Celal Başlangıç
Mağduriyet yarat ki zulmün mazur görülsün
Ekranlara çıkıp biraz da kıvrak bir beden diliyle ekonominin bugünden yarına nasıl da iyiye gideceğini anlatırdı.
"Çokomelli" şive taklitleri bile yapardı.
Damat-Bakan Berat Albayrak "Şubat, Ocak’tan daha iyi olacak" dediğinde dolar 5.97’ydi.
"Mart, Şubat’tan daha iyi olacak."
Dolar 6.08’e çıktı.
"Nisan, Mart’tan daha iyi olacak."
Dolar 6.73’e fırladı.
"Mayıs, Nisan’dan daha iyi olacak" diyemedi Damat-Bakan Albayrak.
Çünkü devletin kasasının boşaltılmasına rağmen doların psikolojik sınır olan 7 liranın üzerine çıkması engellenememişti; dolar 7.04 olmuştu.
Kayınpeder-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gece yarısı attığı "#BuYoldanDönmeyeceğiz" hashtagli motivasyon mesajının peşine takılıp sanki mezarlıkta türkü çığırıyordu sosyal medya hesabından:
"Milletimizi bölemeyecekler…
Ülkemizi parçalayamayacaklar…
Ay yıldızlı bayrağımızın göklerde dalgalanmasına mani olamayacaklar…
Ezanlarımızı susturamayacaklar…"
N’oluyordu, memleketi kim bölüyordu, kim parçalıyordu, bayrağı kim indiriyordu, ezanı kim susturuyordu… Özne yoktu elbette.
Kayınpeder-Cumhurbaşkanı önceki gece attığı "motivasyon tweet"inde "Ne yaparlarsa yapsınlar… Biz bu yoldan dönmeyeceğiz" diyordu.
Kim ne yapıyordu, kim hangi yoldan döndürmeye çalışıyordu.
Damat-Bakan’ınki gibi Kayınpeder-Cumhurbaşkanının da mesajı öznesizdi.
Zaten Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek için 18 yıl boyunca gitmediği yol kalmamıştı ki, hepsinden de geri dönüp bir başkasına sapmıştı. Artık döneceği bir yol da kalmamıştı.
Aslında bu AKP’nin son dönemde yoğunlaştığı bir "öküzün altında darbe arama" kampanyasının en tepe noktadan ifadesiydi.
Aşağıdan yukarıya doğru "Saray beslemesi" medyasıyla, pelikan trolleriyle işledikleri "Erdoğan düşmanları darbe çağrısı yapıyor" tezini Erdoğan dün "Ulusa Sesleniş" konuşmasında Saray’ın resmi görüşü olarak seslendirdi.
Cumhurbaşkanı olarak korona virüse karşı önlemlerle ilgili konuşmasının ikinci bölümüne geçti ve AKP Genel Başkanı olarak muhalefete en ağır sözlerle yüklendi.
"CHP yöneticileriyle aynı zihniyetin medyadaki mensuplarını buradan bir kez daha ikaz ediyoruz" dedi, "İnsanlık nasıl Covit-19’u yenecekse, Türkiye de bu bağnaz zihniyeti tarihe gömecektir. Bu faşist zihniyet hâlâ vesayet, darbe, cunta özlemleriyle yanıp tutuşuyor."
Bütün bu suçlamaların nedeni, Saray’ın sahneye koyduğu kapsamlı bir "iktidar oyunu"ydu.
Muhalif siyasetçilerden bağımsız yayın organlarına, sendikalardan odalara, sivil toplum örgütlerinden barolara kadar geniş bir cephe açmıştı Saray iktidarı.
HDP zaten çoktan hedefe konmuş, bu partiye dönük başlatılan kuşatma hareketi bütün yoğunluğuyla sürüyordu.
CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanlarının yanı sıra partinin il başkanlarına, milletvekillerine de yoğun bir Saray saldırısı başlatıldı.
TİP’li milletvekilleri de başlatılan bu topyekûn harekâtın hedefine alınmıştı.
Başından beri Saray’ın yanlışlarına karşı çıkan, emeğin hakkını savunan, adalet isteyen, kısaca "Başka bir Türkiye mümkün" diyen DİSK de, KESK de, Mimar Mühendis Odaları da, Tabipler Birliği de iktidarın hedefine alınmıştı.
Hele 1 Mayıs günü bu kuruluşların gösterdikleri direnç, muhaliflere yeniden coşku ve umut vermeleri, memleketin dört bir yanındaki balkonları, pencereleri miting alanına çevirmeleri iktidar çevrelerinin çok ağırına gitmişti.
Başkanlarının "Saray yanaşması" olmasına karşın ısrarla insan hakları ve hukuk sunuculuğu yapan barolar da artık Saray tarafından "düşman" ilan edilmişti.
Bağımsız yayın organlarına ve gazetecilere dönük saldırılar da son günlerde inanılmaz biçimde artmıştı. Gözaltılar, tutuklamalar, ilan cezaları, yayın durma cezaları, iktidarın gerçek yüzünü teşhir eden haberlere erişim yasağı getirmeler artık tavana doğru tırmanıyordu.
Toplumun neredeyse yarısından fazlasına, hem de en örgütlü kesimine iktidar tarafından böyle büyük bir cephe açılmasının bir kulpu olmalıydı. İşte bu kulp da "darbe çağrısı" olarak yaratıldı.
Özellikle CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu üzerinden bir "darbe çağrısı yapıyorlar" yalanı ürettiler.
AKP-MHP iktidarının milletvekilleriyle, "Saray beslemesi" kalemşorlarıyla, ocak-bucak başkanlarıyla, pelikan trol ve troliçeleriyle yoğun bir saldırı başlattılar hedefteki muhaliflere, bağımsız gazetecilere.
Bu saldırının içinde linç tehdidi de vardı, bir kavanoz dolusu mermiyle ölüm tehdidi de vardı, Boğaz’ın derin sularında boğmak da vardı.
Çünkü artık Saray iktidarı çatırdıyordu.
Zaten derinleşen bir kriz sürecinde yakalandığı salgın Türkiye’yi çok büyük bir ekonomik yıkıma doğru sürüklüyordu.
Var olan işsizlik krizle birlikte patlamış iki hatta üç katına doğru tırmanışa geçmiştir.
Saray iktidarı bu süreçte halkına gıda ve nakit yardımı yapamayan, tam tersi IBAN numarası verip para isteyen bir görüntü yaratmıştır.
Dünyanın 55 ülkesine maske göndermekle övünürken tam bir aydır kendi halkına maske dağıtmayı beceremeyen bir Saray iktidarı imajı yerleşmiştir.
Muhalif belediyelerin halka bedava ekmek ve maske dağıtmasını engelleyerek yani siyasi yarış nedeniyle "halk düşmanı bir iktidar" durumuna düşmüştür.
Sırf doların bile 7 lira psikolojik sınırını aşması ve Saray’ın tüm çabalarına rağmen bunu engelleyememesi bile iktidarda esen "yalan rüzgârı"nı iyiden iyiye ortaya çıkarmıştır. Saray’ı destekleyenlerin önemli bir bölümünün de artık bu iktidara inancı kalmamıştır.
Bütün bunların sonucunda gelen son anket çalışmalarına göre Erdoğan’ın, Cumhur İttifakı’nın oyu hızla erimektedir. Saray iktidarının bu yanlış uygulamalarına artık AKP ve MHP’ye oy veren kitleler bile karşı çıkmaktadır.
İşte bu nedenlerle Saray iktidarını koruyabilmek için belli ki bütün muhalif siyasetçilere, bağımsız gazetecilere, tek adam rejimine karşı direnen sendikalara, odalara, meslek kuruluşlarına ve sivil toplum kuruluşlarına karşı yeni bir topyekûn savaş başlatmıştır.
Ancak yapacağı zulmü meşrulaştırmak için önce bir mağduriyet yaratması gerekiyordu.
Bunun için de "darbe çağrısı yapıyorlar" yalanına sarıldılar.
Sanki Özgür Özel Milli Savunma Bakanı, Canan Kaftancıoğlu da Genelkurmay Başkanı…
Bu yalanlara kim inanır bilmem ama eski ortaklarının da içinde bulunduğu 15 Temmuz darbe girişiminden sonra neredeyse ordunun yarısını tasfiye etmiş bir Saray iktidarı var karşımızda.
Kimse kimseyi kandırmasın.
Bugünkü Türkiye’de eğer bir "darbe olacak" korkusu pompalanıyorsa ya Saray, iktidarını kaybetme endişesiyle yeni bir "kontrollü darbe tiyatrosu" tezgâhlıyordur ya da şu andaki müttefiklerinden biri darbe girişimine sıvanmıştır; tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi…
Kesin olan şu ki, Saray iktidarı kaybetmemek için "darbe" yalanına sarılarak yapacağı yeni zulümlere kılıf arıyor; mağduriyet yarat ki zulmün mazur görülsün.