Nurcan Kaya
Bana adayını söyle, demokratik misin söyleyeyim
Neredeyse iki yıldır sürekli seçimlerden bahsettikten, erken seçim, seçim kanunu, cumhurbaşkanı adayları, ittifaklar üzerine konuştuktan sonra artık nihayet sandık için günleri saydığımız son düzlüğe girdik. Seçim tarihi olarak 14 Mayıs ilan edileli beri de ittifaklarla ilgili tartışmaların yanı sıra aday adaylık haberleriyle yatıp kalkıyoruz
Seçim tarihinin belirlenmesinden sonra seçime girecek tüm siyasi partiler aday adaylık başvurularını kabul etmeye başladılar. Partilerin başvurular için belirledikleri süreler de artık doldu. Ne yazık ki partilerin tamamına yakını kaç adaylık başvurusu aldıkları ve bu adayların kaçının kadın olduğu konusunda kamuoyuyla herhangi bir bilgi paylaşmadılar. Herhalde bu bilgiyi paylaşmanın seçmenler için bir önem arz ettiğini düşünmüyorlar ya da seçmenlerin beklentisini yeterince önemsemiyorlar. Bu konuda Yeşil Sol Parti’yi ayrı tutmak gerekir, zira onlar 2783 başvuru aldıklarını ve bunların 1147’sinin kadın adaylar olduğu bilgisini biz yurttaşlarla paylaştılar.
Bu yazı için temas kurduğum farklı partilerin üyeleri bu temel ve basit bilgiyi partilerinden öğrenip bana bildiremediler. Güncel olup olmadıklarından emin olmadığımız bazı bilgiler ise çeşitli haberlerde yer aldı.
Son yazımda, muhalefette yer alan siyasi partilerin yönetimlerinde ve TBMM’de kadınların temsili konusundaki iç karartıcı tabloyu anlatmış, “siyasette erkekler ittifakı bu sefer dağılır mı” diye sorarak, bu partilere aday listeleri oluştururken kadınların eşit oranda temsil edilmelerini sağlamaları çağrısında bulunmuştum. Zaten çok sayıda kadın hakları örgütü ve inisiyatifi, mesela Eşitlik için Kadın Platformu ve Kadın Adayları Destekleme Derneği de günlerdir, seçimlerde kadınların eşit temsilinin sağlanması için kampanya yürütüyorlar. Kampanyaların hedefi olan siyasi partiler ise kadınların eşitlik talepleri konusunda henüz çıkıp söz söylemiş, herhangi bir taahhütte bulunmuş değiller.
Bu ve başka gelişmeler, seçmenler olarak pek çok konuda olduğu gibi adayların belirlenme süreçlerine ne kadar etkide bulunabildiğimiz, siyasi partiler tarafından kararların ne kadar katılımcı ve demokratik bir şekilde alındığı konularını akla getiriyor.
Aday listeleri Yüksek Seçim Kurulu’na 9 Nisan’da sunulacak ancak seçmenler olarak bizler süreci ancak kenardan izlemekteyiz. Bazı partiler temayül yoklaması adı altında, delegelerinin aday adaylarıyla ilgili görüşlerini alıyorlar ancak bu süreçlerin çoğu göstermelik bir şekilde yaşanırken, birçoğu da kavga, gürültüyle geçiyor.
Her siyasi partide bir aday belirleme komisyonu oluşturuluyor. Ancak bu komisyonlarda görev alan kişilerin nasıl belirlendiği, kimlerin görev aldığı, komisyonlarda eşit temsile uyulup uyulmadığı ve komisyonların hangi kriterlere göre aday belirlediği konusunda bilgi sahibi değiliz.
Partilerin il ve ilçe teşkilatlarının, delegelerinin aday belirleme süreçlerine ne kadar etkide bulunabildikleri belirsiz. Çoğunlukla en güçlü olan veya karar vericilere en yakın olan, ya da en çok bağlantıya sahip olan kişiler adaylığı kapıyor gibi görünüyor. Kısacası, ‘network, güç ve para’ konuşuyor!
Seçmenlerin ise bütün bu süreçlere hiçbir etkide bulunamadıkları aşikâr. Siyasi partilere yapılan adaylık başvurularının listesini görmemiz mümkün değil. Dileyen adayın kendisi sosyal medya hesaplarından adaylık başvurusunu kamuoyuna duyuruyor. Sosyal medyada ya da basında paylaşılan bilgilerden haberdar olup, çoğunlukla da sadece sosyal medyada bazı reaksiyonlar gösterebiliyoruz. Açıkçası bu reaksiyonların da bir etkisi oluyor mu emin değilim.
Bütün bu kapalılık ve kaos ortamında siyasi partilerde hiç görev almamış, hatta bazen toplum yararına tek bir icraatta bulunmamış, hatta bazen yaşamının önemli bir kısmında, başvurduğu siyasi partinin programını, ideolojisini, icraatlarını sert bir şekilde eleştirmiş olan bazı kişiler adaylık başvurusunda bulunabiliyorlar.
Kendilerini her şey için ziyadesiyle ehil ve yeterli gören bazı kişiler ise herhalde sadece milletvekili olarak siyaset yapılır sanıyorlar ya da açıkça söylemek gerekirse milletvekili olmanın nimetlerinden yararlanmak, o toplumsal prestije sahip olmak istiyorlar.
Sivil toplum çalışmalarında az ya da çok yer almış bazı kişiler ise bu ‘büyük’ emekleri karşılığında milletvekilliğini derhal hak ettiklerini düşünebiliyorlar.
Diğer yandan birisi, sadece bir mağdurun, zulme uğramış birinin annesi, babası, eşi, çocuğu, kardeşi olması nedeniyle adaylık başvurusunda bulunabiliyor ya da bu kişilere doğrudan siyasi partiler tarafından adaylık teklifi götürülebiliyor. Yani bu akrabalık bağı olmasa, hiçbir şekilde varlığından haberdar olmayacağımız, toplum yararına hemen hiçbir şey yapmamış veya önemli bir liyakate sahip olmayan bazı kişileri bir anda aday ve milletvekili olarak görebiliyoruz.
Yetmiyor, kamuoyu tarafından iyi tanınan ancak söz konusu siyasi partinin çizgisinden epey uzak bir yerde duran birilerine bizzat parti tarafından adaylık teklifi götürüldüğünü sosyal medyadan öğrenebiliyoruz. İşte bu olmuş bitmiş haller konusunda seçmenler olarak sadece birbirimize söylenip, dertlenip duruyoruz.
Partiler herhalde büyük hedefler ve stratejiler için bu adayların tercih edildiğini, bizim aklımızın bu işlere ermeyeceğini düşünüyorlar. Herhalde temsili demokrasiyi de irade devri olarak görüyorlar.
Sonuç olarak, demokrasi vaat eden kurumlar hiç de demokratik davranmıyorlar. Bizler de bu durumdan şikâyet ede ede elden bir şey gelmeden gidip oy kullanmak zorunda kalıyoruz.
Umalım ki yakın bir gelecekte siyasi partilerin karar alma süreçleri daha şeffaf, katılımcı ve demokratik olsun. Sonuçta, demokratik olmayan bir kurum gerçek bir demokrasi getiremez, değil mi?
Nurcan Kaya: İnsan hakları –özellikle uluslararası insan hakları ve Avrupa Birliği hukuku kapsamında azınlık hakları, eşitlik ve ayrımcılık yasağı, ayrıca AİHM yargısı alanlarında- uzmanlaşmış bir hukukçu ve Diyarbakır Barosu'na üye bir avukat. Essex Üniversitesi’nde uluslararası insan hakları hukuku alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde uzman/araştırmacı olarak çalıştı. Global Dialogue’da Türkiye Direktörü olarak, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu’nda (MRG) ayrımcılık yasağı hukuku uzmanı, Türkiye ve Kıbrıs koordinatörü olarak çalıştı.