Süreyya Karacabey
Ellerinize kan bulaşacak
Katliam yasasının meclisten geçmemesi için yaklaşık iki aydır Ankara'da nöbet tutan insanlara, Sakarya'dan Kuğulu'ya yürümelerini engellemek için megafonla seslenen polis, “altmış iki gündür burada beraberiz” dedikten sonra, yasal haklarının sınırını bir kanun maddesini zikrederek çizmeye çalıştı. Basın açıklaması yapmalarına izin verilmişti ama toplu halde yürüyüşe geçmeleri yasaktı. Sonrası bildiğiniz gibi, hep alışıldığı gibi gerçekleşti. Zaten topluluğun meselesi, başkalarının hayatları hakkında bu kadar kolay karar verilmesinin ahlak dışılığına dikkat çekmekti. Toplum yaşamında sorunlu görülen bir kitlenin, kapatılmasını ve yok edilmesini buyuran aklın, akıl dışılığına tanık olmanın korkunçluğu hakkında konuşulmasını sağlamaya çalışmaktı.
Ankara ile sınırlı olmayan katliam karşıtı protestoları, başkasının hayat hakkı konusunda bu kadar rahat karar alanlara ve bu kararı “tehdit edeni yok et” şiarıyla savunanlara yöneltilmiş bir direniş olarak okumak, hepimizi daha temel bir ortak noktada birleştirebilir. Başkasının hayatta kalıp kalmayacağına toplanıp karar vermenin hiçbir problem teşkil etmediği bir yerde, bunun hepimizi aşan bir karar olduğunu söyleyenlerin yürümesinin suç olduğuna ikna oluştaki akıl dışılık.
Hayvan oluş'a, benim gibi “başka bir birey” olarak bakmasa bile, pek çok insanın-hatta onlardan korkan, çocuklara zarar vereceğine inandırılmış insanın- bu yasa karşısında gösterdikleri tepki vicdaniydi. Koşulların iyileştirilmesi, popülasyonun kısırlaştırma yoluyla azaltılması önerilerine sıcak baktılar, çünkü kimse kolay kolay bir yok etme politikasının parçası olmak istemez.
Yönetimlerin, adına hareket ettiklerini söyledikleri çoğunluk, zarar görme endişesi tırmandırıldığında saldırgan tepkileri dile getirebilir ama tekil olarak, bir katliam kararıyla başbaşa kaldığında eminim “başka” seçeneklerin düşünülmesinin her bakımdan daha makul olduğu düşüncesine daha yakın davranacaktır. Çıplak şiddet iktidar baskısına değil, iktidar yokluğuna bağlıdır çünkü.
Herkes yaşadığı ülkede, kendisi ve sevdikleri için güvenlik istemenin yolunun, başkası için de güvenlik istemekten geçtiğini ve korktuğu ya da tehdit olarak gördüğü bir topluluğun uğradığı zulmün aslında “her şey mübahtır” ilkesine yakıt sağladığının açık ya da örtük farkındadır.
Adalet duygusunun evrenselciliği, dost ve düşman politikalarına sıkıştırılmış bir dünya için panzehir olabilir. Dostun ve düşmanın değişkenliği karşısında, daha içeride bir yerlere kök salmış adalet duygusu, hangi zamanda olursak olalım, adil davranmanın bizi daha huzurlu insanlar yapacağı hakkında bir teminat sunar. Kişisel çıkardan arındırılmış ve sadece başkasının yenilen hakkını savunmaya yönelik her türlü eylem, bizi, uzaklaştırmaya çalıştıkları canlı onuruna bir adım daha yaklaştıracaktır.
Katliam yasasına karşı çıkanları düşünün, her gün şehirlerde ve kırlarda yaşama mücadelesi veren hayvanları beslemek için, onları iyileştirmek için ödedikleri bedelleri düşünün. Burada herhangi bir çıkarı boşverin, başına bela almayı göze almış insanların “başkasının hakkı” konusundaki incelmiş bir farkındalığı görürsünüz, elbette yok edilmek istenen her topluluğa, eşit canlı hakları açısından bakıyorsanız.
Birilerinin hayatta kalmasına kim karar verir? Böyle bir “hak” gerçekten var olsa bile, meşru ve ahlaki midir? Öldürme hakkı, yasal bir zemine taşınsa bile genel bir kabulün sonucu olabilir mi? Tarih bize toplu ölümler konusunda, sadece doğrudan silah kullananların değil, oturup bazı kağıtlara imza atarak “masabaşı katilleri” adını alanların da sorumlu olduğunu gösterdi. Bir yere imza atmak o an için basit bir şey gibi görülebilir, yapılması gerekeni yapmak, bir emre uymak vs. Ama sonra o kararlar uygulandığında, “öldürme hakkı” denilen o büyük sorumluluğun bir parçası haline gelmek, eğer adalete dair kırıntılar varsa zihinde- korkunç iç çatışmalarına neden olacak, ve tarihten öğrendiğimize göre, elini kana bulamayanların hepsi- kendini çeşitli biçimlerde savunacaktır.
Evet, yaşam alanlarını temizlemek için, daha güvenli sokaklar için iddiasıyla meclise getirilen yasa geçmek üzere. Tek bir şey öneriyorum, orada attığınız imzanın, “başkaların hayatı” hakkında geri dönülmez bir karar olduğunu düşünün. Dört ayaklı, iki ayaklı, konuşan, konuşmayan fark etmez, onlar ölümüne karar vereceğiniz başkaları'dır. Sadece bunu tutun aklınızda ve vicdanlarınızdaki arketiplerden kalan adalet duygusuna yasalardan ve bakanlıklardan daha fazla güvenin.
Hayvanlar sadece hayvan değil, bizler sadece insan değiliz, nasıl yaşayacağımızı seçmek zorunda olan fanileriz.
Süreyya Karacabey kimdir?
Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.