Kayapınar ve ideal bir kent hayatı üzerine

Birçok ülkeye ve şehre gittim ve bugüne kadar gittiğim hiçbir yerde bu kadar çok sayıda sitenin olduğu, daha doğrusu sitelerin esas yapılaşma modeli olduğu bir başka yer görmedim.

Bugüne kadar pek fikir sahibi olmadığım konularda yazı yazmamaya özen gösterdim. Kentleşme ve belediyecilik işleri de anladığım mevzular değil ama geçen aylarda farklı arkadaş gruplarıyla yaptığımız bazı sohbetler nedeniyle bu yazıyı yazmaya karar verdim. Zira aralarında daha önce çeşitli belediyelerde çalışmış olanların da olduğu bir grup arkadaşıma "Parti bir ilçeyi pilot belediye olarak seçse ve elinde imkânlar olsaydı nasıl bir belediyecilik yapardı, bize vadettiği hayat nasıldır, bunu uygulamalı olarak gösterse ne iyi olurdu" diye bir şeyler söylediğimde aldığım cevap "eğer partinin bir yeri sıfırdan inşa etme şansı olsaydı, Kayapınar ilçesi gibi bir yer olurdu" minvalinde bir şeyler oldu. Bu sohbetler, ayrıca başka arkadaşlarımın ve çok sayıda yakınımın Kayapınar ilçesini, özellikle 75. Yol diye adlandırılan bölgeyi ideal kent modeli olarak göstermeleri nedeniyle bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Konu ile ilgili teorik bilgiye sahip biri olarak değil elbette; bir Diyarbakır sakini olarak yazıyorum bu yazıyı.

Bilmeyenler için, Kayapınar ilçesi Diyarbakır’ın sanırım en yeni ve en hızlı büyüyen ilçesi. 300 binin üzerinde bir nüfusa sahip. Her mahallesi çok gelişmiş değil elbette ama kocaman, ışıklı bulvarların ve gittikçe artan sayıda yiyip içilecek, takılacak mekânların olduğu bir ilçe. Şıkır şıkır yeni binalarıyla Diyarbakır’ın kimliğiyle, tarihî dokusuyla hiçbir alakası; hatta herhangi bir ayrıksı kimliği yok. İlçedeki bir bulvarda çekilmiş ya da evinizin balkonundan çektiğiniz bir fotoğrafa bakarsanız bunun Türkiye’nin herhangi bir şehrinde yeni kurulmuş, lüks sayılabilecek bir semtte çekildiğini sanabilirsiniz. 

Özellikle daha yeni mahallelerinde yalnızca sitelerde yaşamanın mümkün olduğu bir ilçe Kayapınar. Müstakil binaların sayısı çok az. 10’dan fazla katlı en az 2 binadan oluşan sitelerin hemen hepsinin etrafı tel örgülerle çevirili ve kapılarında 24 saat özel güvenlik görevlileri bekliyor. Daireler genellikle en az 140 m2. Bu daireler oldukça lüks ve şehir standartlarına göre pahalı. Sitelerin hemen hepsinde çocuk parkı, yeni ve en lüks olanlarında ise yüzme havuzu mevcut.

Şunu söylemeliyim ki şu fani hayatımda birçok ülkeye ve şehre gittim ve bugüne kadar gittiğim hiçbir yerde bu kadar çok sayıda sitenin olduğu, daha doğrusu sitelerin esas yapılaşma modeli olduğu bir başka yer görmedim. İnsanların çeşitli nedenlerle böyle sitelerde ve bu ilçede yaşamak istemelerini anlıyorum elbette. Şehirde yaşanacak daha iyi bir yer olduğunu söylemek de mümkün değil nitekim. Kayapınar’ın bazı mahallelerinde yürüyüş parkurlarının olması, binaların birbirlerinden uzaklığı, bina başına düşen yeşil alanlar bu ilçeyi diğerlerinden daha cazip hale getiriyor. Bu olumlu özelliklerin farkındayım tabii ki ve en nihayetinde pes edip ben de oraya yerleşebilirim ancak bu ilçenin ve orada süregiden yaşam biçiminin idealize edilmesiyle bir derdim var benim.

İnsanları sitelerde yaşamaya iten çeşitli nedenler var ve sanırım bunların başında güvenlik kaygısı geliyor. Hırsızlığa, tacize karşı kendilerini güvende hissetme ihtiyacı duyuyor olabilir insanlar ancak bu kaygıyı gidermenin yolu etrafı tel örgülerle çevrili, kapısında güvenlik olan sitelere hapsolmak mıdır? İdeal olan insanların kendilerini her yerinde güvende hissettikleri bir şehirde yaşamak ve gerekli olan şey böyle bir şehirde yaşamayı talep etmek değil midir?

Bu sitelerde araçlar için yeterli sayıda park yerinin olmasının da insanlar için cezbedici bir tarafı olduğu söylenebilir. Ama burada talep etmemiz gereken şeylerden biri araç park yeri sorununun başka şekillerde halledilmesi değil midir? Her şeyden önemlisi, arabaların ana ulaşım aracı olmaktan çıkarılması, araç artış hızının düşürülmesi ve toplu taşımanın geliştirilmesi gerekli değil midir?

İnsanları bu sitelere çeken başka özellikler de var. Bu sitelerin çoğunda jeneratörler var mesela ve Diyarbakır gibi elektriğin sıkça kesildiği bir yerde jeneratöre sahip olmak neredeyse elzemdir. Ben mesela jeneratörü olmayan bir binada yaşadığım için sıklıkla sorun yaşıyorum ve keşke jeneratörü olan bir yerde yaşasaydım diye düşündüğüm oluyor. Yani jeneratörün bir avantaj olarak görülmesini anlıyorum ama elektriğin kesilmesi konusundaki kaygımızı giderecek olan şey esas olarak elektriğin ikide bir kesilmediği bir şehirde yaşamak değil midir?

Bu sitelerde görece yeşil alanın varlığı da insanları cezbediyor olabilir ama sahiden merak ediyorum: o sitelerde yaşayan kaç kişi inip çayır çimende spor veya piknik yapıyor ya da ayağı çıplak dolaşıyor ya da herhangi bir şekilde vakit geçiriyor? Hem bir ormanın olmasa bile koca bir parkın yerini küçük çimenlik alanlar nasıl alabilir ki? Diyarbakır’a uçakla dönerken çektiğim bir fotoğrafı buraya iliştiriyorum. Tepeden bakınca yeşil alanı olan bir yere benziyor mu yere göğe sığdırılmayan 75. Yol dolayları? Daha ziyade koca bir TOKİ Cumhuriyeti gibi görünmüyor mu baktığımız yer?

Bütün bunlar bir yana, burada esas soru, bizim nasıl bir şehirde, nasıl ilişkiler kurarak yaşamak istediğimizdir. Dikey mimarinin hâkim olduğu bir ilçede, bu tip sitelerde yaşamanın belirli bir ilişki, komşuluk hatta şehirlilik modeli geliştirdiği aşikâr. Her katında en çok 3-4 dairenin ve bazen 2 asansörün olduğu bu binalarda sakinlerin çok azı bir diğerini tanır. Bazı sitelerde çocukların çocuk parkında oynadıklarını, yetişkinlerin de çardaklarda falan oturduklarını görebilirsiniz bazen. Bazılarında bunu dahi göremezsiniz. O çocuk parkları ve küçük yeşil alanlar çoğunlukla bomboş durur. İnsanlar birbirlerine pek değmeden yaşayıp giderler yıllarca. Bu sitelerde yaşayan insanların çoğu arabalarıyla işe gidip, belirli yerlerde alışveriş yapıp bir şeyler yiyerek yaşarlar. Yani her sitenin sakini o sitenin dışında, hatta o semtin dışında yaşayan insanlarla, para harcamak üzere gittiği bazı mekânlar ve muhtemelen Sur ilçesi hariç (Sur ilçesini ayrı tutabiliriz zira başına gelen onca felakete rağmen Sur hâlâ bir çekim merkezi ve şehrin her yerinden insanların alışveriş ve sosyalleşmek için gittiği bir yer olmaya devam ediyor), pek karşılaşmaz. Bizim için ideal hayat böyle bir şey midir gerçekten?

