Enver Topaloğlu
Ülkü Tamer için…
Beş yıldır uyuyor dünyaya bıraktığı seslerin, sözlerin, sözcüklerin, imgelerin, dizelerin, şiirlerin içinde… O, “ben size teşekkür ederim” diyordu bir şiirinde. Biraz muzipçe. Her zamanki muzipliğiyle de denilebilir. O dedik, ama değindiğimiz dize ipucu olmuştur ve kimden söz ettiğimiz anlaşılmıştır elbette.
Konumuz, “Soğuk Otların Altında”dan “Yanardağın Üstündeki Kuş” olmaya yürümüş, o yürüyüşünde “Gök Onları Yanıltmaz” (1960), “Ezra ile Gary” (1962), “Virgülün Başından Geçenler” (1965), “İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür” (1966), “Sıragöller” (1974) gibi modern Türkçe şiir için her biri ayrı öneme sahip yapıtlara imza atmış bir şair, Ülkü Tamer. Maksadımız saygıyla selamlamak.
ŞİİR, ŞİİR OLMAYAN HAYATA MEYDAN OKUMAKTIR
Sanat bir meydan okumadır denir. Sanat ölüme meydan okumadır. Sanat hayat olmayan hayata meydan okumadır. Sanatın yerine şiiri geçirerek yineleyelim. Şiir bir meydan okumadır. Şiir, şiir olmayan hayata meydan okumadır.
Şiir okurken aslında şairin direnişine, meydan okumasına da tanıklık ederiz. Örneğin unutmaya, kayıtsızlığa… Şiir hatırlattıkça pekiştirir nelerin unutulmaması gerektiğini.
Her şairin en az iki şeye meydan okuduğundan söz edilebilir. İlki boşluğa. Ölüm bir boşluksa ölüme. Şiir boşluktan doğar. İkincisi hayatta, dünyada varlığının tecellisine mâni olan, engel oluşturan ne varsa ona. Varlığın tecellisi deyişi, varoluşun özgürlüğü ya da varlığın kendini özgürce gerçekleştirmesi olarak da okunabilir.
Bir sanat olarak mizah da meydan okumadır. Gülmek devrimci, özgürleştirici bir eylemse güldürmek sanattır. Gülmenin ve güldürmenin binbir yolu var. Mizah başka türlü güldürür, kara mizah başka. Yergi başka türlü güldürür, ironi başka, humor daha da başka. Humor, kederi yumuşatır. İroni, acıyı inceltir. Mizah güldürür, humor gülümsetir, ironi gülerken canının yanmasıdır diyebiliriz.
İkinciyeni şairleri arasında ironisiyle, humoruyla da dikkat çeken iki şair ön plandadır: Cemal Süreya ve Ülkü Tamer.
PAPİRÜS
Ülkü Tamer’in hem arkadaşı hem de şiirleriyle ilgili en isabetli saptamaları yapan Cemal Süreya’dır. Şu değerlendirme de ona ait: “Ülkü Tamer’in ilk kitabından bu yana süregelen bir özelliği var: En soyut atılımını bile çok yalın bir dille yapan bir şairdir o. Konuşma dilini merkez alır kendine. Çok kere bir türkü rahatlığına ulaşır. Dalışlarını ordan yapar. Yeni bir dil yaratmanın ancak ortak dil içinde olursa değerleneceğine inanmış gibidir. Deformasyonu anlatımda değil, anlatılanlarla görür daha çok. Bu, ona bir sıcaklık kazandırmış, çok şeyi somutlama imkânı vermiştir.”
Atilla Özkırımlı’nın “Ya bir dergi çıkarmak ya da çıkaracağı bir dergiyi düşünerek yaşamıştır” dediği Cemal Süreya’yla Ülkü Tamer, 1966’da Papirüs dergisinin ikinci dönemi için bir araya gelirler. İkinci döneminde ilk sayısı 1966’da çıkan aylık Papirüs dergisi dört yıl yayımlanır. Nisan 1970’te bir arada çıkan 46-47. sayısıyla okurlarına veda eder. Derginin yayımlanması için Cemal Süreya, Paris’ten getirdiği arabayı satar, ancak yeterli olmaz. İmdada bir başka şair Edip Cansever yetişir. Hiyerarşi üretmeksizin, incelikli bir jestle el ele verme, dayanışma deneyiminin de hikâyesi olan Papirüs’ün çıkış serüvenini, Ülkü Tamer’in anlatımından aktaralım: “Cemal’in ikinci Papirüs dönemi. İlk dönemde yaprak biçiminde çıkarmıştı dergiyi; bir süre sonra da yayınına ara vermişti. Şimdi İstanbul’da daha kalın, daha doyurucu bir dergi hazırlığındaydı. Birlikte kolları sıvadık. Cağaloğlu’nda Eser Han’da küçük bir oda tuttuk. Evlerden getirilen bir iki eşyayla döşedik. Yazılar hazırlandı. Dizgiye verilecek. Toplam basım gideri 1500 lira. Ceplerde 50 lira ya var ya yok. Bir gün Edip (Cansever) geldi (sohbet için). Çıkarken yerdeki ufacık, eski püskü bir halıya ilişti gözü. ‘Bu iyi bir şeye benziyor’ dedi. Kapalıçarşı’da ortağı Jak’la bir antikacı dükkânı vardı. Halı da satıyorlardı. ‘Jak’a söyleyeyim, gelip baksın’ dedi. Yarım saat sonra Jak damladı. Halıya baktı. ‘Siz bunun üstüne basıyor musunuz’ diye sordu şaşkınlıkla. Halıyı katladı, aldı gitti. Biraz sonra da yardımcıları Hakkı geldi. Elinde 2000 lira. Uzattı: ‘Halının parası.’ Hayır, ilk sayının parası! Cemal, ‘Halıya teşekkür ilanı koyalım dergiye’ dedi.”
‘YANARDAĞIN ÜSTÜNDEKİ KUŞ’
Ülkü Tamer’in, ilk dönemi denilebilecek beş kitabındaki şiirlerde, pastoral yoğunluk, doğanın saf halini temsil eden dil ve imgeler daha çok ön plandadır. Şiirlere doğa ve doğaya ait görüntüler, izlenimler fon, dekor olarak değil, temayı tamamlayıcı öğe olarak katılır. Bu şiiri şişirmeyen, dili esneten, metni genişleten bir tavırdır. Sadece bir dönem şiirlerinde değil, hemen hemen bütün şiirlerinde doğayla barışık, çatışmasız bir yaklaşım söz konusudur. Şiirde adeta doğa onun oyun arkadaşı gibidir. Ülkü Tamer için erken bir çevrecidir de denilebilir. Henüz çevre ya da ekolojik sorunlar toplumsallaşmamış ve gündemde değilken onun şiirlerinde, doğanın kontrolünü dayatan anlayışa karşı bir tavır da söz konusudur.
Okurla 1974’te buluşan altıncı kitabı “Sıragöller”de yer alan şiirlerinde, İkinciyeni’den kopmasa bile, altmışlı yıllarda ortamı domine eden “ikinci toplumcu yeni” şiir eğiliminden izler dikkati çeker. Ama yine de Ülkü Tamer şiiri, Ülkü Tamer çizgisinden önemli bir sapma göstermez. Başlangıcından itibaren şiirinin kaynakları arasında olan halk şiirinin biçim ve söyleyiş imkânlarına biraz daha alan açar. Bu tutumunu 1986”da yayımlanan toplu şiirleri içerisindeki “Antep Neresi”nde başlıklı bölümde biraz daha ön plana çıkarmıştır.
Ülkü Tamer’in şiirine ilişkin Cemal Süreya’nın değerlendirmeleri yol göstericidir. Süreya’nın değerlendirmesine göre Ülkü Tamer’in şiirleri “Nuh’un gemisi gibidir”. Bu tespite katılmamak mümkün değil. Onun Akdenizvari karnavalesk şiir dilinde Lorca’nın payının olduğunu da söylemek gerekir.
Şiir meydan okumadır demiştik. Örneğin İlhan Berk şiirde yaşlanmaya meydan okumuştur. Ülkü Tamer, doğadan uzaklaşmaya ve dilde düz anlatıma meydan okumuştur. Dilde düz anlatımı, dilin doğasından kopuş olarak tanımlamak da mümkün gibi. Ülkü Tamer’in şiirinde karnavalesk hava ya da ortam daha çok doğadan yansımalarla oluşmuştur.
Şiir dilin rüyası olarak da tanımlanabilir. Ülkü Tamer’in şiiri öyledir. Daha sonra toplu şiirlerinin ilk basımında kitabının adı da olacak “yanardağın üstündeki kuş”, şairin şiir anlayışını, şiir görüşünü dile getirdiği şiirden bir dizedir. Şiir okumak bir yorumlama deneyimidir. Yorumcunun şiirdeki bulguları, keşifleri önemlidir. Ama yorumlarken örneğin şairin şiir görüşünü yabana atmamak gerekir. Ülkü Tamer’in şiiri için kılavuz niteliğinde de olan “Şiir İçin Cevaplar” başlıklı şiirinden bölümler okuyalım:
13
Şiir kumsalın eleğidir, kayanın tortusu.
Mermerin sunduğu damardır şiir.
14
Şiir uykusuzluğun şiltesidir, uykunun haritası.
Balkonun uyanışıdır şiir.
15
Şiir ateşin habercisidir, yangının kundakçısı.
Yanardağın üstündeki kuştur şiir.
ADANA GARINDA RANDEVU
Ülkü Tamer Anteplidir. Çocukluğu bu şehirde geçmiştir. Çocukluğuna bağlı bir şair olarak çocuk olduğu yere de son derece sadık kalmıştır. İlkokuldan sonra öğrenim için İstanbul’a gider. Ancak Antep’ten kopmaz. Tatillerini genellikle burada geçirir. Yine Antep’te, evdeyken çalan telefonu açar. Karşısındaki ses Ülkü Tamer’le görüşmek ve tanışmak istiyordur. Kabul eder ve eve çağırır. Konuğu Nihat Ziyalan’dır. Görüşler, tanışırlar ve ayrılırken Ülkü Tamer’in İstanbul’a döneceği tren Adana’da mola verdiğinde tekrar görüşmek üzere sözleşirler. Her şey sözleştikleri gibi olur. Nihat Ziyalan, Adana’da gara gelir ve yanında biri daha vardır. Devamını Ülkü Tamer’den dinleyelim: “Yanında bizim yaşlarda biri daha vardı. Tanıştırdı: Yılmaz Pütün. Yılmaz Pütün’ün günün birinde ‘Yılmaz Güney’ olacağını üçümüz de bilmiyorduk elbet.”
DÜELLO
Çetin Altan’a göre bizde düello geleneği yoktur. Altan, “Batı’da düello vardır, Doğu’da pusu. Biz Doğu ile Batı arasında olduğumuz için düelloya çağırıp pusu kurarız” diyor.
Düelloyu, ortaçağda iki soylunun birbirlerine ve sosyal çevrelerine karşı onur ve gurur savunması amacıyla girdikleri ölüm kalım sınavı olarak tanımlarsak herhalde yanlış olmaz. Çetin Altan’ın “bizde” dediği yerde düello geleneği olmadığı gibi örneğin altmışlı yılların sonunda, yetmişlerin başında yazılmış Cemal Süreya ve Ülkü Tamer’inkiler dışında düello içerikli ve başlıklı şiir de yoktur. Varsa da biz rastlamadık.
Ülkü Tamer’in “Düello” şiiri ilk kez Mart 1967’de Yeni Dergi’de yayımlanmış. Cemal Süreya’nın “Düello” şiiri de 1973’te çıkan “Beni Öp Önce Doğur Beni” adlı kitabında yer alıyor.
