Barbarlık günlerinde barışı beklemek

Türkiye ya gerçekten bir “Kürt ittifakı” peşinde ya da yeni bir anti-Kürt nizamı tesis etmek için zaman kazanmaya çalışıyor. Birincisi yani barış isteniyorsa “hukuk ve siyaset zemini”ni Öcalan’dan önce sağlaması gereken aktör devletin kendisi.

Büyük Yunan şair Kavafis’in güzelim Barbarları Beklerken şiiri,

“Neyi bekliyoruz böyle toplanmış Pazar yerine” dizesiyle başlar.

Barbarlar gelmez, şiir,
“Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.” dizeleriyle biter. (Cevat Çapan çevirisinden)

Biz ise şiirdekinin tam aksine barbarları değil, “barış”ı bekliyoruz Devlet Bahçeli’nin ünlü 22 Ekim’deki konuşmasından bu yana. Barbarlık içindeyiz zaten, ülkede, bölgede, dünyada uygarlığın gerilediği, barbarlığın yükseldiği bir çağdayız ne yazık ki.

DÜNYANIN BAŞINA GELEN DELİ

Malum, dünyanın başına bir deli geldi. Koca dünya ABD’den ibaret değil denilecek, değil tabii lakin el attığı her yeri berbat eden, neredeyse kıyamet kaldıracak bir askeri ve ekonomik gücün başına sağı sollu belli olmayan biri gelmişse dert etmek gerek. Derttir de fakat öyle dertlere alışık yerler için belki de o kadar dert değildir. Şerbetlilerdeniz şükür.

Bu delinin ilk seçilişi sanki bir tür kaza, bir kez olup bir daha olmayacak bir iş sayıldı çoğu kişi tarafından, ikinci seçimini kaybettiğinde ortaya sürdüğü, Amerikan demokrasisinin kalbî mekanına hücum eden kimi arkaik kimi modern barbarlık kostümleri giymiş deliler görününce, Amerikalılar da dünya da ucuz kurtulmuş denildi. Heyhat deli gene geldi.

BEKLENEN DEMOKRASİ HİÇ GELMEZKEN

Önce şunu anlamamız lazım: Deniliyordu ki işte Çin zaten otoriter bir modeli seçmiş, keza Rusya da bir otoriter rejimden bir yenisine savruldu ama dünyanın geri kalanına demokrasi gelecek merak buyurmayın. Hatta tarih bitti, liberal özgürlükler çağı geliyor ne güzel diye şarkı çığıranlar peydah oldu her yerde. Hem dünyaya hem Türkiye’ye gelip herkesi kurtaracak olan demokrasi geçen Cuma gelecekti aylar oldu, yıllar oldu, on yıllar oldu gelmedi.

Gelmediği gibi Hindistan’da, Meksika’da, Brezilya’da, Macaristan’da, Polonya’da, İtalya’da, Fransa’da, Afrika’nın türlü çeşit yerinde birbirine benzeyen yöneticiler ya da gelecek seçimi bekleyen aday yöneticiler zuhur etti. Türkiye’de demokrasi ve özgürlük türkülerini söyleyenlerin çok önemli bir kısmının umut bağladığı kişi yukarıdakilerin hepsiyle aşık atacak bir otoriter figüre dönüştü.

O kadar ki Amerika’nın başına gelen delinin ilham aldığı, taklit ettiği bir düzeye taşıdı otoriter karakterini, inşasına giriştiği totaliter rejim de sarı deli dahil hepsine ilham verecek şekilde katılaştıkça katılaşıyor.

KÜRESEL OTOKRATİK DALGANIN TEMELİ

Bu otokratları birbirine bağlayan bir şey var: Uyguladıkları ekonomik politikalar. Neo-liberalizm dedikleri nane, ulaştığı her yerde aynı sonuca yol açıyor: Yokluk yoksulluk içindeki insan sayısı ve yokluğun yoksulluğun ağırlığı günden güne artıyor. Az sayıda insanın elinde akıl almaz servetler toplanıyor. Yoksul milyarlara karşı varsıl azınlığın varlığını ve o varlığı var eden sistemi korumak için silah, kırbaç, kelepçe ve gözbağı lazım.

Ne Amerika’nın başına gelen ne de diğerleri, bu zatların hiçbiri deli falan değil, akılları gayet başlarında, küresel servet ağlarının tepesindeki kişilerle beraber yönettikleri ülkelerde benzer rejimler kurarak yol yürüyorlar. Sosyalizmin yenilgisinden sonra yüz küsur yıl boyunca görülen demokrasi sahnelerine artık ihtiyaç kalmadığına kanaat getirildi, madem ki bütün dünya artık kapitalist üretim ve paylaşım ağının içine düşmüş durumda, madem ki kapitalizmi tehdit eden bir oluşumu bırakın bir fikir bile görünürde kalmadı, hem tek tek ülkeler hem de dünyanın kendisi rekabetçi modellerin oyun sahasına dönüştü, onlar dışındaki figürler günden güne ortadan kalkabilir. Üçüncü milenyumun başında çığırılan yeni endüstriyel devrimin demokrasi ve barışa çok ihtiyaç duyduğu, eski petro-kimya devlerinin savaşçı rekabetinin gerilemeye mahkum olduğu, arada Trump gibi bir kaza olduysa bile Amerikan demokrasisinin o deliyi istemediği türküleri artık think-tank hamamlarında bile çığırılmıyor.

Elon Musk denilen oligarkın Trump’u desteklemesi ne tesadüf ne de şahsına mahsus bir iş, açıkça görülüyor ki yeni endüstrinin devleri de savaşçı bir liderle yola devam etmeyi arzuladı ve bunun için varını ortaya koydu. Trump’un seçilmesi öncelikle “eski endüstri” ile “yeni endüstri”nin aynı figür üzerindeki tarihsel uzlaşısının bir ürünü, kültürel endüstrideki mırın kırınlar da yakında biter, Hollywood üzerinden savaş naralarının aktığı, sarışın fırtınanın güzellendiği işleri çok geçmeden görmeye başlarız. Biliyoruz, çünkü bizim yaşadığımız yerde olan bitenler, demokrasisi zayıf yerlerdeki kaçınılmaz otoriterleşmesi değil, sermayenin yerelde ve küreselde arzuladığı faşizan yöntemlerin olağan bir gelişmesiydi. Laboratuvar işlevi gören ülkelerden biriydi Türkiye, İsrail’i, Rusya’sı, Çin’i, Hindistan’ı, Meksika’sı da öyle ve küresel sistemin en büyük gücü artık test edilip onaylanmış bu yönetsel modeli kendisi de uygulamaya geçirmeye kararlı. Artık demokrasi istisna halini, otoriter/totaliter modeller olağan hali oluşturuyor.

DÜNYADA SINIRLAR, ORTADOĞU’DA SINIRLAR

Deli işe başlarken sınırlara kafayı taktığını ortaya koydu, Kanada’dan, Danimarka’dan toprak istedi, ne toprağı Kanada gelsin yeni eyalet olsun dedi. Bunlar laf denilecek, laf ama öylesine biri söylemiyor, lafını yerde bırakmamaya karar verdiğinde buna yetecek gücü olduğunu düşünen biri söylüyor.

Sınırlar derken elbette Ortadoğu da sırada, Gazze’yi Filistinlilerden temizlemeye hazırlanıyorlar beraber anlaşıldığı kadarıyla. Yeni bir Suriye inşa edecekler. Sınırlar meselesi Türkiye’yi de endişelendiriyor ki işte Devlet Bahçeli Abdullah Öcalan’a müracaatın yollarını açtı, hep beraber 15 Şubat’ı bekliyoruz, bir iki gün erken bir iki gün geç bir açıklama gelecek.

ÖCALAN’IN FİKİRLERİ SIR DEĞİL

Ne açıklanacak? Cumhur ittifakı mensuplarına bakarsak, “Terörsüz Türkiye” için PKK’nin lağvedilmesini, silahların bırakılmasını, Suriye’de de PYD/YPG’nin tasfiyesini. Öcalan, “Ya benim planım ya emperyalistlerin planı” diyor gelen mesajların özetine bakılırsa. Demek ki bir “planı” var. Esasen Öcalan’ın planları, projeleri kimseye sır değil: Demokratik konfederalizm tezi uzun yıllardır herkes tarafından biliniyor. Bir tür Ortadoğu Westfaliası öneriyor bir yandan, öte yandan Westfalia’yı bile aşacak, devletlerden çok halkların işbirliğine dayalı bir fikir.

Devletler böyle şeyleri sevmez, hele Ortadoğu’da bulunanlar: İran için de Türkiye için de eski Irak ve Suriye için de mesela Kürt ulusu, bir ulus bile değil, bir halk bile değil, er zaman geç zaman ortadan kaldırılması gereken bir tür fazlalık, bir tür fuzuli topluluktan ibaret. Irak’ta Amerikan müdahalesiyle bu durum değişti, “bağımsızlık” arzusunu yaptığı referandumla açıklamış, resmi statüye sahip bir federal devlet var orada. Şimdi Türkiye, anlaşılan o ki, benzer bir yapı Suriye’de oluşmasın diye uğraşıyor. Bunun için de Öcalan’a müracaat etti. Maksat, Suriye’de Irak’ta olduğu gibi Amerika ile işbirliği içinde bir yapı ortaya çıkmasın, onun yerine Türkiye’nin dedikleri dikkate alınarak Suriye şekillensin. Öcalan ile Türkiye anlaşırsa Suriye şekillenirken Türkiye’nin dedikleri dinlenecek, hedefin bu olduğu anlaşılıyor.

HUKUKSUZ, DEMOKRASİSİZ BARIŞ NASIL BİR BARIŞTIR?

Güzel. Güzel de Suriye böylece Türkiye’nin kaygıları ve arzuları dikkate alınarak şekillenirken Türkiye’de ne olacak? İktidarın Türkiye’de son günlerde yaptığı şey, 2015’ten beri yapmaya çalıştığı şey ile aynı: Kürtlerin siyasal, kültürel, toplumsal oluşumlarını yoğun baskı altında tutmak, Kürtlerle muhalefetin buluşmasını engellemek ve böylece inşası süren otoriter/totaliter rejimi güvence altına alacak şekilde tahkim etmek. Öcalan’ın açıklamalarından sonra bu durumun değişeceğine dair hiçbir alamet, emare yok. Dahası, ana muhalefet partisine baskı yavaş yavaş 2015 sonrası HDP’ye ve şimdi de DEM Parti’ye yönelik baskı düzeyine doğru yükseltiliyor. İşte belediyelerine kayyım atanıyor, parti içinde gelecek vaat eden güçlü figür Ekrem İmamoğlu’nun siyaset yolunu tıkamak için yargı teşkilatı seferber edilmiş durumda, bunun için anti-hukuk hamleleri peş peşe geliyor.

İKİ İHTİMAL

Bütün bu manzaralara bir de şimdilik sessizde bekleyen İran’a yönelik hamleler eşlik edecek çok geçmeden. İran sadece İsrail’in güvenliği nedeniyle önemli değil, barındırdığı büyük Kürt nüfusu nedeniyle, “sınırları yeniden çizilirken” Ortdoğu’daki anti-Kürt kaygılar nedeniyle de önemli.

O halde Türkiye ya gerçekten bir “Kürt ittifakı” peşinde, Bahçeli de bunu canı gönülden istiyor ya da yeni bir anti-Kürt nizamı tesis edebilmek için zaman kazanmaya çalışıyor. Eğer ilki söz konusuysa içerde yürütülen baskıcı politikalarla bu arzu arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi gerek. Diğeriyse zaten mesele yok, bildiğini okur, biz de olacakları bekleriz; zaten olan biten daha çok zaman kazanmaya çalıştığı izlenimi veriyor. Peki gerçekten “anti-Kürt” politikalardan bir “Kürt ittifakı” politikasına geçilmek isteniyorsa? Hiçbir şey bu ihtimale inanmaya hizmet etmiyor ama Bahçeli’nin hatırınaü safdillik edip evet bu isteniyor diyelim. O zaman nasıl bir açıklama gelebilir, daha da önemlisi o açıklamadan sonra neler olabilir?

Diyelim ki tam da iktidarın istediği açıklama geldi. Sonra? İçerdeki baskıcı politikalar aynı kalacak mı? Kalırsa o açıklamanın etkisi ne kadar sürer? Kısa sürede her şeyin eskiye döneceğini ya da eskiden de beter olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Meseleyi “hukuk ve siyaset” zeminine çekecek hamleyi yapacak tek kişi Öcalan değil, hükümet de aynısını yapmak zorunda. Sadece Öcalan’ın ve DEM Parti’nin “rahatlayacağı” ama diğer her şeyin aynı kalacağı bir formülün de imkanı yok çünkü bir kesime yoğun baskı diğerine tam özgürlük sağlayacak bir sistem yok; Kürtlere yönelik yoğun baskılar yüz yıldır bunu öğretmiş olmalı. Kürtlere yoğun baskı, başka kimseye özgürlük getirmedi, kimseye hukuk sağlamadı, sadece baskıyı yürütenlerin iktidarlarına rahatlık verdi.

Hasılı kelam, ufukta bir hukuk alameti yok, demokrasinin esamisi okunmuyor, lafta herkes kardeş ama pratikte iktidarı elde tutanların kardeşliği, iktidardan uzak olanların kardeşliğini her an ezip geçiyor. Nasıl olacak bu iş? Öcalan konuştuktan sonra her şey hızla değişecek mi? Değişebilir elbette ama iktidarın bunu istediğine inanmak için beklemekten başka yapacak bir şey yok. Az kaldı. Bekliyoruz. Ya barbarlık berdevam kalacak ya da bizim küçük aklımızı aşan bir çeşit mucize olacak, “barış” gelecek. Bakalım umudun Pazar yerinde bekleyenlerin payına hüzün mü düşecek yine?

kürtler barış akp mhp dem parti Abdullah Öcalan devlet bahçeli