir. Erdoğan devalüasyonlarının işçi sınıfına yansıması ise mutfaktaki yangının büyümesi, çalışma saatlerinin artırılması, işsizliğin artması, ilaçsızlık, sağlıksızlık, kötü beslenme yönünde olacaktır. Karlarının büyük kısmını döviz makası nedeniyle yitiren patronlar, bunu telafi etmek için işçileri daha çok ve daha yoğun çalıştıracaktır.

Yılsonunda yapılacak asgari ücret artışı, bu olumsuzlukları ortadan kaldırmayacak, sadece geçici bir telafi sağlayacaktır. Zira gıda enflasyonunun TÜİK hesabıyla dahi % 27'ye çıktığı, genel tüketici enflasyonunun ise svil-akademik hesapla (ENA Grup) % 45'i bulduğu bir ülkede, asgari ücret artışının hayat pahalılığı tarafından kısa sürede geri alınması kaçınılmazdır. Önemli olan, ücretlerin miktarı değil, sağladığı satın alma gücüdür. İşçilerin alım gücü her geçen gün düşmektedir. Esnaf ise iflasa sürüklenmektedir.

Büyük ölçekli devalüasyonlar, o ülke ekonomisinin uluslararası kapitalizme ilişkilerinde bir bozulmaya, kötüleşmeye işaret eder.

Türkiye gibi emperyalizmin mali-ekonomik sömürgesi konumundaki bir ülkede, "olağan" bir burjuva hükümeti (2001'de olduğu gibi) bu durumda IMF'ye başvurdu. IMF, uygulayacağı programla işçi sınıfı, köylülük ve yoksulların canını yakar, sosyal kazanımlarını tırpanlar ama uluslararası kapitalizme yeniden entegrasyonu sağlayarak, büyük burjuvaziyi de rahatlatırdı.

Erdoğan IMF'ye başvurmuyor, zira ekonomideki yetkilerini kısmen dahi olsa devretmek istemiyor. Seçim ekonomisi uğruna ülkenin kaynaklarını engelsizce kullanabilmek istiyor.

En büyük siyasal mahareti olan rant üretme ve dağıtmada hiçbir sınırlamaya maruz kalmak istemiyor. Ama uyguladığı programla, işçi sınıfı ve emekçi halka, en az IMF'nin vereceği denli zarar verirken, üstelik büyük burjuvaziye de zarar veriyor.

Böylece Erdoğan, seçim ekonomisi uygulamaya çalışırken, partisini iktidara getiren tarihsel bloku da dağıtıyor. Hem işçi sınıfını hem de büyük burjuvaziyi karşısına alan AKP, burjuvazinin sadece bir fraksiyonunun, MÜSİAD ve TOBB'un partisi haline geliyor. Bu katmanların işe AKP iktidarını ayakta tutacak sosyal meşruiyeti sağlama gücü bulunmuyor.

NOT: Dünya Hapisteki Yazarlar Günü vesilesiyle, tutsaklığıma itiraz mesajları paylaşan tüm dostlara, özgürlük dilekleri için teşekkür ediyorum. "Dayanışma, ezilenlerin inceliğidir." (Che)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi