Enver Topaloğlu
İki şiir kitabı
Modern Türkçe şiir ve onunla ilgili ortaya çıkan sorunlar hakkında konuşmak değişik zorluklar içerir. Zorluk aslında şiirden çok kültürel, siyasal, sosyal, iklimle ilgilidir. Aynı şeyi şiirin yerine romanı ya da sinemayı geçirerek de söylemek mümkün. Tam tersiymiş gibi görünür oysa. İyi ama şiirden konuşmak niye zordur? Bu arada zor derken konumuz bağlamında açıklanması, tanımlanması, anlaşılması bakımından karşılaşılan güçlükleri kastettiğimizi kaydedelim.
Cümlenin ilk bölümünde modern Türkçe şiirle; onun tarihsel, sanatsal, kültürel ve hatta siyasal boyutuyla ilgili konuşmanın zorluğu kastedilirken takip eden bölümde modern Türkçe şiirde güncel gelişmelerle birlikte oluşan sorunlarla ilgili konuşmanın zorluğuna dikkat çekildiği söylenebilir.
Modern Türkçe şiirle ilgili konuşmak niye zor? Sorunun karşılığını aramak için bir hayli geriye giderek başlangıca dönmek ufuk açıcı olabilir. Başlangıçta elbette Nâzım Hikmet var. Nâzım Hikmet’in şiir devrimi üstünde bugüne kadar çok sayıda inceleme araştırma deneme yazılmıştır. Ancak hâlâ onun modern Türkçe şiiri başlatan devrimci girişimi, birçok boyutuyla irdelenmeye açık, konuştukça konuşulacak derinliği ve genişliği olan bir konudur. O nedenle de kuşatılması ve aşılması şimdiye kadar mümkün olmamıştır. Hâlâ konuşulabiliyor olması bunu gösterir. Deyim yerindeyse kazdıkça derinleşen derinleştikçe kazmayı devam ettirmeye kışkırtan bir olgudur. Oluşan paradoksun kendisi netice itibarıyla bir problemdir ve çözülmüş de değildir. Kanaatimize göre bunun da getirdiği zorluklar vardır.
Modern Türkçe şiirin sorunlarıyla bağlantılı gelişmelere gelecek olursak. Örneğin Onikieylül cuntasının akıl dışı yasaklarından ve uygulamalarından biri olan “şiir kitabı toplatma” kararını açıklamak zordur. Cuntacı faşist general Kenan Evren’in Ahmet Erhan’ın ödüllü ilk kitabı “Alacakaranlıktaki Ülke”deki şiirlerinden korkmuş olmasına ne denilebilir? Korkmasa henüz yirmili yaşların başındaki bir genç şairin kitabını niye yasaklar ve toplattırır? Gençliğin o zamanlar iktidarları, faşizmi ürküttüğü bir gerçek elbette. Genç şairin ve genç şiirin faşist cunta generallerini daha çok ürküttüğü anlaşılıyor. Ama yine de cuntanın şiirden korkması rasyonel bir bakış açısıyla açıklamak zor oluyor.
Biraz spekülatif bir soruyla devam edelim. İkinciyeni şairlerinin Edip Cansever’in, Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın hemen hemen aynı dönemde yaşamlarını yitirmeleri de ilginç değil mi? Değişik örnekler vermeye çalışıyoruz. Dönemin eleştirmenleri tarafından İsmet Özel ve şiirleriyle ilgili son derece önemli ve isabetli tespitler yapılmış olmasına karşın uyarıların neredeyse hiç dikkate alınmamış olmasının konuşulması için de birtakım zorlukların aşılması gerekir.
Şunu da belirtelim; modern Türkçe şiirle ilgili konuşmanın zorluğu aslında tabulardan kaynaklı değil. Postmodern süreç kültürel tabuların büyük ölçüde sorgulanmasını sağladı. Sorgulamanın, yüzleşmenin kayıpsız olması mümkün değil. Modernizmin, postmodern açılımın rüzgârıyla sorgulaması ve eleştirisi neticesinde önemli kayıplar da oldu elbette. İskender Savaşır, “Hepsi Hikâye” başlığı altında verdiği seminerler dizisinde örneğin bu modernizm eleştirisini esas alan postmodern açılım sürecinde “insanlık mefhumu”nun yitirildiğini vurguluyor.
Büyük anlatılar karşısında takınılan tavır da aslında büyük diyebileceğimiz önemli bir kayıplara mal oldu. Mesele derin ve başlı başına bir konu. Ayrıca konuşmak, tartışmak gerekir. Biz, bu bağlamda sözü daha fazla dallandırıp budaklandırmadan konumuza dönelim.
ŞİİRDE İNAT ÇAĞI
Modern Türkçe şiirin tarihinde, meraklısı için hem konuşulacak hem de ders çıkarılacak konudan bol bir şey yok aslında… T. S. Eliot, “Gelenek ve Yetenek” başlıklı makalesinde büyük geleneklerin büyük yetenekler yarattığına değinir. O yeteneklerinse gelenekle konuşarak ortaya çıktığına dikkat çeker. Tarihsel birikimin neden önemli olduğuna yönelik açıklayıcı olduğunu düşündüğümüz için kaydedelim istedik.
Modern Türkçe şiirle ilgili konuşmanın zorluğuna ilişkin güncel örnekler de verebiliriz. Artık yadırganmayan ve kanıksanmış bir durum; günümüzde şiir yayıncılığı butik yayınevleri tarafından yürütülüyor. Öte yandan bütün zorluklara rağmen şiir yayıncılığı pes etmiyor. Şiir çevresi belki daha çok daralmış, şiir okuru daha da azalmış durumda. Ancak posta kutumuzdan yeni şiir kitapları çıkmaya devam ediyor. Biz bunu elbette sevindirici bir gelişme olarak karşılıyoruz. Umutlanıyoruz; daralsa da şiiri hâlâ önemseyen bir okur yazar çevre söz konusu. Bir şiir kamuoyu bulunuyor. Ancak koşullara bakınca bunu da anlamakta zorlandığımızı belirtelim. Çünkü biraz irrasyonal bir durum söz konusu aslında. Nasıl söyleyelim; koşullara göre şiirin şimdiye kadar çoktan tasını tarağını toplamış dükkânını kapatmış olması gerekir. Gerçekçi olmak gerekirse içinde bulunduğumuz koşullar, bırakın şiir yayımlamayı şiir bile yazdırmayacak kadar ağır. Tüm bu gelişmelere bakarak modern Türkçe şiirin son dönemi için “şiirde inat çağı” diyebiliriz herhalde.
İKİ ŞİİR KİTABI
Tamamen tesadüf sonucu aynı zamanda okuduğumuz ve değinmek üzere notlar aldığımız iki şair kadının, iki şiir kitabını da aslında şiirdeki inadı ve ısrarı pekiştiren yapıtlar olarak örnek gösterebiliriz.
Mutlak şiir tanımı aslında romantiklerin ve onların etkisini taşıyan sembolistlerin daha çok da Mallerme ve Verlaine’in şiir anlayışına dayanır. Ancak zaman içinde şiirdeki gelişmeler mutlak şiir poetikasını bir hayli aşındırdı. Dada olsun, sürrealizm olsun, fütürizm olsun, mutlak şiir anlayışının poetik ilkelerini büyük ölçüde geçersizleştirdi. Şiir olan, ama “saf şiir” olmayan şiirler de geleneğin önemli parçası olarak birikime katıldı. Aynı şey modern Türkçe şiirde de yaşandı, yaşanıyor diyebiliriz.
Neyin şiir olduğu ya da şiirin ne olduğu her zaman tartışmalı bir konudur. Modern Türkçe şiirin de çerçevesi modernizmden kaynaklanan nedenler dolayısıyla muğlak olmuştur. Şiirin inadını, ısrarını, şiirin yaşamasını aslında bu muğlaklığa, şiirin kesin tanımlarla sabitlenememiş olmasına borçlu olduğumuz düşünülebilir.
‘BAKMALAR DENİZİ’
Yazımızda değineceğimiz şiir kitaplarının ilki Eser Ceran Erdi’ye ait. Erdi’nin Hayal yayınlarından çıkan “Bakmalar Denizi” üçüncü kitabı. Daha önce aynı yayınevinden çıkan kitaplarından ilkinin adı “Söylenmeyen” (2020), ikincisininse “Ay Güneşlenirken” (2021).
İki bölümlü “Bakmalar Denizi”nin altmış dört sayfa ve yirmi yedi şiirden oluştuğunu da kaydedelim ve kitabın ilk bölümünden bir şiir paylaşalım. Alıntılayacağımız dizeler “Gitme” redifiyle dikkat çeken ve biçimsel özelliğiyle daha çok “asri bir gazel” olarak tanımlanabilecek “Yolda” başlıklı şiirden:
ah akşam, yalnızlığın sesiyle geldin de
hüznünü bırakıp gidiyor musun, gitme
ah rüya, çocukluğumu giyindin geldin de
küçük yıldızlarınla sabahladım, gitme
ah utangaç yaz, çiçeklerinle geldin de
şarkılandı yüzüm, güneşinle ısındım, gitme
ah yağmur, fırtınalar yağdırdın geldin de
şiirin vadisine kapandım, tut elimden gitme
Şiir için “bir asri zaman gazeli” denilebileceğini belirttik. Gazelin önemli biçimsel özelliklerinden biri de uyak düzenidir. Erdi’nin gazelinde uyaklar yerli yerinde. Redif de öyle. Uyaklarla sağlanan ses bir hayli ön plana çıkıyor. Beyitler var, hatta şah beyit, berceste mısra bile var. Ölçü; en önemlisi o. O da var. “Yolda” aruzla değil, ama hece ölçüsüyle yazılmış on üç heceli bir şiir. Niye vurguluyoruz bunu. Erdi’nin girişiminin hedefine dair ipucu oluşturduğu için. Eser Ceran Erdi, anlaşılıyor ki şiirde arayışın önemini kavramış.
Erdi, kitabının ikinci bölümündeki şiirlere sanki ilk bölümdekilere nazaran daha çok emek vermiş, zaman ayırmış. Bu bölümdeki biçimsel farklılığın nedeninin bu olabileceğini düşündürüyor. İkinci bölümdeki şiirlerin ön plana çıkan biçimsel özelliği metinselliği. Düzyazı şiirler, ama anlatımcı ya da hikâye edici oldukları söylenemez. Daha çok izlenimci ve iç dökümcü bir tutum gözlemleniyor. Arada patlayan flaş dizelerin de dikkat çekici olduğunu kaydetmeliyiz. Bu bölümden de bir örnek aktaralım. Alıntıladığımız betik kitabın da son şiiri olan “Unutuş”tan:
Ben bunları yazarken gece yarısıydı. Gün bir sonrakine
dönüyordu burada. Sen oradasın. Şafaklarda, o uzak
ülkede. Orası nefesinle uyuyor. Budist yeşil cennet.
‘Güneydeki’ ülke orası. Vietnam. Unutarak yaşamak
mı kolay, yoksa sonsuza dek hatırlamak mı? Unutunca
unuttuğunu bilebilir miydi insan? Ah işte, böyle böyle
unutmayı da unuttum...
‘ZAMAN KİTABI’
Eser Ceran Erdi’nin şiirleriyle aynı süreçte okuduğumuz bir diğer kitap Eylem Hatice Biçer’in Şeykitap etiketiyle yayımlanan “Zaman Kitabı” oldu. Kitapta Biçer’in biyografisi yer almadığı için hakkında daha fazla bilgi veremiyoruz.
Şiir okuru için metnin alımlanmasında, çözümlenmesinde, yorumlanmasında üreticinin hakkındaki bilgilerin doğrudan bir etkisi yoktur. Metnin alımlanmasına üreticisinin yaşantısıyla ilgili bilgiler, ancak dolaylı yoldan destekleyici olacak biçimde katkıda bulunabilir.
Öte yandan söz uçar, yazı kalır. Yaşadığımız çağ dikkate alındığında yazının kalıcılığını önemsemek için neden çok. Diyeceğimiz şairlerin biyografilerinin kayıtlara geçmesi, geçirilmesi ihmal edilmemeli. O nedenle de kitaplarda şair biyografilerine yer verilmeli diye düşünüyoruz.
Seksen sekiz sayfadan oluşan “Zaman Kitabı”nda iki bölümde toplanmış otuz beş şiir bulunuyor.
Kitabın girişinde yer alan,“dikey şiir”iyle ünlenen Arjantinli şair Roberto Juarroz’un “boşluğun merkezinde başka bir şenlik var” dizesi dikkati çekiyor.
“Zaman Kitabı” adı zamana dair bir kitap olabileceği sanısı yaratıyor. Ama Biçer odağında daha çok yaşantı var zamanın bir tür fon olarak kullanıldığı söylenebilir. Eylem Hatice Biçer’in şiirlerinden bir örnek sunarak devam edelim. Aktaracağımız betikler kitabın “Gölge” başlıklı ilk şiirinden:
hatırla nasıl da başka bir şeye
dönüşür zaman ellerimizde
akıyor her şey
dönüşü mümkün olmayan bir labirent
yok kıyısı
yok gölge
oysa bir hırçın kavga şimdi sokak
kalbimize saplanan oklarla yürüyoruz
güneşe
Güneşe aşkla yürüyüşü dile getiren şiir okuru bir hesaplaşmaya hazırlıyor aynı zamanda. “Doğduğum Topraklar” ara başlıklı birinci bölümde olduğu gibi “Benden Taşanlar” adlı ikinci bölümdeki şiirlerden de öncelikle yansıyan, Biçer’in hem içsel hem dışsal diyebileceğimiz bir hesaplaşma içinde olduğu. Şiirlerin bizde bıraktığı izlenim bu yönde. Eylem Hatice Biçer, bir yandan bir hesaplaşmanın dökümünü yaparken bir yandan da yazarak iyileşmeyi amaçlamış gibi.
Sözü Biçer’e bırakalım ve “Şiirdir Süzülen Geceye” başlıklı şiirden bir bölüm sunalım:
dünyaya fırlatılmışlığımın 49. yılında
gördüm güneşi
kaldırarak perdeyi
nihayet bulutsuzdu gökyüzü
nihayet neysem oydum işte
ağlamıyorum artık olur olmaz her şeye
hayat bu diyorum
‘yalnızlık ve kelime’
kendimle arama koyduğum mesafe
kaç eylem geldi geçti
kaçını öldürdüm kendi ellerimle
söz iyi bakacağım kendime
Sözü niye Biçer’e bırakalım dedik? Kitaptaki şiirler, “konuşan şiir öznesi”nin Biçer’in bizzat kendisi olduğunu düşündürüyor. Şiir öznesi temsili değil. Bunu da kaydetmek istedik.
Biçer’in şiir öznesi için iyileşmeyi amaçlamış derken de tek kaynağımızın şiirler olduğunu da belirtelim.
Şiir okumak ancak yorumla mümkün. Öte yandan yorumda yanılgıları da içerir. Çünkü yorum ancak yanılma riskini göze alarak yapılabilir.
METNİ OKUMAK
Büyükada’da Aya Yorgi’ye çıkan yokuşu tırmananlar görmüştür. Yol boyunca çalılıklara bağlanmış kumaş parçaları, iplikler, hatta kâğıt mendiller dikkat çeker. Onları çalılıklara bağlayanlar açısından anlam açık ve anlaşılırdır. Ancak o “anlam dünyası”yla ilgisi olmayanlar için bu “saçma” bir durumdur. Kimileriyse o “anlam dünyası”yla alakası olmasa bile orada oluşmuş “metni” okumak ve yorumlamak ister. Çıkan anlamın kabulü ya da reddi, ancak anlam keşfedildikten sonra gerçekleşir. Şiir okumayı da biraz buna benzetebiliriz. İyi şiir, kötü şiir ya da şiir olgunluğuna ulaşmış şiir, bunu sağlayamamış şiir kararını vermek için okumak gerekir. Üstelik sadece ilgili şiiri değil, başka şiirleri de okumak gerekir. Önerilen, okuma çeşitliliğini mümkün olduğunca arttırmaktır. Şiir beğenisi oluşturmanın başka yolu da yok. Şiir beğenisi yoksa, şiir okuma ihtiyacı da olmuyor, o ayrı.
Son bir şey ekleyerek bitirelim. Şiir okumak şiir yazmaktan daha önemli. Asıl kavranması gereken gerçek bu.