Nurcan Kaya
Cesedi olmayan insanların ülkesi
"…Ve bir ceset ortada yoktur. Birkaç kemik parçası vardır…" diye açıklama yapıyordu kürsüdeki AKP grup Başkanvekili.
2017 yılında Dersim’de güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada hayatını kaybeden Agit İpek’ten bahsediyordu. Cenazesi annesine bir PTT kargosu içinde teslim edilen Agit İpek’ten.
Annesinin anlattıklarına göre 1995 doğumlu Agit 2010 yılında dağa gitmiş. 2017 yılında oğlunun bir çatışmada hayatını kaybettiğini televizyon izlerken öğrenen anne, oğlunun cenazesini alabilmek için tam üç yıl boyunca didinmiş. Çalmadığı kapı, başvurmadığı yetkili kalmamış. 2019 yılında DNA testi yapılması için kan örneği veren anneye bir süre sonra DNA eşleşmesi sağlanmadığı söylenmiş. Epey bir vakit sonra Agit’in DNA’sı ile annesininki eşleşmiş ama annenin bundan haberi olmamış. Agit’in cenazesi Tunceli Adliyesi’nden Diyarbakır Adliyesi’ne gönderilmiş. Diyarbakır Adliyesi’nden anneyi arayıp "bir ‘dosya’nız var, gelip almanız lazım" demişler. Anne o sırada İstanbul’da olduğunu söyleyince ‘dosya’ Tunceli Adliyesi’ne iade edilmiş. Bunun üzerine Tunceli Adliyesi de anneyi arayıp ‘dosyanız’ var demiş. Anne dosyayı ancak Diyarbakır’dan alabileceğini söyleyip oraya göndermelerini istemiş ve ‘dosya’ tekrar Diyarbakır’a gönderilmiş. Bu süre boyunca anneye ‘dosya’da ne olduğu konusunda bilgi verilmemiş, ‘gizli’ denilmiş. Emniyetten aldığı kâğıtta ise ‘emanet’ diye yazılıymış. Bu kağıtla Diyarbakir Adliyesi’ne gittiğinde anneye bir PTT kargo paketi içinde oğlunun cenazesi verilmiş. İnternetten satın aldığı bir ürünü, yargılama sırasında el konulan bir cep telefonu ya da silahı, yani bir eşyayı verir gibi oğlunun kemiklerini annesinin eline vermişler.
""Kemikleriniz gelmiş, kutunun içinde’ dediler. Baktım paketim orada, Agitim PTT yazılı paketin içinde. Kemiklerimi aldım evime geldim." demiş anne gazetecilere.
Oğlunun kemiklerinin olduğu paket kucağındayken fotoğrafını çekmişler annenin.
O fotoğrafa bakabilirseniz bakın. Bakmaya devam etmeyi başarabilirseniz bakmaya devam edin. Sonra gözlerinizi kapatın. Bir an için o annenin kendi anneniz olduğunu düşünün. Bir an için o kemiklerin sizin çocuğunuza ait olduğunu düşünün. Sadece düşünün… Düşünmesi bile korkunç, aman Allah korusun diyorsunuz, değil mi?
Bazı acılar vardır ki insan ‘düşmanıma bile dilemem’ der. Oysa bu ülkede insanlık ölüm kalım mücadelesi verirken bile düşman görülen bazı insanlara herhangi bir normal insanın asla yaşamak istemeyeceği bir acı layık görülebiliyor. Basitçe, "usuller böyle" denilebiliyor.
Yanılıyor AKP Grup Başkanvekili. O kutudakiler birkaç kemik parçası değil. Ne yaşamış, neler yapmış, ne şekilde ölmüş olursa olsun, birilerinin oğlunun, birilerinin kardeşinin, birilerinin arkadaşının, sevdiğinin, bu ülkenin bir vatandaşının cenazesi o. "Cenazeniz bulundu, gelin teslim alın" diye ailesine haber verilmesini hak eden bir cenaze. Ailesinin inancına, dini vecibelerine göre defnedilmesi gereken bir cenaze.
Ahlaka, vicdana, dine, hukuka aykırı bir şekilde anneye teslim edilen cenaze, yine ahlaka, vicdana, dine ve hukuka aykırı olarak toprağa verildi. Cenaze törenine bir imamın katılmasına izin verilmediği için ailenin dini vecibelerine uyulmadan toprağa verildi Agit.
"Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar." der İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. Maddesi. Sonra ayrımcılık, işkence ve kötü muamele yasaktır der. Özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi gerektiğini söyler Bildirge, tıpkı Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi.
Ve tüm bunlar, insanların yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da onurlarının korunması ve bir cenazeye saygılı davranılması gerektiği; insanların, yakınlarının cenazelerini uygun koşullarda ve makul bir zamanda teslim almak, taşımak, yakınlarının cenazesine katılmak ve kendi dini ritüellerine göre cenaze töreni düzenlemek haklarına sahip oldukları anlamına gelir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hadri-Vionnet/İsviçre ile Pannullo ve Forte/Fransa kararlarında bu hakların izdüşümlerini görmek mümkün.
Peki bir annenin evladının cesedini makul bir süre içerisinde, onurunun çiğnenmeyeceği bir şekilde teslim alması ve dini vecibelerine göre gömmesi için uluslararası hukuka, sözleşmelere, mahkeme kararlarına bakmak gerekir mi gerçekten de? Böyle bir haktan bahsetmek için hukuku anlatırken hicap duymaz mı insan? Kitabi olan ya da olmayan bütün dinlerde, inanışlarda, hatta mitolojide bile cenazelere saygı gösterilmesi ve cenazelerin yakınlarının inançlarına ya da dini ritüellerine göre gömülmesi yok mudur? Hayatını kaybeden bir kişinin, kim olursa olsun, yaptığı iyi veya kötü her şey ya da söylediği her söz bu dünyada kalmaz mı? Bu nedenle, ölünün arkasından konuşmayan bir toplum değil miyiz biz? Bu nedenle, ne yapmış olursa olsun cenazede hakkını helal eden bir toplum değil miyiz?
Peki nasıl oluyor da bu kadar yerleşik bir hak, gelenek, adına ne derseniz deyin, cenazeye saygı ve gömme hakkı mevzubahis ‘bazı’ Kürtler olunca bu ülkede unutuluyor, ‘aman efendim usul böyle’ diye açıklama yapılabiliyor? Kürtlerin ölüsüne saygı gösterilmemesi yeni bir şey değil elbette. Cesetlerin araca bağlanarak sürüklendiği, üzerinden tankın geçtiği, delik deşik edilmiş bedenlerin TV programlarında gururla teşhir edildiği, bir annenin cesedinin mezardan çıkarılıp başka bir yere gömüldüğü ve tüm bunların normal görüldüğü bir ülke burası.
Ve Kürtlerin maruz kaldığı bu zulüm düşmanlaştırılmış başka halklar için de tanıdık elbette. Yüz binlerce Ermenin mezarsız, ritüelsiz toprağa karıştığı bir ülke burası. Binlerce bedenin denize, nehirlere, çukurlara ve uçurumlara atıldığı ülke. 100 yıl öncesinden kalan mezarların talan edildiği, üzerine tuvalet inşa edilen ülke. Mevzubahis ‘düşmanlar’ olunca bütün bu zulümlerin ama ile başlayan cümleler ile mazur görüldüğü ülke. Ve bunları konuşmanın, anlatmanın bugün hala cezalandırıldığı ülke.
Eğer annesinin verdiği tarihlerde bir hata yoksa Agit 2010 yılında, yani 15 yaşındayken, yani çocukken dağa çıkmış. Benim gibi hak savunucuları silahla hak aranmasına karşıdırlar. Ama silahla hak aranabileceğini düşünen insanlar dahi bir çocuğun bir örgüte katılmasının kabul edilemeyeceğini düşünürler, ya da düşünmeliler. 15 yaşında bir çocuğun bir silahlı örgüte katılabiliyor olması ayrı bir trajedi, ayrı bir hukuk ihlali.
Agit ve annesi bu ülkede yüz yıldır sürüncemede bırakılmış olan Kürt sorununun kurbanlarından sadece ikisi. Bu ülkede Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri güvenceye alınmış olsa ya da bir çözüm süreci hayata geçirilmiş, gerçekten de ‘analar ağlamasın’ diye gerekli adımlar atılmış olsa, Agit bugün hayatta olabilirdi. Belki şimdi, şu anda, bir adaptasyon projesi kapsamında bir devlet kurumunda çalışıyor bile olabilirdi. 2015 yılında çözüm süreci bitirilmemiş olsa her iki taraftan da binlerce insan, birilerinin evladı, arkadaşı, sevgilisi, gözünün nuru bugün hayatta olabilirdi. Daha demokratik, ekonomisi daha güçlü bir ülkede yaşıyor, gençlerin ve çocukların gelecekleri için çok daha az kaygı duyuyor olabilirdik.
Öyle ya da böyle, daha on yıllarca, her iki tarafa da fayda sağlamadan sürebilecek olan bir çatışma nedeniyle her iki taraftan da daha nice evladın ölebileceğini bilerek ellerimiz kollarımız bağlı çaresizce ve kederle bekliyoruz. Ne yazık ki nefretin bu kadar körüklendiği bir toplumda bu kadar insani, insan odaklı bir derdi anlatabilmekte dahi zorlanıyoruz. Etnik kökeni, dili, inancı ne olursa olsun, bu ülkenin bütün evlatları onurlu bir hayat yaşasınlar diye mücadele etmenin, "savaşın kazananı yoktur" demenin, barış diye haykırmanın yargılanmamıza, işsiz kalmamıza sebep olabileceğini biliyoruz.
Varsın olsun. Ne olacaksa olsun. Yeter ki bir gün, söylediğimiz şeyler, aldığımız riskler ölümlerin durmasına, özgür ve eşit bir hayatın inşa edilmesine katkıda bulunsun. Yeter ki ne bir asker ailesinin kapısı bir ölüm haberi vermek için çalınsın, ne o ailenin çığlığı arşa yükselsin, ne de bir başka anne evladının ölümünü televizyondan öğrenip cenazesini elleriyle taşımak zorunda kalsın.
Bu son olsun artık. Bu son olsun…