Celal Başlangıç

Celal Başlangıç

YETER! SÖZ ölüsü kefensiz, dirisi çadırsız MİLLETİN!

Dünkü grup konuşmasında “Bu millet 14 Mayıs’ta gereğini yapacaktır” dedi. Elbette yapacak, çünkü 75 gün sonra. Aksi halde Türkiye çıkışı olmayan kanlı ve karanlık bir tünelde yakın geleceğini tümüyle kaybedebilir.

6 Şubat depremi sonrası Erdoğan ilk kez seçim tarihinin 14 Mayıs olacağını dünkü AKP grup toplantısında altını çizerek ilan etti.

Kabul etmek gerekiyor ki “AKP seçimleri en az bir yıl erteleyecek mi” sorusunun yanıtı, “şimdilik” kaydıyla net bir “hayır” olarak görünüyor.

Erdoğan, 18 Haziran seçimlerini deprem öncesi yaklaşık bir ay öne alarak 14 Mayıs’ta yapılacağını açıklamıştı.

Hatta Erdoğan 73 yıl önce DP’yi iktidara getiren “Yeter! Söz Milletin!” sloganını 14 Mayıs seçimlerinde AKP’nin mottosu ilan etmişti.

Oysa bu slogan 1950 seçimlerinde DP tarafından 23 yıldır iktidarda olan CHP’nin tek parti yönetimine karşı geliştirilmişti.

Kendisine bu sloganı 2023 seçimleri için seçen AKP ise 21 yıldır bir biçimde kesintisiz iktidardı ve bunun son beş yılı ne idüğü belirsiz “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen tek adam rejimiyle geçmişti.

1950 DP’sinin bu sloganı, tek adam rejimine son verip “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçme taahhüdünde bulunan Millet İttifakı’na kuşkusuz daha çok yakışıyordu. Bir de 1950’lerdeki DP’nin devamı olduğunu ilan eden günümüzün DP’si de Millet İttifakı’nın bileşeni bir partiydi.

Bu nedenlerle tek parti dönemine son veren 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP’nin kullandığı “Yeter! Söz Milletin!” sloganını Millet İttifakı’nın daha çok benimsediği fark edilince Erdoğan hemen itiraz etmişti “Astıkları Menderes’in sloganını çalıyorlar” diye.

Yani başka bir açıdan tam bir “mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi” durumuydu anlayanlar için.

GÜÇLÜ DEVLET BOŞ BİR TENEKEDEN İBARET

AKP iktidarının kendi koyduğu seçim tarihi olan 14 Mayıs’a 97 gün kala meydana geldi 6 Şubat depremi.

Depremin öncesiyle sonrasıyla 21 yıllık AKP iktidarı kendi yurttaşlarının hayatını koruma, kurtarma ve sürdürülebilirliğini sağlama konusunda tam anlamıyla sınıfta kaldı.

Deprem gibi doğal afetlerde yurttaşların hayatını kurtaracak kuruluşlarının ya içinin tümüyle boşaltıldığı ya da holdingleştirildiği çok somut biçimde ortaya çıktı.

6 Şubat depreminden bu yana geçen 20 günü aşkın sürede hala çadır ulaştırılmayan yurttaşların olduğunu düşünürsek “dünya liderinin güçlü devleti”nin boş bir tenekeden ibaret olduğunu bütün dünya gördü.

Muhalif saydığı, düşmanlık ettiği belediyeler, sivil toplum örgütleri, hatta tek tek yurttaşlar AKP devletinden çok daha önce ulaştılar deprem bölgesine, enkazda kalan yurttaşlara.

Evsiz kalan yurttaşlara acilen çadır ulaştırıp barınma koşullarını sağlayacak olan Kızılay meğer çadırları satmaya başlamış. Elindeki dayanıklı gıdaları yemek bekleyen insanlara ulaştırmak yerine fatura kestiği şirketlere ve kuruluşlara veriyormuş ancak.

AKP iktidarının Türkiye’sini “çadır devleti” diye küçümseyenler bile gördüler ki, aslında karşılarında “çadır devleti” bile yokmuş, çünkü ortada çadır yokmuş.

Gerçek sivil toplum örgütlerini çökertip yerine cemaatlerin, yancıların oluşturduğu yapıları ülkeye “sivil toplum” diye sunan AKP iktidarının yönetimini “muz cumhuriyeti” diye küçümseyenler de yanıldıklarını anladılar.

Ortada öyle Latin Amerika’nın “muz cumhuriyetleri” bile yokmuş, bu iktidardan geriye kala kala Ortadoğu’nun “hurma cumhuriyeti” kalmış.

Devlet içinde ayrılan ödenekle birçok bakanlıktan da büyük bir imparatorluğa dönüşen Diyanet İşleri Başkanlığı da onca bütçesine rağmen depremde yitirilen canlara bir kefen bile bulamadı afet bölgesinin çoğu yerleşiminde.

İnsanlar ölülerini; bulabilirse bir battaniyeyle, o da yoksa hayvanlarına verdiği yemlerin torbalarıyla gömdüler.

Enkaz altında kalanlar, yakınlarının kurtarılmasını bekleyen, bir sıcak çorba, bir lokma ekmek, başını sokacak bir çadır, dondurucu soğuğa karşı bir ısıtıcı bile bulamayanlar haklı olarak “nerede bu devlet” diye soruyordu.