Dikkatimi çeken bir şey de bu ilçenin farklı yerlerinde, farklı sitelerinde yaşayan insanların, özellikle para harcamak zorunda kalmadan, bir araya gelebileceği ortak alanların sınırlı olması. Küçük denilebilecek parklar var ama herkesin spor yaparken, dinlenirken, piknik yaparken karşılaşabileceği çok büyük bir park ya da sokak müzisyenlerinin takılabildiği, haftanın farklı günlerinde farklı pazarların kurulduğu (sebze/meyve pazarı, çiçek pazarı, şarküteri ve yiyecek pazarı gibi), konser ve başka etkinliklere, hatta arada bir siyasi mitinglere ev sahipliği yapan bir kent meydanı yok ilçede. Örnekler çoğaltılabilir. Ve bu ortak yaşam alanlarının eksikliği kentin tamamı açısından da düşünülmelidir. Farklı sitelerde yaşayan insanların bir araya gelmesi kadar, farklı semtlerde yaşayan insanların da zaman zaman yollarının kesişmesi önemlidir ve bugün Diyarbakır’da bunun pek gerçekleştiğini sanmıyorum.

Kayapınar’da böyle bir yapılaşmanın ortaya çıkmasında müteahhitlerin, iktidarın, evleri satın alan ya da kiralayan Diyarbakırlıların ve belediye gibi aktörlerin her birinin ne kadar rolü var, sorumluluk en çok kimde, bilmiyorum. Hiç mecbur olmadıkları halde o sitelerin etraflarını tel örgülerle donatıp, kapısına güvenlik görevlisi koyan ve kâr marjını yükseltmek için her şeyi mubah gören müteahhitler epey önemli bir rol oynamış olmalılar. Belediyeye, yani yetkililere gelince; her şeyden önce, göç alarak hızla büyüyen bir kentin konut sorununa çözüm bulmak istemiş olmalılar. Konutların maliyetlerini düşürmek için de bu kadar yüksek katlı binaların yapılmasına izin verilmiş olabilir ama bunun yerine daha az katlı binalarda daha küçük dairelerin yapılması teşvik edilemez miydi? En az 140 m2, hatta çoğu zaman 200 m2’den büyük ve bu kadar lüks evlerde yaşamak bir mecburiyet midir gerçekten? Ayrıca her binaya/siteye ayrılması mecburi tutulan o küçük yeşil alanlar yerine büyük parklara alan ayrılması sağlanamaz mıydı? Böylece sitelerin içindeki küçük yeşil alanlar yerine ortak kullanılan daha büyük parkların inşası mümkün olmaz mıydı? Ben çocukken Yenişehir semtinde yaşardık. Trafik Çay Bahçesi’nin karşısında. Birbirine bitişik en az 7 katlı şu çirkin binalar yapılmadan önce 3-4 katlı, geniş balkonları ve etrafında bahçesi olan binalar vardı semtte. Ona benzer, hadi olmadı 5-6 katlı binalardan oluşan ve ortak yaşam alanları bolca olan bir semt inşa edilemez miydi?

Yine de bana kalırsa sorumluluk en çok da bu sitelerde yaşamak isteyen insanlarda. Sanırım oradaki hayat idealleştirildiği sürece, müteahhitler de belediyeler de örneklerini çoğaltmaya devam edecekler. Ben yine de iyimser olmayı tercih ediyor ve yeni belediyelerin ideal kent hayatı konusuna biraz daha kafa yorup farklı bir bakış açısıyla farklı planlar yapacaklarını umuyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi