Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Yalnız değilsin ‘Acıyaman’

Yeter ki kimin acısının nasıl paylaşılacağı bilinsin, bilinmiyorsa öğrenilsin. “Acının dili yok” denildiğinde hareket eden mağdurdan çok zalimin çenesi oluyor sanki…

Dayanışma insanın en büyük, en yüksek gücü. İnsan bu gücünü kullandığında yapamayacağı şey yok. Ayrıca dayanışma insanın, birbirinin onurunu incitmeden, kırmadan el ele verdiği önemli bir birliktelik örneği oluşturur. Ne diyor o ünlü İspanyolca slogan: “El Pablo Unido Jamas Sera Vencido!” Gerçekten de tanığı olduk, oluyoruz. Dayanışmayı sağlayan, dayanışmayı geliştirebilen halkın, halkların her koşulda direnme gücü artıyor. Her türden sorunun, zorluğun üstesinden gelinmesinin önünü açıyor.

Sözcük olarak dayanışmanın destek olmak, direnme gücü sağlamak, olanakları birleştirmek, eksiği tamamlamak, açığı kapatmak gibi anlamlar içerdiğini söylemek mümkün. Dayanışmanın, karşılık beklemeden, çıkar ummadan, gönüllülük temelinde bir birliktelik, bir ortaklaşma biçimi. Etik olarak büyük ölçüde iyilikle yan yana durur. Herhangi bir zarfı da, saflığından başka sermayesi de yoktur. Ayrıca, dayanışmada ödül de yoktur, sadaka da. Eduardo Galeano, dayanışmanın anlamını da, önemini de son derece açık ve anlaşılır biçimde dile getiriyor. Diyor ki Galeano, “Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder.

Tahmin edileceği gibi dayanışma üzerinden söze başlamamıza vesile olan, büyük can kaybı ve yıkımla sonuçlanan 6 Şubat’taki, Kahramanmaraş merkezli ve on ili yerle bir eden deprem.

Depremin enkazından kurtulabilmiş ya da kurtarılmış binlerce insan, hayata tutunma savaşımı içerisinde. Acı çok büyük. Üstesinden gelinmesi gereken birçok sorun var. Hiçbiri diğerinden daha az önemli olmayan sorunlar. Acının paylaştırılmasını ve böylece tahammül edilebilir olmasını sağlayacak dayanışma dışındaki seçeneklerin, görüldüğü kadarıyla ve deyim yerindeyse, “ruhu” yok. Halkın, halkların kendi imkânlarıyla oluşturduğu dayanışmanın dışındaki güçlerin hayırseverlikleri yaraya merhem olmuyor.

Bir kez daha görülüyor ki her anlamıyla, tek başına altından kalkılamayacak kadar ağır olan enkaz karşısında, sınavdan geçen “insan olma”nın hanesine, yazılacak not da dayanışmaya bağlı.

HAYIRSEVERLİK DEĞİL DAYANIŞMA

Depremzedelerin kendisini yalnız hissetmediği bir ortamın ne kadar elzem olduğunu söylemeye bile gerek yok. Maddi olduğu kadar moral açıdan da ihtiyaç duyulan desteğin sağlanmasında dayanışmanın rolü büyük. Dayanışma dilinin moral ortamı, havayı değiştirme ve olumlu yönde etkilemek gibi özelliği olduğunu da belirtelim.

Bütün deprem bölgesi “Acıyaman” olmuşken “Yalnız Değilsin Acıyaman” diye seslenecek ve depremzedelerin bu söze inanmasını, güvenmesini sağlayacak görülen o ki dayanışmadan daha güçlü oluşum yok.

Şimdiye kadar çok açık biçimde, deprem bölgesinde depremzedelerin elini hayırseverlikten çok, engellemelere rağmen dayanışmanın tuttuğu görülüyor. Deprem sonrası sürecin, yığınla sorunun üstesinden gelinmesinin bir kahramanı olacaksa bu büyük ihtimalle dayanışma olacaktır. Diliyle, tavrıyla, tutumuyla sadece insan için değil, doğa için de, çevre için de, dünyanın yaşanılabilir olması için de dayanışma gerekliliğiyse son derece açık. Galiba bütün mesele bunun öneminin anlaşılmasında.

