Celal Başlangıç
Erdoğan Kürtlerden rol çalmaya teşebbüs etti
Odaya girince uzun namlulu silahını duvara dayamış, cepleri şarjörlerle dolu muharebe yeleğini sandalyeye asmıştı Kobane Kantonu Adalet Divanı Üyesi Ferhan Haceis.
Aynı odada bulunan Kobane Kantonu Başbakanı Enver Müslim ve Dışişleri Bakanı İbrahim Kurda da gömleklerinin üzerine giydikleri koltukaltı kılıflarındaki 14’lük tabancalarıyla oturmuşlardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse ilk defa bir başbakanı ve bakanı silah kuşanmış olarak görmüştüm.
Hele uzun namlulu silah taşıyan bir yüksek yargı üyesini hiç görmemiştim.
Biraz yadırgamış bakışlarıımızı fark edince "Mecburiyetten taşıyoruz" demişlerdi, "Kendimizi savunma amaçlı. Biz özgür bir toplumuz ama dışarıdan gelen saldırılara karşı bir zorunluluk."
Zaten Başbakanlık binası IŞİD’in hedefinde olduğu için can güvenliğimizi sağlamak amacıyla bizi başka bir binada konuk etmişlerdi.
IŞİD çeteleri ellerindeki modern ve ağır silahlarıyla, tanklarıyla Kobane kent merkezine bir bomba atımı mesafeye kadar yaklaşmıştı.
Müthiş bir hareketlilik vardı. Elleri silahlı gencecik insanlar sürekli gelen haberleri aktarmak için odaya girmiş, her çalan telefon bir sorunun habercisi olmuştu.
- Kobane Başbakanı Enver Müslim (solda) ve Dışişleri Bakanı İbrahim Kurda -
Sohbetimiz sık sık gelen telefonla kesildiği için özür dilemişti Haceis.
"Kızım basın mensubu, şu anda doğu cephesinde fotoğraf çekiyor. Aldığı bilgileri de bana aktarıyor."
Kimi biten benzin, kimi eksik kalan gıda yardımı, kimi kentin bir ucuna düşen bir bombayı haber vermişti gelen telefonların her biri.
Top sesleri her geçen gün, hatta her geçen saat biraz daha yaklaşmıştı Kobane kent merkezine.
Son gelen telefonu Başbakan Müslim açmıştı. Haber kötüydü. Biraz önce batı cephesindeki IŞİD saldırısında bir baba oğluyla birlikte can vermişti.
Kapı açılmış, içeriye gencecik bir kız girmişti. Onun da üzerinde muharebe yeleği vardı. Ama bir eliyle kalaşnikof, diğer eliyle bir kamera tutuyordu.
Silahını sandalyenin üzerine koyup kamerasıyla görüntü almaya başlamıştı.
Rojava’nın sesini dünyaya duyurmak için kurulan Havar Ajansı’nın Kobane muhabiriymiş. Ajansın adı "Havar" yani "İmdat". Sanki bu günler düşünülerek konmuştu bu isim.
Çünkü o günlerde Kobane’den tüm insanlığa doğru yürek parçalayan bir imdat çığlıyı yükseliyordu.
- Havar Haber Ajansı Kobane Muhabiri Dicle'nin bir elinde kamera, diğer elinde kalaşnikof var -
"Önce gazeteci sonra savaşçı mı, yoksa önce savaşçı sonra gazeteci mi" olduğunu sormuştum 26 yaşındaki Dicle’ye.
"Ben savaşçı değilim" demişti, "Kendimi korumak için taşıyorum silahı. Çünkü cepheye gidiyorum, savaşın içine giriyorum. Her an başıma bir şey gelebilir."
O günlerde Kobane’de değil gazetecilik yapmak, yaşamak için bile tepeden tırnağa silahlanmak gerekiyordu.
Karşı yamaçlardan gelen top seslerine ellerinde kalaşnikoflarla yürüyen gençlerin "Biji Serok Apo", "Yaşasın YPG direnişi" sloganları, yaşı hayli geçkin ak sakallı bir Kobaneli’nin "Bana da silah verin, ben de savaşacağım" haykırışına karışmıştı.
Kobane’de karşılaştığımız insanların temel yakınma konuları ABD’nin IŞİD’i etkin olmadığı alanlarda, kuşattığı Kobane’nin çok uzak noktalarında bombalaması ve AKP Hükümeti’nin çetelere silah ve malzeme yardımı yapmasıydı.
- Kobane Adalet Divanı üyesi Ferhan Haceis -
Adalet Divanı Başkanı Haceis, "AKP’nin IŞİD’e desteği var. Hem gözlerimizle görüyoruz, hem de elimizde belge var" diye başlamıştı anlatmaya, "İstasyonu olmayan sınır köylerinde bile cephane ve silah yüklü trenler saatlerce duruyor. Malzemeler indiriliyor."
Yakaladıkları çete üyelerinin Türkiye’den aldıkları yardımları anlatan ifadelerinin ellerinde olduğunu, hatta ellerindeki bir IŞİD’çinin kendilerine "Türkiye size şeker, un veriyor, bize silah ve cephane" dediğini aktarmıştı.
Sohbet sırasında yeni bir haber gelmişti yönetici kadroya. Kurdukları Kobane FM radyosuna IŞİD’in attığı bir top mermisi isabet etmişti. Radyo susmuştu. Hemen seferber olmuşlardı radyonun yeniden yayına geçmesi için.
Bakan Kurda "Ne de olsa radyo demek, moral demektir, bunun için önemli" diye açıklamıştı gösterdikleri olağanüstü çabanın nedenini.
Kobane sokaklarında gezerken Türkiye tarafından sınırın tel örgülerini aşıp direnişe destek vermek için binlerce kişi girmişti kente.
Birden bire bir bayram havası esmişti "Ha düştü ha düşecek" diye beklenen Kobane’de.
Herkes evlerinden çıkmıştı sokaklara. Türkiye tarafından gelenlere çay, ayran, su ikram etmişler, hep birlikte slogan atmışlardı.
ÖDP, EMEP, DİP, Mücadele Birliği, SYKP bayrakları ekleniyordu YPG bayrağının yanına.
Bir yanı Gezi direnişi, öbür yanı İspanya İç Savaşını anlatan bir filmde Enternasyonal Birliklerin bir kasabaya girişi gibi coşkulu bir sahne çıkmıştı ortaya.
Rojava devrimi için canlı kalkan olmak amacıyla İstanbullu, İzmirli, Ankaralı, Diyarbakırlı, Batmanlı, Şırnaklı, Urfalı, Mardinli, Dersimli, Elazığlı binlerce Kürt, Türkiyeli sosyalistler, insan hakları savunucuları Suruç’a gelmişti.
- Kobane sokaklarında biri dizinden yaralı iki YPG savaşçısı -
İşte sınırı aşıp Kobane’ye girenler aslında günlerdir Suruç’un sınır boylarında AKP’nin IŞİD çetelerine silah ve mühimmat yardımı yapma ihtimaline karşı gece gündüz nöbet tutan bu insanlardı.
Bütün bu yaşananlara 26 Eylül 2014 tarihinde geçtiğimiz Kobane’de tanık olmuştuk.
Kent 10 gündür IŞİD çetelerinin kuşatmasındaydı ve eli kanlı barbarlar adım adım kente yaklaşıyordu.
4 Ekim 2014’te IŞİD çeteleri dış mahallelerinden kente girmeye başladı. Sokak sokak çatışmalar yaşanıyordu.
İşte Erdoğan o günlerde söylemişti "Kobane düştü, düşüyor" sözünü.
Üç ay sürdü Kobane’de çatışmalar ev ev, mahalle mahalle.
2015 Ocak’ında Kobane kesin olarak IŞİD’den temizlendi.
Bu aynı zamanda ilk ortaya çıktığı andan o güne kadar bölgede IŞİD’e karşı kazanılmış ilk zaferdi.
Bir daha IŞİD dikiş tutturamadı bölgede. YPG ile QSD (Demokratik Suriye Güçleri) ile girdiği her çatışmayı kaybetti.
18 Şubat 2015’te Kobane Kantonu Başbakanı Enver Müslim Türkiye’ye çağırıldı. Gerekli görüşmeler yapılıp anlaşmaya varıldı. 22 Şubat 2015’te TSK, YPG kontrolünde Suriye’ye girip Süleyman Şah Türbesini yine YPG’nin gösterdiği yere taşıdı.
Yani TSK, YPG’li Kürt savaşçıların desteğiyle IŞİD’den türbesini kaçırmıştı.
2015 Mayıs’ında YPG Tel Abyad / Gre Spi operasyonunu başlattı.
Tarihler 15 Haziran 2015’i gösterirken Tel Abyad’ı işgal eden IŞİD çetelerini YPG kentten sürüp çıkardı. Bu da YPG’nin IŞİD’e karşı kazandığı ikinci zaferdi.
Yani 2015 Ocak’ında YPG, IŞİD’in bir kente yaptığı saldırı ve işgal girişimini ilk kez başarısızlığa uğratmıştı. 2015 Haziran’ında da ilk kez IŞİD işgal ettiği bir kentten sökülüp atılmıştı.
Türkiye, Fırat Kalkanı operayonunu 24 Ağustos 2016’da başlattı, 29 Mart 2017’de de bitirdi.
Şimdi AKP Genel Başkanı Erdoğan kalkmış Fırat Kalkanı Harekatı’nda Türkiye’nin elde ettiği başarının, DEAŞ balonunu söndüren ilk hamle olduğunu söylüyor.
"Yıllardır adeta yenilmez bir canavar gibi takdim edilen DEAŞ’ın, sahada sergilenen tüm kirli ayak oyunlarına rağmen aslında ne kadar kof bir yapı olduğunu dünyaya gösteren Türkiye olmuştur."
Eğer bu olayları, tarihleri, süreçleri karıştırmak değilse, tam adı "rol çalmak"tır.
Bütün dünya Kobane’de IŞİD’e karşı Kürtlerin zaferine tanıklık etti. Şimdi Erdoğan bu gerçeği "DEAŞ balonunu ilk biz söndürdük" diyerek kendine mal etmeye çalışıyor.
Sonu hayır olsun inşallah.
Erdoğan sürekli olarak "PYD terör örgütüdür" diyor ya...
İster misiniz Türkiye’deki bağımsız yargı harekete geçsin, bir savcı Erdoğan’a "terör örgütüne heves etmek"ten soruşturma başlatsın!