Şiirlerin dikkat çeken en önemli özelliği bakışımlı oluşları. Bakışımlı; metinlerarası etkileşim ya da metinlerarası diyalog da denilebilir. İki şiir bir arada okunduğunda, metin dışı açıklamaya, bilgiye gerek kalmaksızın bakışımlı oldukları, birbirleriyle etkileşim, diyalog oluşturdukları açıkça saptanabiliyor. Ayrıca şiirlerin, iki şairin mizacına, mizah ve ironi anlayışına ayna tutuyor olması da dikkate değer. Meramımızın anlaşılmasına destek olacağı düşüncesiyle iki şiiri de paylaşacağız. Önce Cemal Süreya’nın şiirini okuyalım:
Bir düelloda
Daha büyük bir şey vardır
Ve daha acıdır bu
Ölümden de ölüm korkusundan da
Bakarsın dün en güvendiğin kişi
Karşı tarafın şahidi olmuş
İşte acıdır bu da
Ölümden de korkusundan da
Daha da acısı vardır ama
O da sevdiğin kadının
Karşı tarafı ziyaret etmesidir
Bu bir nezaket ziyareti de olsa
Düello gerçekleşmemiş de olsa
Acıdır bu
Ondan da ondan da
Daha da acısı
Kılıcın elinde
Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada
Bu da Ülkü Tamer’in “Düello” şiiri:
Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten?
Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim.
Ayak bileklerime kadar bu deredeyim işte,
Yerin yassı taşları tabanımın altında,
Alnımda birleşmekte güneşin raylarından
Hışırtıyla geçen kartalların sesleri.
Unuttuğum bir bitkinin yaprakları gibi
Göğsüme değerse kurşunların, ne çıkar?
Bilmem nişancılığı, tabanca kullanmadım;
Ama karşıma alıp seni horoz düşürmek de,
Seni vuramamak da yüreğimi pekiştirir benim.
Ölürsem güzel bir ölü olurum,
Saçlarıma yuva kurar bir anda kirpiler,
Kar, örtemeye kalkışır gökkuşağını,
Ve onurlu, yoksul böceklerin gazetecisi
Ben gülümserken resmimi çeker.
Dönemin üniversite hocası Mehmet Kaplan tarafından, Ülkü Tamer’in “Düello” şiiri, şairin azgın bir anarşist olduğunu kanıtlamak üzere incelemeye tabi tutulur. Sol ve solcu düşmanı Kaplan’ın eleştirel değeri olmayan incelemesine itiraz Memet Fuat’tan gelir. Memet Fuat deyim yerindeyse “Türkoloji bölümlerinin saygıdeğer hocası”(!)nın ipliğini pazara çıkarır. Çünkü her şeyden önce Kaplan’ın yazısında vahim boyutta maddi hatalar söz konusudur. Örneğin, Mart 1967’de Yeni Dergi’de yayımlanan şiir Kaplan’a göre 1969’da Varlık dergisinde çıkmıştır.
Ülkü Tamer şiirlerinde de, günlük yaşamında da tutarlı “aydın” bir şairdir. Ancak politikayla doğrudan ilişkisi olmamıştır. Şiirleriyse politik olmayan politik şiirler olarak tanımlanabilir. Politik olmayan politikten kastımızı, insan politik bir canlıdır sözüyle açıklayabiliriz.
Mehmet Kaplan’ın yazısı aslında altmışlı yılların sonu, yetmişlerin başında bir ihbar mektubu gibidir. Ama neyse ki dönemin polisi Kaplan’ı bu bahiste kale almamıştır.
Hem dünya şiirinin, hem kendi şiirinin çalışkan şairi olmuştur Ülkü Tamer. Onun hem bir taş kadar sert hem de bir çocuğun yüzü gibi yalın ve kırılgan olarak tanımlanan şiirleri önemli bir mirastır. Modern Türkçe şiir için önemli bir kaynaktır.
Beş yıldır sözcüklerinde, şiirlerinde yaşamaya devam eden rüya dilli şairi saygıyla selamlıyoruz. Rahat uyu şair, dizelerinle, şiirlerinle yaşıyorsun…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.