ACILAR PAYLAŞILMAZ DEĞİL

Yaygın bir görüşe göre acıların dili yoktur. Senaca, “Küçük acılar konuşabilir, büyük kederlerse dilsizdir” diyor. Öyle midir gerçekten? Acının, acıların dili yok mudur? Acının büyüğü, küçüğü olabilir mi? Sorular, bu yönde daha da çoğaltılabilir, ama konumuz bunu tartışmak değil. Şunu kabul etmek gerekir elbette: Acı bir süreliğine dili, kelimeleri kifayetsizleştirebilir. Hatta insanı bir süreliğine kendi kendisine kilitleyebilir. O zaman sebep aranacaksa, acının mağduruna ya da acının cirmine değil de dikkati başka yere yöneltmek sorunun kaynağını bulmak açısından daha doru bir yöntem olmaz mı? Belki de dili yetersiz ve güçsüz bırakan acı değildir. Yetersizlik, güçsüzlük, yani kifayetsizlik, günlük dilin iletişimi sağlayan ezberlerin, klişelerin acı karşısında işlevsizleşmesinden kaynaklanıyor olamaz mı? Acının diline örnek olarak Pablo Picasso’nun, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937’de İspanya’daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan “Guernica” adlı tablosuna bakılabilir.

Travmaya maruz kalan, acıyı yaşayan için yeterli moral destek ve kendisini ifade edecek ortam, koşullar sağlanırsa acıların dilinin var olduğu da, acının paylaşılabildiği de görülebilir. Yeter ki kimin acısının nasıl paylaşılacağı bilinsin, bilinmiyorsa öğrenilsin. “Acının dili yok” denildiğinde hareket eden mağdurdan çok zalimin çenesi oluyor sanki…

Şiir acıların paylaşılmasını sağlamakla kalmaz mağdurla dayanışmanın dilini yansıtan bir ayna olarak da rol oynar… O aynaya bakanlar bunu elbette biliyor.

e9b29737-cd6b-4060-a975-cb42b2707b8a.jpg

“Kara Haber”, Nâzım Hikmet’in, 1939 Aralığında yaşanan 7.8 büyüklüğündeki Erzincan depreminden sonra, 1940’ta, “Kesemde verecek şeyim yok. Yüreğimden verdim” notunu düşerek yazdığı şiirin başlığı. Şiir şöyle:

Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yârim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy, dağlar, dağlar, dağlar...
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar...
O ağlamasın da kimler ağlasın

Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer...
Yan yana sırtüstü yatan ölüler
akşam uyur tandıramaz
ateşini yandıramaz…

Gün ağarır, şafak söker
kimsecikler gitmez suya.
Ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya.

Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk, lahzada bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kiminin sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek,
kimisi mektup bekler
yan yana sırt üstü yatan ölüler...

Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı...

Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular kimse inemez
Erzincan beygiri rahvandır amma
ölüler ata binemez
yan yana sırt üstü yatan ölüler..

Modern Türkçe şiirde büyük şair olabilmiş isimler arasında özgünlüğüyle de ön plana çıkan Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da deprem üzerine yazılmış şiirleri bulunuyor. “Deprem Türküsü” başlıklı şiir de onlardan biri. Dağlarca’nın, 1970’te yaşanan 7.6 büyüklüğündeki Gediz merkezli depremden sonra yazdığı şiiri okuyalım:

Sana ağlamak için
Göz büyümeli
Kara teller kopmuştur
Geleceklere doğru
Saz büyümeli

Yangından arta kalan
Köz büyümeli
Devrimin yollarında
Oğul uzamalı, hey kız büyümeli

Basa basa yürüyerek
İz büyümeli
Soğurken aç ölüler
Kuru ekmek bağrında
Tuz büyümeli.

Bu yastan eylem, bilinç
Hız büyümeli
Yetmedi mi sustuğun
Artık al bayraklarla
Söz büyümeli...

Unutmadan, başlığa çıkardığımız ve yazıda da geçen “Acıyaman” ifadesinin bize ait olmadığını belirtelim. Bu, hayli yoğun yaşanan trajedinin çarpıcı biçimde imlendiği metaforun aslının “Sahipsiz Acıyaman” şeklinde bir duvar yazısında yer aldığını kaydedelim. Şunu da ekleyelim: Deprem bölgesine ait bu duvar yazısı için bizim kaynağımız, Gazete Karınca’daki H. Serhat Çelik’in sahadan izlenimlerle hazırlanmış, son derece etkili ve tanıklığa dayalı özel haberinde yer alan fotoğraf oldu.

Ayrıca, “acının dili”yle ilgili görüşümüz için örnek bir metafor olarak da değerlendirilebilir.


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi