Rojava için Brüksel'de yükselen çığlık

Suriye'nin yeni diktatörü ile Kürt varlığına karşı komploların pazarlığını yapan Türk Devleti o ülkede Kürtlere karşı işlediği suçlardan dolayı AB başkentinde mahkum edildi.

Geçtiğimiz hafta Suriye'deki Kürt varlığının geleceği açısından önemli iki gelişme yaşandı. Birincisi, Beşar Esad'ın devrilmesinden sonra Kürt direnişçilerinin ana gövdesini oluşturduğu Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi (MSD)'yi tamamen dışlayarak islamcı Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) ve benzerlerinin desteğiyle kendisini cumhurbaşkanı ilan eden Ahmed eş-Şera'nın Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'la baş başa görüşmesiydi.

Diğer önemli gelişme ise, hemen ardından, 5-6 Şubat 2025 tarihlerinde, Erdoğan'ın yönettiği Türk Devleti'nin Kuzey ve Doğu Suriye'de işlediği suçlardan dolayı Brüksel Özgür Üniversitesi (VUB)'de ulusararası ün sahibi hukukçu ve insan hakları savunucusunun savcı ve yargıç olarak yer aldıkları Daimi Halklar Mahkemesi tarafından yargılanıp mahkum edilmesiydi.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (DAANES)'in Dış İlişkiler Komitesi, Türkiye’nin işlediği suçları izleyen avukatlar grubu, Kadın Haklarını Araştırma ve Koruma Merkezi ile çeşitli insan hakları örgütleri tarafından düzenlenen etkinlik Brüksel Özgür Üniversitesi (VUB), Demokrasi ve Uluslararası Hukuk Derneği (MAF-DAD), Avrupa Demokratik Hukukçular Derneği (ELDH), Uluslararası Demokratik Hukukçular Derneği (IADL), Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) ve Brüksel Kürt Enstitüsü tarafından da destekleniyordu.

İki gün süren duruşmalar sonunda Daimi Halklar Mahkemesi'nin açıkladığı kararda Türk Devleti işlediği insanlık suçlarından dolayı mahkum edilirken, geleceğe yönelik olarak şu çağrı özellikle önem taşıyordu:

"Kanıtların çoğu 2018’den 2024 sonlarına kadar olan sürece odaklansa da, son gelişmeler bugüne ve geleceğe dair değerlendirmeleri de gerekli kılmıştır. Kürt halkının geleceği açısından, yeni Suriye yönetiminin MSD’yi özerk bir yönetim olarak tanıması ve Kürt halkının varlığına, kültürüne ve özerkliğine saygı göstermesi hayati önem taşımaktadır.

Çağrılı olduğum halde sağlık sorunları nedeniyle doğrudan izleyici olarak katılamadığım duruşmaları dijital ortamda dikkatle izledim ve sosyal medyada günü gününe yansıtmaya çalıştım. Ne yazık ki, sadece Suriye'deki Kürt varlığını ve onunla ittifak halindeki diğer ezilen halkları değil, Türkiye'de Kürt sorununa barışçıl bir çözüm arayışı içinde olan demokratik güçleri de ilgilendiren bu önemli olay muhalif medyamızın büyük bölümünde dahi gereğince yansıtılmadı.

VUB'den Profesör Gerrit Loots'un "Rojava kadın özgürlüğü ve demokrasinin inşa edildiği bir yer, bu yüzden Rojava'yı koruyacağız" diyerek açılışını yaptığı ilk günkü oturumda davacı avukatlardan Ceren Uysal "Türk devleti bölgede etnik temizlik yapıyor ve bu bir insanlık suçudur. Türkiye kendisi imza attığı sözleşmeleri dahi ihlal ediyor. İmza attığı sözleşmelerde 'suç' olarak tanımlanan fiilleri işlemeye devam ediyor. Hem siviller katlediliyor, hem de sivillere hizmet sağlayan alt ve üst yapılar hedef alınıyor. Bu yapılar kasıtlı bir şekilde hedef alınıyor ve Türk devleti savaş suçu işliyor" dedi.

Belçikalı avukat Jan Fermon da, Türk devletinin dini kimlikleri kullanarak bölgedeki etkinliğini arttırmak istediğini, bu amaçla DAİŞ'e bile destek vermiş olduğunu, buna karşı Rojava'da eşitlikçi ve demokratik bir sistem kurulduğunu belirterek "Türk devleti bu eşitlikçi ve demokratik yaşamı da hedef almaktadır. Türk devleti ayrıca bölgenin ekonomik kaynaklarını sömürmek, su hatlarını kontrol altına almak istiyor. İnsanların bölgede sağlıklı bir şekilde yaşamalarını engelleyerek, bölgeden göç etmelerini istiyor" dedi.

Türk devletinin bölgede tek güç olmak istediğini ifade eden Fermon, Türk devletinin milliyetçi ve tekçi politikalarına dikkat çekti. Ekonomik sömürüye de dikkati çekerek Efrîn'de üretilen zeytinlerin Türk markası olarak satıldığını ve bir tekstil fabrikasının soyularak makinaların Türkiye'ye götürüldüğünü, bu hırsızlığın BBC'de görüntülerle belgelendiğini açıkladı.

