Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Yılın ardından - 3

Enis Akın’ın şiirleri, şiirlerin “anarşist havası”, iktidar karşıtı söylemi açıktır. Onun şiirlerinden iktidarı talep eden bir izlenim çıkarmak mümkün değildir. Daha çok mevcut olanın yıkımı, bozumu amaçlanır.

Geçen yıl bize ulaşan “toplu şiirler”den biri de Enis Akın’ın (1964), Yapı Kredi Yayınları’ndan Nisan 2023’te çıkan “İşte Geldik Toplu Şiirler (1988 – 2019)” adlı kitabı olmuştu. Kısaca “İşte Geldik” diyelim. Akın’ın, toplu şiirlerinin iki kapağı arasında bir araya getirilen dokuz kitabı şunlar: “Hiç Ama Birini” (1989, Edebiyat Dostları Yayınevi), “Öyleyse Ayrılalım” (1995, Edebiyat ve Eleştiri Yayınevi), “Puşt Ahali” (2002, Öteki-Siz Yayınevi), “Öpünce Geçmez” (2003, Om Yayınevi), “Çok Sevmek” (2006, Avesta), “Güzel Boşluk” (2008, Yasakmeyve Yayınevi), “Dağdaki Emirler” (2011, Pan Yayıncılık), “Mutsuzluk” (2015, Natama Yayınları) ve “Müjgan” (2019, Yapı Kredi Yayınları).

BİR BOZGUNCU GELİYOR

Enis Akın’ın şiirleri, ilk sayısı Mayıs 1987’de yayımlanan Edebiyat Dostları dergisinde çıkmaya başladığında, “genç ve cesur” girişime dikkat kesilenler yalnızca derginin okur çevresi olmamıştı. Şiirin, deyim yerindeyse, “sıkı” takipçilerince de yakın plana alınmıştı. Daha önce Metin Eloğlu, Ece Ayhan, bir süre sonra İlhan Berk’in benimsediği ve yürüttüğü tarza benziyordu, ama “nevi şahsına münhasır” yönleri de önemliydi. İçerik ve biçem gibi biçimin de şiirin önemli bir deney alanı olabileceğini düşündüren bir tarzın dikkat çekmemesiyse mümkün değildi.

Modern Türkçe şiirde, İkinciyenicilerin başlangıç dönemi sayılmazsa şiirin biçim, biçem, içerik açısından sınır aşan, şiir aşırı bir şiir olarak kurgulanması, kurulması, oluşturulması işlek bir yönelim olmamıştır. İkinciyeniciler dedik, ama aslında bu bağlamda ilk girişim Nâzım Hikmet’e aittir. “Memleketimden İnsan Manzaraları”, modern Türkçe şiir için her yönüyle kelimenin tam anlamıyla devrimci bir girişimdir.

Enis Akın’ın, doğrudan şiiri de aşmayı hedefleyen girişimi büyük bir risk içeriyordu. Ama zaten onun şiir anlayışı “risk almaya” dayanıyordu. Denilebilir ki onun şiir yolculuğu aslında, kendini aldığı risklerle sınayan bir şairin yolculuğudur.

“Toplu şiirler”in ilk kitabı “Hiç Ama Birini”de yirmi üç şiir yer alıyor. Her şairin ilk kitabında olan hemen hemen her şey Enis Akın’ın kitabında da var, ama başka bir şey daha var. Akın’ın ilk kitabının aynı zamanda açık ve ayrıntılı biçimde hazırlanmış, öylece paylaşılan bir “şiir programı” gibi olduğunu söyleyebiliriz. Kitaptan bir şiir okuyarak devam edelim. “Bir Yağmur Hikâyesi” şiirinin “Mek-mak Eki” başlıklı beşinci parçasını aktarıyoruz:

sayın yolcu, uçan uçağımız

istanbulun kokusunu almıştır

öyleyse telaşımızın bastık düğmesine

filistin kamplarında bugün de bombalı

saldırı düzenleyen israil uçakları

ellerine iz sürerek buldum yüzünü

yağmur berekettir, sürdüm yüzüne

İlk kitap için “işte geldik” diye başlayanların şiiridir de diyebiliriz, zarını “hiç ama biri”ne atanların şiiri de. Şairin yolunda, “kimse kuralları koymadığında bilgi, ölümcül bir arkadaştır” mottosuyla yürüyeceğini duyurduğu şiirlerin yer aldığı çıkış ya da başlangıç hamlesi olarak da yorumlanabilir.

‘KIZILDERELİLER’

Edebiyat ve Eleştiri dergisinde yayımlandığı zaman, Necmiye Alpay’ın “okuduğumda havalara uçtum” dediği “Vahşi Batının Kızılderelileri” başlıklı şiir Enis Akın’ın ikinci kitabında yer alır.

Cüret de, risk gibi Akın’ın şiirinin kurucu enerjisinin kaynaklardan biridir. Dili bozmak, dağıtmak, parçalarına ayırmak dilsel düzlemde gerçekleşen işlemler olarak kalmaz onda. Dille birlikte algıyı, kanıyı, yargıyı da bozar yıkar parçalar. Necmiye Alpay’ı okuyunca “havalara uçuran” şiirdeki sır aslında budur. Alpay da bunu kaydediyor: “Kızıldere için öyle bir olasılık bizim kuşaktan kimsenin aklından geçmez.” Enis Akın tam da bunu yapar. Kimsenin aklından geçmeyeni “akla getirir”.

“Toplu şiirleri” oluşturan kitaplara kısaca değinerek devam ediyoruz. Şairin ikinci kitabı “Öyleyse Ayrılalım”, on dört şiirden oluşur. Kitaba adını veren “İşte Geldik” başlıklı şiirin dördüncü parçasından bir bölüm aktaralım:

bir ihtimale daha var mısın istanbul?

kanabilecek misin hala AhŞuKuşlara ve bir ihtilale?

bir daha var mısın istanbul?

ölümsediklerimizi konferanslarınıza gömün

yaşadıklarımızı baştan savalım bu gece

sonra ben nasıl fırlamış olmalıyım ki masadan:

sanki Şükran sokak 15 numarada oturuyormuşum gibi

sanki hiç yaşlanmayabilirmişim gibi

gürültüden sesini tam duymadığım biri çağırır gibi

bana adım kalsın

AŞK ÖLSÜN

Her şey o “görkemli göğ”ün altında oluyor. Kalıbına, kabına sığmayıp taşan şiir de neticede o “görkemli göğ”ün altında açıyor içini, açsa da açılmayan dilini. Aşamadığı engellerine, tellere orda takılıyor.

Enis Akın’ın şiiri, ilk dizesinden itibaren şiiri hesaplaşma (aracı değil) alanı, imkânı olarak değerlendiren, öyle benimseyen anlayışın ürünü olmuştur diyebiliriz. Şiirin onda, araçsallaşmadığını bilhassa kaydetmek gerekir. Onun yaklaşımında şiir araç olmaktan çok bir oyun kurma, başlatma, sürdürme imkânı gibidir. Meselesiyle de öyle yüzleşir, hesaplaşır.

Üçüncü kitap “Öyleyse Ayrılalım” adıyla ve aşkla, daha doğrusu aşk anlayışıyla kıyasıya bir hesaplaşmaya odaklanır. Bir tür “aşk ölsün” kitabı olduğu da iddia edilebilir. “Aşk ölsün”, ama hangi aşk? Mesela “kadınların arkaya oturduğu erkeklerin erken öldüğü aşk” olabilir mi? Devletin olduğu gibi toplumun da yasaları yok mu? Ya o yasalarla yasaklanan özgürlükler? Erkeklere erkekliklerini, kadınlara kadınlıklarını; daha doğrusu kadın olmama hallerini öğreten, kabul ettiren, boyun eğdiren yasalar; devletin ve toplumun koyduğu ve yürüttüğü yasalar… Yerleşik düzeni kabul ettirmek, itaat ettirmek üzere işleyen yasalar. Ondan, onun şiirinden, daha doğrusu onun şiir dilinden beklendiği gibi “aşk olsun” sözüyle, örneğin “aşk ölsün ” karşılığı verilerek çatışmaya davetiye çıkarılır. Çatışma önemlidir çünkü. Hesaplaşmanın başka türlü gerçekleşmeyeceği düşüncesinin doğal sonucudur bu. Üçüncü kitaptan “Kadınlar Arkaya Oturur Erkekler Erken Ölür” başlıklı şiirden bir bölüm sunalım:

bu filmde kadınlar ve yağlı boya tablolar arkaya oturur
şoförler tıraşsız uykusuz çopçocukludur

bu filmde erkekler ve sol öne oturanlar bir de babalar erken ölür

şoförler kuş uçurtmaz (abicim) ve heyecanlı bir hanımefendiyi

bir oturuşta topuklu ayakkabılarını bile ayıklamadan yer

kadınlar yan yana ve arka arkaya oturur

kadınlar bakılır değerlendirilir konuşulur korkulur (belli olmaz)

erkekler ve sol öne oturanlar ve kolunu arkaya atanlar

ve erken ölenler bir de babalar zor unutulur

elleri kravatın duruşunu ve sahip oluşunu savurur

(…)


(bu ve bütün bahaneleriyle kadın arkadaş şoför sol önde oturmaktadır)

(bakışlar sadece bir kez kesişir sonra kadın camın dışına

şoför kasedin içine üşüştürülür)

kadın bunu bilir ve arkaya oturur (ayıp yapmaz)

öyle durup nereden gelen bir çağrıyı dinler

anneler arkaya oturur babalar erken ölür

ama anneler arkaya oturması da

babalar erken ölmesi de olur

Şiir yalnızca, toplumda direksiyonun erkekte olduğuna mı işaret ediyor. Babaların, annelerin aile içi rollerinin de toplumdaki rolleri gibi önceden planlanmış, dağıtılmış olduğunu mu betimliyor ve eleştiriyor. Şiirde daha fazlası var mı? Enis Akın şiirinde her zaman daha fazlası vardır. Bu şiirde de olduğu gibi. Şiirde, anlatının ara metinlerinden biri olan “erken kaybedilen baba”ya özlem de dile getirilir.

SİNİR ÖTESİNDEN MERKEZE

Modern Türkçe şiir temelde bir bozma girişimiyle başlar ve sürer. Şiirin dalga boyunu genişleten ve yükselten girişimlerin çoğu var olan, yerleşik şiirin “imlasını” bozarak gerçekleşir. Aksini yapılarak, mevcut, yerleşik, yürürlükteki “imlayı” düzelterek yürüyen şiir yoktur denilebilir. Bu yöndeki girişimler kadük kalmıştır.

Enis Akın’ın toplu şiirlerine verdiği “İşte Geldik” adı, çevreden, isterseniz sınır ötesinden, hatta belki biraz da “sinir ötesi”nden diye okuyun, merkeze yürüme girişiminin nihayete yakın anına, bir büyük çatışmaya varacak karşılaşma anına işaret ettiği yorumu yapılabilir. Peki kendine merkezle çatışarak, hesaplaşarak varlık ve yer edinme arzusunun dışavurumu olarak da düşünülebilir mi? Şöyle söylemek mümkün: Enis Akın’ın şiirleri, şiirlerin “anarşist havası”, iktidar karşıtı söylemi açıktır. Onun şiirlerinden iktidarı talep eden bir izlenim çıkarmak mümkün değildir. Daha çok mevcut olanın yıkımı, bozumu amaçlanır. O nedenle belki de bir tarif gerekiyorsa “bozguncu şiirler” demek yerinde olabilir… Bozduğunun yerine başka bir şey önermediği de söylenemez. Aksine; yeni bir şiir, başka bir şiir teklifi vardır. Ama şimdiye kadar olmuş olandan farklı, verili olanla hesaplaşan, yerleşik düzeni yeniden üretmeyen bir şiirdir onun önerdiği ve savunduğu.