Herkes ilk önce deprem bölgesinde “devlet yok” zannetti, ama aslında bütün ceberutluğuyla bir devlet vardı; kendi yurttaşını enkazdan kurtaramayan, aç ve açıkta kalmış insanlarına elini uzatamayan bir devlet vardı ve yardıma koşanlara, enkazdan insan kurtarmaya çalışanlara, aç ve açıkta kalmış insanlara bir tas çorba, bir çadır ulaştırmak isteyenlere bütün gücüyle engel olan bir AKP devletİ vardı.

Elbette en büyük eleştirilerden biri de askerlerin arama kurtarma çalışmalarına günler sonra katılmasıydı. Bu süreç içersinde yaşamsal değerde olan ilk 48 saat enkaz altındaki insanlar için “ölüm zamanı”na dönüştü.

İşin daha acı yanı da eskinin Genelkurmay Başkanı, bugünün Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Asker neden geç kaldı” sorusuna verdiği yanıttı:

“Uzaktan böyle ahkam kesmekle olmuyor. Hududu kim koruyacak, Suriye’de kim kalacak? Suriye’yi mi boşaltacağız, Irak’ı mı boşaltacağız?”

“Hududu kim koruyacak” diyor Akar, cihatçılar için otoyola dönen, milyonlarca sığınmacının kayıtsız kuyutsuz geçtiği bir sınırdan bahsediyor.

Hele “Suriye’de kim kalacak?” sorusu var ki, insanın kanını donduruyor.

Neden kalıyorsunuz Suriye’de?

Kürtlerle savaşmak, statü elde etmesini engellemek, cihatçı çetelere destek olmak için…

“Irak’ı mı boşaltacağız” diye soruyor Akar.

Ne işiniz var Irak’ta?

Bu sorunun yanıtı da “Kürtlerle savaşmak için”.

İşte “çadır devleti” bile olmayı beceremeyen, “hurma cumhuriyeti”ne dönmüş bir yapının Kürt fobisiyle, Kürtlerle savaşmak şehvetiyle geldiği içler acısı nokta budur.

CİDDİ BİR OY KAYBI VAR

Bütün objektif veriler, depremden önce de Erdoğan’ın bu yıl yapılacak seçimleri kaybettiği yönündeydi.

6 Şubat depremi de özellikle siyasal açıdan Erdoğan’ı gerçekten en olmadık zamanda yakaladı. Öyle kolayca “Allah’ın lütfü”na çevrilemeyecek, her geçen gün aleyhine işleyen bir süreçle karşı karşıya Erdoğan.

Bir yandan Erdoğan’ın diğer yandan Saray’ın bekçisi Bahçeli’nin depremde en ağır zararı görmüş insanlara yönelttiği tehditler, parmak sallamalar aslında ekonomik kriz nedeniyle kaybettikleri seçimi bir kez de deprem karşısında halkı sahipsiz bırakmaları nedeniyle kaybedeceklerini görmelerinin getirdiği sinir bozukluğundan kaynaklanıyor.

Özellikle deprem sonrası yapılan anketlerin ilk sonuçları yavaş yavaş netleşmeye başladı.

Cumhur İttifakı’nda, AKP’siyle MHP’siyle ciddi bir oy kaybı var.

Erdoğan son bir can havliyle iktidarını sürdürecek kadar seçmenin aklını çelmeye, temelini attığı inşaatlar üzerinden yeniden halkın rızasını üretmeye çalışacak ama nafile bir çaba.

Objektif veriler gösteriyor ki yapılacak adil bir seçimde AKP’siyle MHP’siyle Cumhur İttifakı ağır bir yenilgiye uğrayacak.

Bugün itibariyle 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlere 75 günden az bir süre kaldı.

Birkaç gün içersinde Millet İttifakı da adayını açıklayınca daha net seçim tahmini yapmak mümkün olacak.

Ama daha muhalefetin adayı belli olmadan Erdoğan’ın kaybettiğini bugünden görebilmek Saray’da yaşanan endişenin de boyutlarını anlamak açısından dikkate değer.

Belli ki muhalefet açısından seçime kadar geçecek olan 75 günün kazasız ve belasız atlatılması meşru bir iktidar değişikliği için yeterli olacak.

Ancak bu, ağır yaralı iktidarın yaşanılacak değişimi içine sindirebilmesiyle derinden ilişkili.

Aksi halde Türkiye çıkışı olmayan kanlı ve karanlık bir tünelde yakın geleceğini tümüyle kaybedebilir.

Yine de biz 14 Mayıs’ta meşru bir seçim olacağını varsayalım ve iktidarın anayasayı, yasaları çiğneyerek gayrimeşru yollara sapmaması için tüm gücümüzü ortaya koyalım.

Erdoğan dünkü grup konuşmasında “Bu millet 14 Mayıs’ta gereğini yapacaktır” dedi.

Elbette yapacak, çünkü 75 gün sonra…

“YETER! SÖZ ölüsü kefensiz, dirisi çadırsız MİLLETİN!” olacak…


Celal Başlangıç: 1956 yılında İstanbul’da doğdu. 1975’te Ekspres’te gazeteciliğe başladı. 1978 yılında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. Demokrat İzmir, Politika ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, istihbarat şefliği, bölge temsilciliği, politika servis şefliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1995’te Evrensel Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Radikal’de 10 yıldan fazla süreyle “Zaman Mekan ve İnsan” röportajları yaptı. 2002’de Beyoğlu Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni oldu. 2011’de İMC TV’nin Kurucu Yayın Kurulu Üyeliğinde bulundu. T24, Haberdar ve Gazete Duvar haber sitelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2017’de Artı TV ve Artı Gerçek’in Kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Celal Başlangıç Arşivi