Kürtajdan aile planlamasına: Kimin meselesi bu?

Erdoğan defalarca bu konuda konuşup, herkesten en az 3 çocuk istediğini söylerken, birçok devlet kurumunun insandan veya kadından değil de aileden bahsedip durması tesadüf değil.

Geçen yazımda kürtaj ile ilgili fiili ve resmi yasaklardan bahsetmiştim. Bu yazıda yine kadının bedeni ve cinselliğiyle alakalı bir konudan, gebeliğin önlenmesinden; aile planlaması olarak da anılan, tüm kadınlar tarafından erişilebilir olması için gerekli tedbirler alınmadığında istenmeyen gebeliklerin yaşanmasına, dolayısıyla kürtaj ihtiyacının ortaya çıkmasına yol açabilecek olan bir mevzudan bahsetmek istiyorum.

Türkiye’de on yıllardır aile planlaması diye bir şey var. Evet, sanki yalnızca aileyi ilgilendiren bir mevzuymuş gibi, istenmeyen gebeliklerin önlenmesi, yani korunma, aile planlaması olarak adlandırılıyor. Aile planlaması Türkiye’de ilk olarak 1960 yılında Beş Yıllık Kalkınma Planı kapsamına alınmasıyla beraber devlet politikasının bir parçası olmaya başladı. 1965 yılında yürürlüğe giren 557 Sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ile de resmi olarak devlet politikasının ve hukukun bir parçası haline geldi. Kadınların doğurma ve doğurmama haklarının güvenceye alındığı bu yasa ile kürtaj, kısırlaştırma ve kastrasyon yasaklanmıştı ancak kanuna göre gebeliği önleyici diğer araçların ücretsiz veya ucuz bir şekilde erişilebilir olması için devletin gerekli tedbirleri alması gerekiyordu. Bu doğrultuda aynı yıl, rahim içi araçların kullanılmasına ve doğum kontrol haplarının satılmasına izin verildi.

O yıldan bu zamana kadar da aile planlaması konusunda çeşitli politikalar hayata geçirildi. 1983 yılında kabul edilen 2827 Sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ile kürtaj yasağı kaldırıldı. Herhangi bir tıbbi sorun olmasa dahi 10 haftaya kadar olan gebeliklerin sonlandırılması yasal hale geldi. Nüfus artış hızı gittikçe artan ülkede aile planlaması konusunda eğitimler, farkındalık yaratma amaçlı çalışmalar, ücretsiz doğum kontrol haplarının ve kondomların dağıtımı yaygınlaştırıldı. Kurs görmüş ebe ve hemşirelere rahim içi araç (RİA) uygulama yetkisi verildi. Bu çalışmaların da etkisiyle Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 1970’lerde 4,33 olan toplam doğurganlık hızı yıldan yıla geriledi. 2021 yılında ise doğum kızı 1,70 oldu. Nüfus artış hızı da geçen yıllarda benzer bir seyir izledi. 1965 yılında binde 26 civarında olan nüfus artış hızı 2008 yılına gelindiğinde binde 13’e kadar düştü. Uzun yıllar yatay bir seyir izleyen nüfus artış hızı 2020 yılında binde 5,5’e kadar geriledi.

2020 yılı verilerinden rahatsız olan Cumhurbaşkanı Erdoğan bu durumu eleştirip en az 3 çocuk yapılması gerektiğini söylemişti. Herhalde bu çağrının ve bu doğrultuda bir süredir uygulanan politikaların etkisi ile 2021 yılında nüfus artış hızı tekrar binde 12.7’ye yükseldi.

Bu politikalara ve aile planlaması konusunda yakın dönemde neler yaşandığına kısaca bakarsak:

Aile planlaması konusunda uzun yıllar sağlık evleri, sağlık ocakları ve en önemlisi ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri (AÇSAP) hizmetlerin halka ulaşmasında kilit rol oynadılar. 2005 yılında Aile Sağlık Merkezlerinin (ASM) kurulmasından sonra, yani aile hekimliği sistemine geçilmesinden sonra ise aile planlaması konusunda ana sorumluluk aile hekimlerine verildi. Dolayısıyla aile hekimleri ücretsiz kondom ve doğum kontrol hapı dağıtmak, rahim içi araçları takmak konusunda önemli bir rol üstlendiler. Ancak pratikte işler başka türlü yürüdü.

Görüşme yaptığım, Diyarbakır’da çalışan bir aile hekimin anlatımına göre, özellikle pandemi döneminde Sağlık Bakanlığı kendilerine hap ve kondom göndermemeye başladı. Şu sıralarda kondom düzensiz olarak, arada bir gönderilse de, doğum kontrol hapları ‘elimizde yok’ gerekçesiyle kendilerine hiçbir şekilde gönderilmiyormuş. Esas olarak koruyucu hekimlik yapmaları gerektiğini söyleyen aile hekimi, istenmeyen gebelikleri önlemenin de koruyucu rollerinin bir parçası olduğunu ancak bunu pratikte yapamadıklarını anlatıyor. İstanbul’da çalışan bir başka aile hekimi ise Bakanlığın kendilerine hap ve kondom gönderdiğini söylüyor. Görüştüğüm İstanbul’da çalışan bir kadın doğum uzmanı ise az sayıda bulunan sağlıklı yaşam merkezleri dışında neredeyse hiçbir yerden ücretsiz kondom veya hap temin edilemediğini söylüyor.

Öyle görünüyor ki şehirden şehre, hatta aynı şehirde ASM’den ASM’ye durum değişebiliyor. Hapları para ödeyerek ezcaneden almanın özellikle yoksul kadınlar için bir sorun olduğunun altını çizmek gerekiyor. Görüşme yaptığım bir eczacıdan aldığım bilgiye göre yan etkileri görece daha az olan, daha kaliteli doğum kontrol haplarının fiyatları şu anda 97 liradan başlıyor. Kondom fiyatları ise şu ekonomik kriz ve enflasyon yaşanırken insanların çoğunu bir hayli zorlayacak düzeyde.

İş RİA’lara geldiğinde tablo daha vahim. Anlatılanlara göre, ASM’lerde görev yapan sağlık personellerinin eğitim alarak RİA takabilmesi gerekirken ne bu eğitimler veriliyor, ne de RİA takılması için gerekli olanaklar sağlanıyor. Bilgi aldığım bir RİA eğitim uzmanı yıllardır işlerini gerektiği gibi yapamadıklarını, ASM’lerde çalışan kişilere eğitim veremediklerini anlatıyor. Anlaşılan o ki, RİA’lar şu anda esas olarak bazı devlet hastanelerinde takılabiliyor. Ancak bunun için de hangi birimin bunu yapacağını bilmek, randevu almak ve epey uzun bir süre beklemek gerekebiliyor. Ayrıca evli olmayan kadınlar resmi kayıtlara geçmekten çekindikleri için devlet hastanelerine gitmek istemeyebiliyorlar. Sonuç olarak bazı kadınlar, kürtaj gibi bu hizmeti de para ödeyerek ancak özel hastanelerden alabiliyorlar.

Oysa RİA dahil tüm korunma yöntemlerinin erişilebilir olması gerekiyor. Yani korunma yönteminin ücretsiz olması, kadının yaşadığı yere yakın bir yerde olması ve hızla erişilebilmesi gerekiyor. Tüm bunlar yapılırken de kadınların hassasiyetlerinin ve güvenliklerine dikkat edilmesi gerekiyor.

Bir AÇSAP’ta yürütülen bir araştırmaya göre başvurucu kadınların yüzde 44.8’i gebelikten korunma yöntemi olarak RİA kullanmaktaydı. Kadınların yüzde 9,9’u kondom, yüzde 7.1’i kontraseptif hap ile korunuyordu. Muhtemelen ülkedeki tablo bundan pek farklı değildir. Yani kadınların birinci tercihi RİA iken bu araçlara erişmede zorluk yaşanması istenmeyen gebeliklerin artmasında rol oynuyor olmalı.

İktidarın nasıl bir toplum istediği ve o toplumda kadınlara nasıl bir rol biçtiği ortada. İktidarın nüfus artış hızının yükselmesini istediği de aşikar. Erdoğan defalarca bu konuda konuşup, herkesten en az 3 çocuk istediğini söylerken, birçok devlet kurumunun insandan veya kadından değil de aileden bahsedip durması tesadüf değil. Kadının birey olması, özgürlüğü, bedeni ve hayatı üzerinde özgürce karar alabilme hakkı iktidar tarafından her gün türlü şekillerde sınırlanıyor. İktidarın ve devletin bekası için ucuz iş gücü veya ‘asker’ gerekiyor. Kadınlardan da herhangi bir itirazda bulunmadan geleceğin işçilerini, askerlerini doğurmaları ve evde oturup onları yetiştirmeleri bekleniyor. Bunun için kadınların doğum kontrol yöntemlerine erişimleri sınırlanıyor, kürtaj fiilen yasaklanıyor. Ekonomik kriz nedeniyle birçok ilacı sigorta kapsamından çıkaran Sağlık Bakanlığı’nın ayrıca tasarruf derdinde olduğu da belli.

Yani iktidar kanadında derdin ne olduğu belli. Kadınları korumak ve aile planlamasını sağlamak iktidarın meselesi değil. Benim açımdan anlaşılmayan ise tüm bunlar yaşanırken muhalefet partilerinin ve çok sayıda sivil toplum kuruluşunun bu konuda pek ses çıkarmamaları, alternatif çalışmalar yürütmemeleri, yani bu mevzuyu yeterince kendi meseleleri olarak görmemeleri. Elbette ‘biz şunu yaptık’ diyerek itiraz edenler olacaktır. Bu konuda söz söyleyenler ve görünür olmasa dahi alternatif çalışmalar yürütenler de vardır elbette ancak gelinen noktada bu sözler ve çalışmalar ne kadar yaygın ve etkili diye sormak gerekmiyor mu?

Kaç siyasi parti bugüne kadar bu konuyu, yani aile planlaması konusunda toplumda farkındalık yaratmak ve önleyici yöntemlerin erişilebilirliği konularında yaşanan sorunları gündemine aldı? Hangi siyasi partinin kaç il veya ilçe teşkilatı mahallelerde çalışmalar yaparken bu konuyu tartıştı, kadınları bilgilendirmeye çalıştı?

Mahallelerde kadınlarla çalışmalar yapan kaç STK bu konuyu gündemine aldı?

İstatistiklere göre doğurganlık hızının en yüksek olduğu iller Şanlıurfa, Şırnak, Mardin, Muş, Ağrı, Siirt, Bitlis, Batman, Diyarbakır ve Gaziantep. Bunlar aynı zamanda Türkiye’nin en yoksul illerinden bazıları. Bu illerde doğum hızının düşürülmesi konusunda bugüne kadar neler yapıldı acaba?

‘Kadının bedeni, kadının kararı’ aynı zamanda kadının istemediği gebelikleri önleyebilmesini içermiyor mu? Hatta daha önemlisi, toplumsal cinsiyet, jineoloji eğitimleri verilirken ya da bu konular çeşitli platformlarda tartışılırken kadınların hiç doğum yapmama ya da sadece istediği sayıda doğum yapma haklarının olduğu yeterince konuşuluyor mu? Çok sayıda çocuk sahibi olmanın, ne iş yapıyor, hangi şartlarda yaşıyor olursa olsun her kadının, ama özellikle de yoksul kadınların hayatını nasıl etkileyebileceği, gelecekte yapmak isteyebileceği tercihleri nasıl sınırlayabileceği yeterince konuşuluyor mu? Koca, kaynana, eş, dost, çevre bekliyor diye, ya da erkek çocuk olsun diye kadınların çocuk yapmak konusunda gördükleri baskı karşısında kadınlar gerekli desteği alabiliyorlar mı? Hayır deme şanslarının olduğu, yalnız olmadıkları kadınlara yeterince hatırlatılıyor mu?

Yoksa siyasi partisinden STK’sına birçok aktör iş aile planlamasına gelince ‘bu aile arasındadır, karışmayayım’ mı diyor?

Yoksa bu aktörlerin bazıları da geleceği bu kadar karanlık, yoksulluğun bu kadar can yakıcı, kadınların yükünün bu kadar ağır olduğu bir ülkede kendi topluluklarının nüfusu bedeli ne olursa olsun artsın mı istiyorlar?

Elbette ki istenmeyen gebeliklerin ortaya çıkmasında rol oynayan iki taraftan biri olan erkeklere de bazı sorular sormadan bitiremeyeceğim bu yazıyı.

Kaçınız gebelikten korunma konusunda bütün sorumluluğu kadınlara yüklemiyor?

Kaçınız kendi konforu bozulmasın diye kadınlara çokça zarar veren yöntemlerin kullanılmasında ısrar etmiyor?

Kaçınız erkekler için üretilen hap, iğne gibi farklı korunma yöntemlerini kullanmaya sıcak bakıyor?

Kadına da erkeğe de bilinen bir zararı olmadığı halde kondom kullanmaya kaçınız direniyor?

Kaçınız gebeliği önlemek veya bulaşıcı hastalıklardan korunmak için kondom kullanmanızı isteyen kadınlara zorluk çıkarmadı, kadına kendisini kötü hissettirmedi bugüne kadar?

Kaçınız bir kadının hamile kalma ya da kürtaj olma korkusunu anlamaya çalıştı?

Kaçınız istenmeyen bir gebelik ya da ihtimali ortaya çıktığında kadını suçlamadan ve yük olarak görmeden sadece yanında oldu?

İstenmeyen gebelik kadınlar kadar sizin de meseleniz oldu mu bugüne kadar?

Hepimiz bu soruların cevaplarını biraz düşünelim, sonra tartışmaya devam edelim derim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi