Celal Başlangıç

Celal Başlangıç

Korku duvarı aşılıyor, vicdanlar ayaklanıyor

Türkiye siyasal ve toplumsal dönüşümün eşiğine gelmiş bir ülkenin sinyallerini veriyor. Artık korkma sırası hak, hukuk, adalet tanımayan muktedirlere geldi.

Türkiye 2015 yılının 7 Haziran’ı ile 1 Kasım’ı arasında çok kanlı bir süreç yaşadı.

Çünkü AKP 7 Haziran seçimlerinde parlamentoda çoğunluğu yitirmiş, iktidardan düşmüştü. Bombardımanlar, patlayan canlı bombalar, çatışmalar, sınır ötesi harekâtlar arasında kan revan içerisinde 1 Kasım erken seçimlerine gitmişti Türkiye.

Yaşananların ardından gelecek daha korkunç facialardan korkanların, "lanet olsun, al oyumu ama yeter ki insanlar ölmesin" diye verdiği oylarla tekrar tek başına iktidar olanağını yakalamıştı Erdoğan.

Şimdi de İstanbul özelinde 7 Haziran-1 Kasım sürecinin benzerini yaşıyoruz; 31 Mart-23 Haziran süreci…

İnsanlar benzeri bir oyunun tekrar sahneye konmasından ürküyor. Bu korkularında da haksız değiller.

Kulaktan kulağa yayılan bu "kötü ve kanlı senaryo" seçeneğini bir kenara bırakalım ama böyle bir yaşanmış gerçek olduğunu da unutmayalım.

YSK’nın İstanbul seçimini iptal etmesiyle Öcalan’ın avukatlarının sekiz yıl aradan sonra yaptığı İmralı ziyaretiyle ilgili açıklamanın iktidar tarafından aynı güne rast getirilmesi bile endişeleri arttırdı.

AKP iktidarının böyle bir zamanlama yapması bile seçmen algısına dönük yeni oyunların sahneye konulduğuna ilişkin bir işaret olarak kabul edildi.

Kürt seçmenin CHP adayına destek vermesini engellemeye, muhalefet bloğundan hiç değilse bir miktar Kürt seçmenin ayrılmasını sağlayacak bir hamleydi bu.

Ancak muhalefet bloğunda Kürtler üzerinden bir çatlak yaratmaya AKP’nin ittifaklar politikası müsait değildi. "AKP’nin kayyımı" olarak hazır bekleyen MHP lideri Devlet Bahçeli böyle bir girişimin derinleşmesi halinde Cumhur İttifakı’nı hemen "ham" yapabilirdi.

Zaten böyle bir şeye meydan vermemek için hem Erdoğan hem de AKP sözcüleri açıklama yaptılar "yani bir çözüm süreci yok" diye.

Aslında YSK’nın İstanbul seçimini iptal kararıyla birlikte muhalefet cephesinde değil ama iktidar cephesinde büyük bir yarılma yaşanmaya başlandı.

"Erdoğan da kaybeder" olgusunun bilincine varmak; o ana kadar iktidarın yanındaymış gibi duran, hiç değilse yapılan haksızlıklara, hukuksuzluklara sessiz kalan pek çok çevreye "cesaret hapı yutma" duygusu vermişti.

YSK’nın İstanbul seçimini iptal etmesine ilk tepki Erdoğan’ın hiç beklemediği yerden gelmişti. AKP iktidarının ülkeyi kötüye götüren uygulamalarına karşı bir "Sessizlik duvarı"na dönüşen iş dünyası ilk kez TÜSİAD üzerinden sesini yükseltiyordu:

"Ekonomik ve demokratik reform gündemine odaklanmamız gereken bu dönemde seçim ortamına geri dönmek kaygı vericidir."

Erdoğan ertesi gün "iş dünyasına ağzının payını verme" harekâtına girişiyordu:

"Bazı iş adamı grupları karardan sonra baktık ki garip garip açıklamalar yapıyorlar. Bizler normalleşmeyi konuştuğumuz zamanda sizler böyle bir açıklamayı yaparsanız bunlar anormalleşmeyi getirir. Yanlış yapıyorsunuz. Herkes haddini bilecek!"

Ancak YSK’nın iptal kararına dönük tepki sadece TÜSİAD’dan gelmedi.

Örneğin dün basketbolda Fenerbahçe-Galatasaray derbisi vardı ve tribünler "Hak, Hukuk, Adalet" sloganıyla inliyordu.

Galatasaray’ın divan toplantısında kurul üyesi Hayri Kozak "23 Haziran’da şampiyonluğumuz dahil her şey güzel olacak. Türkiye’nin yüzde 70’inin bayram yapacağı bir gün olacak" diyerek resmen CHP adayı İmamoğlu’na destek veriyordu.

Konuşması bitince Divan Kurulu Başkanı Eşref Hamamcıoğlu gülerek "Umarım bu son divan toplantımız olmaz" diye espri yapıyordu.

Korkunun yerini pek çok kesimde belli ki "korkunun mizahı" alıyordu artık.

Beklenmedik bir hamle de sanat dünyasından geliyordu. Onlarca sanatçı "her şey çok güzel olacak" diye İmamoğlu’na destek veriyordu.

Elbette bu sanatçıların bir kısmından böylesine bir sosyal medya mesajı beklenirdi. Ama şaşırtıcı olanı "Saray kapısından nasiplenmeyi" umduğu için bugüne dek ağzını açmayan hatta Saray’a yaranmaya çalışanlar bile vardı.

Elbette biliyorlardı Saray tarafından fişleneceklerini. İktidarın gücünün yettiği alanlardan adlarının kazınacağını, konserlerinin, radyo, televizyon programlarının, gazetelere vermiş oldukları röportaj randevularının iptal edileceğini.

Ama buna rağmen ortadaki haksızlığa, hukuksuzluğa tepki göstermek ihtiyacı hissetmişti sanatçılar.

Elbette daha önce AKP kadrosundan başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül gibi isimler de artık açıktan tavır koyuyordu YSK kararına.

Geçmiş sabıkalarını unutmuş görünen Davutoğlu, sütten çıkmış ak siyasetçi kılığında döşemişti sosyal medya mesajını:

"Siyasi geleneğimizin en temel değeri de, son sözün sandıkta tecelli eden millet iradesine ait olmasıdır. Mazereti ve gerekçesi ne olursa olsun 31 Mart seçimleri sonrasında yaşananlar ve YSK’nın iptal kararı bu temel değerlerimizin zedelenmesine yol açmıştır."

Gül de bu zamana kadarki "hayretle izleyip endişe duyma" tavrını daha net bir karşı çıkışa dönüştürmüştü:

"Anayasa Mahkemesi’nin 2007 yılındaki haksız ‘367 kararı’ karşısında ne hissettiysem, başka bir yüksek mahkeme olan Yüksek Seçim Kurulu’nun dün aldığı kararı duyunca aynı duyguları yaşadım. Yazık, bir arpa boyu yol almamışız."

YSK’nın seçimi iptal etme kararına tepki gösterenler arasına yandaş yazarlar da katılıyordu.

Artık yandaş medyanın yazarları açık açık isyan ediyorlardı "Adalet yara alırsa tuz kokar!" diye.

Hatta, YSK kararını eleştiren yandaş bir yazarın makalesi sansürleniyor; halen aktif olarak AKP’de siyaset yapan bir milletvekili bu sansüre açıkça karşı çıkıyordu sosyal medya hesabından.

Yaşanan haksızlığa hukuksuzluğa karşı çıkma tavrı toplumda "cesaret bulaşıcıdır" sözünü doğrularcasına yayılıyor artık.

Sokak röportajlarında uzatılan mikrofonlara Saray aleyhine bir şey söylemekten korkanların sayısı giderek azalıyor. Herkes muhalif tavrını açıktan açığa ortaya koymaktan çekinmiyor.

Ancak burada şu ince ayrıntının altını çizmekte yarar var. Gösterilen tepki ilk bakışta YSK kararınaymış izlenimi veriyor ama herkes bu kararın hukuki değil siyasi olduğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle asıl tepkinin son virajda seçimlerin iptali için kendisini ortaya koyan Erdoğan’a dönük olduğu çok net.

Ama yine de insanlar 23 Haziran seçimlerine dönük akıl almaz senaryolara inanmaktan da kendilerini alamıyorlar.

Örneğin, 18 yaşını yeni dolduranların seçimlerde oy kullanacağı, AKP’nin Türkiye’nin her yerinden 18 yaşını yeni doldurmuş seçmenleri İstanbul’a yığacağı iddia ediliyor.

Bir başka iddia da başka illerden İstanbul’a görevli olarak gönderilen 100 bin polisin oy kullanarak AKP’nin kazanmasını sağlayacağı yönünde.

Bunlar yasal olarak gerçekleşmesi olanaksız iddialar ama Türkiye’nin insanları bugüne dek öylesine inanılmaz uygulamalara tanık oldu ki AKP iktidarı döneminde, bu akıl dışı iddialara "neden olmasın" demekten kendini alamıyor.

Ancak bütün baskılara, tehditlere karşın 23 Haziran’a doğru korku duvarının yıkıldığı çok net biçimde ortaya çıkıyor.

Bir iktidarın en çok korkması gereken şey, Aziz Nesin ustanın deyimiyle "korkudan korkmamak" aşamasına gelmiş insanların hayatın her alanında ortaya çıkmaya başlaması.

Türkiye siyasal ve toplumsal dönüşümün eşiğine gelmiş bir ülkenin sinyallerini veriyor.

Bu süreci "her şey çok güzel olacak" aşamasına taşımak artık vicdanları ayaklanan insanların yapabileceği bir eylem.

Artık korkma sırası hak, hukuk, adalet tanımayan muktedirlere geldi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Celal Başlangıç Arşivi