Şairin okurla buluşan üçüncü kitabı “Puşt Ahali” olur. Kitabı “on derste devrim tarihi” olarak okumak da, yorumlamak da mümkün. Şair de aslında bunu amaçlamış, “on derste devrim tarihi” gibi yazmış. Kitapta on şiir yer alıyor. Her şiir, şairin konu ettiği devrim tarihinin bir dersi gibi. Kitaba adını veren serzenişin bir konuşmadan alıntı olduğu izlenimimizi, deyişin yer aldığı betik de pekiştiriyor. Bahse konu betiği okuyalım:

kim kazandı Metin Abi?on derste devrim tarihi: biz kazandık

ama ahali puşt! karla kaplı bir Eminönü

vapurunda baader’le meinhof feci

sıkılıyorlardı, beni bu hale getiren bir

vapura karşı daha çok çiklet ve patlamış

mısır!

ÖP, ÖP VE…

“Puşt Ahali”nin gördüğü ilgi, okurun, şairin bu yapıtını daha önceki kitaplarından da, daha sonraki kitaplarından da bir boy önde değerlendirdiği şeklinde yorumlanabilir. Okurun hinliğini de yabana atmamak gerekir.

Bir sonraki, yani beşinci kitabının adının “Öpünce Geçmez” olmasının, önceki kitabın okurdan gördüğü ilgiyle bağlantısı var mıdır? Şair okura öpseniz de geçmiyor, geçmedi demek istemiş olabilir mi? Okurun öperek ödüllendirmesine karşın şairde geçmeyen nedir? Acı mı, ağrı mı, hırs mı, öfke mi? Belki de hepsi…

Modern Türkçe şiirde seksenli yılların ikinci yarısında, “geç seksenler” dediğimiz dönemde oluşan üç eğilim dikkati çeker. küçük İskender’in “geçmişi derleyip toparlayıp aşma”, “geçmişi güncellemekten daha fazlasını gerçekleştirerek dönüştüren” girişimi, Seyhan Erözçelik’in yapıbozumcu ya da yapısökümcü deneyselciliği ve Enis Akın’ın “bozguncu” diyebileceğimiz “bahsi yükselten”şiir ötesi şiir” cüreti. Ya da şiir mühendisliği. Teknik ve biçimsellik açısından bilhassa.

Söz konusu girişimlerin üçü de, geriye doğru bakıldığında daha açık seçik fark edilmekte ki doksanlı ve ikibinli yıllara doğru, modern Türkçe şiirde gerçekleşen son derece önemli bir açılım hamlesi olmuştur.

Bu arada, şiir düşüncesi bakımından yakın değilseler bile yazdıkları şiir açsından küçük İskender’le Enis Akın arasında bir etkileşim olduğunu da belirtmek isteriz. küçük İskender’de elbette Enis Akın’da olduğu gibi bariz biçimde bir deneysel görsel şiir yöneliminden söz edilemez. küçük İskender’in bilhassa biçimsel arayışları daha çok dilde, dilin içindedir. Dilin çevresindedir. Araştırmalarını, laboratuvar haline getirdiği dilde yapar. Akın’sa şiirin sınırlarını genişletmeyi değil, adeta kaldırmayı hedeflemiş gibidir. Buna karşın şiirin önemli temel öğelerinden, örneğin sesten vazgeçmez. Ya da dize kurmayı önemser. Yakınlık ya da etkileşim de daha çok o sesin kullanımında, “dizeye verilen önem” gibi noktalarda ortaya çıkar. Ama sözcükler de dize kadar önemli ve ağırlıklı bir birim olarak kullanılır. Her iki şairin de aslında anlamı, dolayısıyla sözü, örneğin İlhan Berk’e göre daha fazla önemsedikleri de söylenebilir.

Sonraki yazıda devam edelim…


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi