Nurcan Kaya
Yolculuğumuz ve karantina altındaki, çelişkilerle dolu garip hayatımız
Bu hafta Artı Gerçek’teki köşemde Strasbourg’da korona salgını büyümeden önce nasıl bir hayat yaşadığımızdan bahsetmiştim. Avrupa Konseyi ile Barolar Birliği’nin ortaklaşa yürüttüğü bir proje kapsamında iki aylık bir program çerçevesinde Strasbourg’a gitmiştim. Bu programa kabul edildiğim anda yurt dışı çıkış yasağımın da birkaç gün önce kalkmış olduğunu öğrendik. Sonunda kader yüzüme güldü deyip heyecanla ve biraz apar topar gittim Strasbourg’a. Program 9 Nisan’da bitecekti, ben de 10 Nisan’da Diyarbakır’a dönecektim.
Ancak korona nedeniyle işler bir anda acayip karıştı. Geçen hafta Türkiye Fransa’dan uçuşları 17 Nisan’a kadar durdurduğunu açıkladı. Bu arada Fransa’da da tedbirler artmaya başladı. Şartlar kötüleşirse memlekete 17 Nisan’dan sonra da dönemeyebiliriz, şimdiden mi gitsek diye düşünüyorduk ama yolculuk yapmak virüs kapmak açısından tehlikeli olduğu için kararsız kaldık. Derken geçen cumartesi akşamı Fransa’da yeni tedbirler ilan edildi. Ve biz ancak Pazartesi günü, yani 16 Mart’ta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin avukatların evden çalışmalarına karar verdiğini öğrendik. Yani artık mahkemeye çalışmaya gitmemiz mümkün değildi. Aynı gün Avrupa Konseyi de 10 Nisan’ı bile beklemeden bu hafta itibariyle burslarımızı ve sanırım sağlık sigortalarımızı sona erdirmeye karar verdi. Yani Fransa’da kalsak ve durumlar ağırlaşsa tamamen korumasız kalacaktık orada. Memlekete dönersek eğer trene ve uçağa bineceğimiz için yollarda virüs kapma tehlikesine daha fazla maruz kalacaktık. Ayrıca İstanbul’a inince karantina ihtimali vardı ama aklımız da memlekette olduğundan, mecbur, dönelim dedik. Türkiye 17 Mart’a kadar Avrupa’da bizim gibi kısa süreliğine bulunan TC. vatandaşlarının özel seferlerle Türkiye’ye dönebileceklerini duyurdu. Konsolosluğa başvurduk bu şekilde dönebilmek için. Son ana kadar nereden, saat kaçta döneceğimizi bilmiyorduk. Sonunda Paris’ten kalkan bir uçakla dönebileceğim ve uçuştan en az 5 saat önce havaalanında olmam gerektiği söylendi. O sırada telefonumu kırmış olduğum için iletişim kurmakta da epey zorlandık. Neyse, avukat arkadaşlardan biri sabahın 6’sında beni tren garına bıraktı, sağ olsun.
Garda da havaalanında da hiçbir koruma tedbiri alınmamıştı. Elleri dezenfekte etmek için bir şey, maske veya eldiven yoktu. Havaalanına toplamda 4.5 saat sonra vardım. O kadar zaman boyunca bilet makinelerine, koltuğa, kapıya, çok çok fazla şeye dokunmak zorunda kaldım.
Ben havaalanında sağlık kontrollerimiz yapılacağı için erken gitmemiz gerektiğini sanmıştım. Ve hem henüz korona belirtileri taşımadığım görülünce, hem de bir takım sağlık problemlerimi, yani karantinada yaşamamın sakıncalarını anlatınca, belki alacakları bütün tedbirlere uymam kaydıyla gidip İstanbul’da bir evde ya da Diyarbakır’da kendi evimde karantinada kalabilirim diye umut içindeydim. Ama hava alanında sağlık kontrolünden geçmedik. Tam 3 saat boyunca daha önce isim yazdırmış olduğumuz halde isimlerimizin kaydedilmesi ve bilet almak için bekledik. Biz sırada bekleyenlerin işlemi en son görüldü. İnsanlar bankolarda da maskesiz bir şekilde yığıldılar işlem yaptırabilmek için. Aramızda korona virüsü taşıyan biri vardıysa virüsü yayması için bütün şartlar uygundu. Eldiven yok, maske yok, el dezenfektanı yok, 1 metre uzak durma kuralına uyan yok.
Bu arada THY kişi başı 150 EURO talep etti. Üzerinde nakit para ya da kredi kartı olmayanların hali şu koşullarda bile düşünülmemişti belli ki. Yolculardan biri sızlanıyordu: "Reis bizi burada bırakmaz dedik, reis para alarak bizi gönderiyor" diye sitem ediyordu. Aramızda çok sayıda yaşlı gurbetçi vardı. Yani öyle herkes turizm, iş için ya da değişim öğrencisi olarak gelmiş değildi. Çifte vatandaş olduğu halde bizimle yolculuk eden çok sayıda kişi de vardı.
Çıkış kapısında, yani uçağa giderken pasaportlarımız alındı ve henüz bize geri verilmedi. Uçağa binerken, tam kapısında yani, bir cihazla ateşimiz ölçüldü. Uçaktaki kabin görevlileri eldiven ve maske takmışlardı. Bize de birer maske verdiler ve yolculuk boyunca takmamızı istediler. Beyaz koruma kostümü giyinen 3 sağlık görevlisi vardı bir de uçakta. Bir defa da onlar ateşimizi ölçtüler. Bir noktada yolculardan birinin ateşinin yüksek olduğunu duydular. O kişiyi getirip en önde oturan yolcunun yanına oturttular. Bir süre sonra sağlıklı olan yolcuyu arkaya aldılar. Yani yüksek ateşli kişi korona virüsü taşıyorduysa önde oturan yolcuyu riskli bir ortama sokmuş oldular.
İstanbul’a inince havaalanına girmedik hiç. Bizi uçaktan iner inmez otobüslere bindirip doğrudan yola çıkardılar. Bir kız öğrenci yurduna götürüleceğimiz ve tek kişilik odalarda kalacağımız söylendi sadece. Sonra bir noktada bizi otobüste 1.5 saat filan beklettiler. Neden bilmiyoruz, hiçbir açıklama yapmadılar. Sonra isminin Kanuni Sultan Süleyman Erkek Öğrenci Yurdu olduğunu öğrendiğimiz bir yere geldik. Arka kapıdan bizi zemin kattaki bir salona aldılar. Burada kayıt yapacağımız, muayene olacağımız ve sonra odalara alınacağımız söylendi. Yaklaşık olarak 2 saat de orada, yine insanların yakın temas kurduğu bir ortamda bekledikten, muayene filan edilmedikten ve epey bir münakaşaya tanık olduktan sonra bana verilen bir odaya çıktım. Gittiğimde odada başkasının valizlerinin olduğunu gördüm. Kapıda beklerken yaşlı bir çift geldi. Onlara da aynı odanın verildiğini gördük. Valizlerin sahibi de gelince tek başımıza kalmamız gereken odanın 4 ayrı kişiye verildiğini fark ettik. Aşağı indik. Aynı sorunu yaşayan başka kişilerin de olduğunu öğrendik. Meğer oda sayısı yetersizmiş, herkesin tek başına kalması mümkün değilmiş. Ama tek başımıza kalmazsak virüsü taşıyan biri varsa o diğer kişilere bulaştıracaktır, bunu yapamazsınız dedik. Oradaki görevliler de ne yapacaklarını bilemediler. Bazı yolcular 3’er 4’er kişi olarak odalara yerleştirilmişlerdi ve itiraz etmemişlerdi. Birbirini hiç tanımayan bazı kadın ve erkeklere bile aynı oda verilmişti. Esas onlar itiraz ediyordu. Sonunda bazı çiftler ve akrabalar gönüllü olarak aynı odaya yerleştiler. Benim gibi ortada kalan birkaç kişiye de boşalan birkaç oda verildi. Yani havaalanına saat 19-20 gibi inmiş olmamıza rağmen sabah 2.30da ancak yerleşebildim odama.
Odaların kapısını kilitlemek mümkün değil. Tuvalet ve banyoyu kullanırken, uyurken ne olursa olsun tedirgin oluyor insan. Odalarda 4 adet tek kişilik yatak, komodinler, çalışma masaları, dolaplar, küçük bir buzdolabı, tuvalet, banyo ve lavabo var. Nevresim takımı, havlu, sabun, şampuan, terlik, diş macunu ve diş fırçası dağıttılar. Daha sonra tuvalet kağıdı ve kağıt havlu da geldi. Zemin katta yemek olduğu ve gidip alabileceğimiz söylendi ama gitmeye kalktığımızda odalarımızdan çıkmamızın yasak olduğu söylendi. Neyse bir süre sonra inip yiyecekleri aldık ama ben kayıt yaparken et yemediğimi söylememe rağmen vejetaryen yemek yoktu. Türlünün içindeki etleri ayıklayıp yemek zorunda kaldım. Odalar fena değil aslında. Kalorifer yanıyor. Sıcak su akıyor. Yerler laminat parke. Kendi evinin tadilatını yapmış biri olarak diyebilirim ki lavabo ve klozetin filan kalitesi hiç de fena değil. Sorun ortamın kirli olması. Bize odalarda hijyen için tedbirler alındığı söylendi ancak pek öyle değildi durum. Temizlik yapabilmemiz için malzeme de verilmedi. Görevlilerin gelip temizleyeceği söylendi ama henüz gelen olmadı. Sanırım sınırlı sayıdaki görevliler kaç yüz kişinin ihtiyacına yetişemiyor burada. Ayrıca odalarda sigara içildiği için ağır bir koku var. Yanımda getirdiğim ıslak mendille bazı yüzeyleri ve ayakta işendiği için adeta renk değiştirmiş olan tuvaleti temizlemem epey bir zaman aldı.
Burada kalma şartlarımız, nasıl yaşayacağımız, nelere hakkımız olduğu, bir sorun yaşadığımızda kiminle görüşeceğimiz konusunda bize bilgi verilmedi. Sadece koridora bile çıkmamızın yasak olduğu söylendi. Yani saatlerce birileriyle bu kadar yakın temas kurmaya mecbur bırakıldıktan sonra bu defa da hiçbir şekilde kımıldamamıza izin yoktu.
Ben uykusuz ve yorgun olduğum için sabah geç uyandım. Kapıma bırakılan kahvaltı duruyordu hala. Kan şekerim problemli olduğu için beyaz ekmek yemediğimi söylememe rağmen beyaz ekmek vardı kahvaltının yanında. Çay yerine bol şekerli bir vişne suyu vardı. Yine de mecbur yaptım kahvaltımı. Öğlene kadar içme suyu bekledik. Sonra geldi su. Öğle yemeği saat 15 gibi, epey bir insan koridorlara çıkıp isyan ettikten sonra geldi. Bu arada bebekli ailelerin ihtiyaçları listelendi ve ailelerin ödemesi kaydıyla alışverişleri yapıldı. Parası olmayan çocuklu biri burada ne yapar bilemedim. Bana da sağ olsun bir görevli saç kurutma makinası ve birkaç atıştırmalık aldı. Ancak başka yiyecek alınması yasak denildi. Öğle yemeğinde tavuk olduğu için pek yemek yiyemedim yine. Zaten porsiyonlar da epey küçük. Normal iştahlı biri de doymaz bu kadar yiyecekle. Sabah verilen helvayı ekmekle yiyip karnımı doyurdum. Dışardan diyetime uygun yiyecek (kepekli ekmek, peynir, domates ve biraz meyve) getirtebilir miyim diye sorunca yasak dediler. Ancak doktor söylerse izin verilir belki dediler. O zaman doktorla konuşayım dedim, aşağı inmem yasak. Doktor ne zaman odama uğrar belli değil. Yetkili kişi kim, onunla konuşayım, gerekirse dilekçe vereyim dedim, ona da olmaz dediler. Bizim görevimiz sadece koridorlara çıkmanızı engellemek dedi bazı polisler. Yurdun avlusuna sıralı olarak çıkıp yürüyüş yapalım yönündeki sözlü talebim de kabul edilmedi. İnternet bağlanacak dediler, hala bekliyoruz. Çay kahve filan da yok. Kahvaltıda bile. Dışarıdan su ısıtıcı getirtelim dedik, ona da olmaz, biz bir şekilde bu sorunu çözeceğiz dediler. Düzenli olarak sağlık kontrolleriniz yapılacak dediler ama henüz bir sağlık görevlisi odayı ziyaret etmedi.
İşte böyle. Koridorlarda dışarı çıkmamızı engellemek için duran maskeli polisler ve görevliler var sadece etrafta.
Başka kimseye ulaşamıyor, dert anlatamıyoruz. Ne bizim aşağı inmemize izin veriliyor, ne de yetkili biri odalarımıza uğruyor. Öylece bekliyoruz.
İşte durumlar böyle. Gelişmeleri paylaşmaya çalışırım.