Türk devletinin Efrîn'de işlediği suçlara ilişkin raporu sunan Avukat Efstathios C. Efstathiou, Kürtlerin Efrîn'den sürgün edildiğini, çocuk, yaşlı veya sivil denmeden katliamların gerçekleştirildiğini, yer ve sokak isimlerinin Türkçeleştirildiğini ve Arapçalaştırıldığını açıklayarak "Bu demografinin değiştirilmesidir. Efrîn'den Kürtlük silinmek istiyor" dedi.

Kıbrıs'lı insan hakları savunucusu Öz Karahan ise 6-7 Eylül olaylarını ve Kıbrıs işgalini hatırlatarak, Kıbrıs'ta Rumların mallarına el konulduğunu, boşaltılan yerlere Müslüman Türklerin yerleştirildiğini, Kıbrıs'ta yaşananların aynısının bugün Efrîn'de de yaşandığını blirterek işgal öncesinde Efrîn'de 160 bin Kürt yaşarken işgalden sonra bu sayının 3 bine düştüğünü açıkladı.

Avukat Rengin Ergül, ellerinde Türk bayrağı ve SMO bayrağı olan Türk askerleri ve SMO çetecilerinin fotoğraflarını paylaşarak "SMO yetkilisi kendilerine yardım eden tek devletin Türk devleti olduğunu söyledi. Türk devleti ile bu çetelerin bağları ortada. İnsan Hakları İzleme Örgütü SMO çetelerinin suçlarına dair raporunu paylaştı. Raporda Türk devleti ve bağlı çeteleri kınandı. Efrîn'den Til Rifat'a göç edenler de Efrîn'deki gibi saldırılara maruz kaldılar. Gerçekleştirilen katliamlar Türk devlet kurumlarının resmi sosyal medya hesaplarından paylaşıldı. Türk devleti bölgede işgal ve soykırım saldırılarını genişletmek istiyor" dedi.

HALKLAR MAHKEMESİ'NİN YAŞAMSAL KARARLARI

Duruşmalarda çok sayıda tanık ve uzman dinlendikten sonra 6 Şubat'taki oturumun sonunda Daimi Halklar Mahkemesi Türk Devleti'ni mahkum eden şu kararları açıkladı:

5-6 Şubat 2025 tarihlerinde Brüksel'de toplanan Daimi Halklar Mahkemesi'nin 54. oturumunda, 2018 yılından günümüze kadar Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye'de işlendiği iddia edilen saldırı suçları, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan dolayı üst düzey Türk yetkililerinin sorumluluğunu değerlendiren yargıçlar heyetinin ön değerlendirme beyanıdır.

Mahkeme, Rojava'daki 9 kuruluşun talebi üzerine düzenlenmiştir. Sanıklara bildirimde bulunulmuş, ancak yanıt vermemiş ya da duruşmaya katılmamışlardır.

Öncelikle Rojava halkının cesaretini takdir etmek istiyoruz ve özellikle de bizimle deneyimlerini paylaşanlara minnettarlığımızı ifade ediyoruz. Savcılara, tanıklara ve katılımcı kuruluşlara, bu mahkeme için son derece kapsamlı kanıtları büyük bir titizlik ve adanmışlıkla sunmuş olmalarından ötürü teşekkür ederiz.

1-Tanıklıklar

Dinlediğimiz tanıklıklar, bir halkın yaygın, sistematik ve sürekli olarak cezalandırılmasını ortaya koymaktadır. Suçları ne mi? Kürt olmak, eşitlik, adalet ve dayanışma ilkelerine dayalı bir toplum inşa etmek. Bu cezanın amacı, Kürt kimliğini, varlığını ve kültürünü ortadan kaldırmaktır.

2018'de Türkiye tarafından işgal edilen Efrîn'de, Kürt halkı zorla evlerinden çıkarıldı. Kürt nüfusunun oranı yüzde 90’dan yüzde 25’e düştü; evleri ellerinden alındı ve yerlerine çoğu Suriye hükümetinin saldırılarından kaçan Sünni Araplar ve Türkmenler yerleştirildi. Mülkler sistematik olarak yağmalandı, dükkân tabelaları ve sokak isimleri Türkçe olarak değiştirildi, para birimi ve posta sistemi Türk lirasına dönüştürüldü, eğitim dili Kürtçeden Türkçeye çevrildi. Tarım arazileri ve fabrikalar ele geçirildi, zeytin endüstrisi Türkiye tarafından kontrol altına alındı ve zeytinler Türk ürünü olarak yeniden paketlenerek satıldı.

Yerlerinden edilen birçok kişi, sağlık hizmetlerine ve temel ihtiyaçlara erişimi olmayan, zaten çok kalabalık olan Şêhba kamplarına sığınmak zorunda kaldı. Başka bir askeri operasyon dalgası sonrası bazıları çatışma bölgelerinden geçerek Tebqa'ya kaçtı. Tanıklıklara göre 120 bin kişi zorla yerinden edilmiş olup bunların yüzde 40'ı çocuk, yüzde 40'ı kadın ve geri kalanlar yaşlı ve savunmasız insanlardır. Bugün itibarıyla yerlerinden edilmiş toplam kişi sayısının 300 bin olduğu belirtilmiştir.

Bazıları Til Rifat’a sığındı, ancak Aralık 2019’da tamamen sivil bir bölgede bulunan bir okul yakınındaki sokakta oyun oynayan çocuklara yönelik saldırıda, Türk topçuları tarafından atılan iki bomba sonucunda 10 kişi hayatını kaybetti. Bunlardan 8’i çocuktu. Yaralanan 9 kişinin de çocuk olduğu bildirildi. Bir tanık, 5 yaşındaki oğlunun öldüğünü ve 7 yaşındaki çocuğunun yaralandığını anlatmıştır. Efrîn’in işgalinden sonra yaşanan bu tür saldırılar birçok kez tekrarlandı.

Tanıklıklarda ayrıca siyasi aktivistlerin ve acil durum ekiplerinin keyfi şekilde infaz edildiği, insanların zorla kaybedildiği, tutuklananların sabah 09.00’dan akşam 17.00’ye kadar süren işkence sesleriyle zamanın geçtiğini anladıkları anlatıldı. Bir tanık, "Gözaltında yaşadığım acıyı ömrüm boyunca hissedeceğim," dedi. Kadın ve kız çocuklarına yönelik kaçırma, cinsel saldırı ve tecavüzlerin yaşandığı, okulların ve tren istasyonlarının gizli hapishanelere dönüştürüldüğü, milislerin kontrolündeki mahkemelerde adaletin sağlanmadığı aktarıldı.

2- Ortaya çıkan model

Türkiye'nin, BM Güvenlik Konseyi'nin izni olmadan Suriye topraklarına yönelik saldırıları, uluslararası hukuka göre bir saldırı suçudur.

Tanıklıklar, bombardımanlar, insansız hava aracı saldırıları, sivil halka karşı işlenen zulümler, zorla yerinden etme ve demografik mühendislik yoluyla nüfus değişimi, su ve enerji altyapısının kasıtlı olarak yok edilmesi, çevresel zararlar, kültürel mirasın ve eğitim kurumlarının tahribi, işkence, gizli gözaltılar ve tecavüzlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu göstermektedir. Bu suçlar, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları kapsamına girmektedir ve soykırım niyetini işaret etmektedir.

3-Türkiye'nin savunması ve Rojava'nın temsiliyeti

Türkiye, operasyonlarının "Rojava'daki teröristlere karşı kendini savunma" amacı taşıdığını iddia etmektedir. Ancak bu iddia asılsızdır.

2014 yılında kurulan Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi (MSD), doğrudan demokrasi, adalet, etnik uyum, toplumsal cinsiyet eşitliği ve barış ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir modeldir. Türkiye, bu özerk yönetimi yok etmeye çalışmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların çoğunun IŞİD bağlantılı olduğu belirtilmektedir.

4- Suriye’deki mevcut durum

Kanıtların çoğu 2018’den 2024 sonlarına kadar olan sürece odaklansa da, son gelişmeler bugüne ve geleceğe dair değerlendirmeleri de gerekli kılmıştır. Kürt halkının geleceği açısından, yeni Suriye yönetiminin MSD’yi özerk bir yönetim olarak tanıması ve Kürt halkının varlığına, kültürüne ve özerkliğine saygı göstermesi hayati önem taşımaktadır.

5- Uluslararası toplumun yükümlülükleri

Uluslararası toplum, Kürt halkının çektiği acıların ve sanıkların suçlarının farkındadır ancak herhangi bir somut eylemde bulunmamıştır. MSD'nin hiçbir devlet tarafından tanınmaması ve iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarının kapalı olması, Kürt halkının adalet arayışını imkânsız kılmaktadır. Uluslararası toplum, MSD’yi demokratik bir yönetim olarak tanımalı ve Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı saldırılarını durdurmasını sağlamalıdır. Aksi takdirde, Rojava’da tam anlamıyla bir soykırımın önlenemeyeceği açıktır.

***

Daimi Halklar Mahkemesi'nin bu kararları, Türkiye'de yeni bir "barış süreci" başlatan tüm güçler için olduğu kadar, bu süreci yurt dışından destekleyen kuruluşlar için de mutlaka önemle göz önünde tutulmalı, Kürt ulusunun ana gövdesini oluşturduğu Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'ni gerek Türk Devleti'nden, gerekse Suriye'de yeni oluşturulan Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) ağırlıklı iktidardan gelecek her türlü saldırılara ve komplolara karşı karşı sonuna dek savunmak günümüzün ana görevlerinden biri olmalıdır.

Kuzey ve Doğu Suriye (Rojava) Demokratik Özerk Yönetimi halklar panel insan hakları brüksel Türkiye kürtler