Nurcan Kaya
Mevzubahis Kürtler ise gerisi teferruattır
Evet, biliyorum. Bu böyle bir cümle değildi aslında. "Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır" dediler ve o ‘teferruatlar’a karşı suç işlediler on yıllarca. Muktedirler cana ve mala yönelik suçlar işler, hatta bazen katliam gerçekleştirirken ülkedeki insanların çoğu da buna onay verdi zira mevzubahis olan vatandı ve ‘teferruat’ asla kendileri değildi.
O teferruatlar tarihte hep Türk ve Sünni olmayan ahaliden seçildiler. Günü geldi Aleviler, günü geldi Ermeniler, Rumlar, Süryaniler oldu teferruatlar. Son teferruat ise Kürtlerdi. Devlet uğruna kurşunu atanın da yiyenin de şerefli olarak görüldüğü yıllarda o kurşunlar sivil olsun olmasın hangi Kürde sıkılsa, kurşunun sahibi şerefliydi. Kurşunu sıkan cezalandırılmak bir yana, kahraman ilan edilecekti. Ve ülkede yaşayan insanların çoğu buna alkış tutacaktı.
O yıllar geçip gitmedi, bitmedi maalesef. Ülkede birbirinin yanından dahi geçemeyecek kadar kutuplaşmış gruplardan oluşan toplum, mevzubahis vatan olduğunda bugün dahi şak diye birleşebiliyor. Geçen hafta Ruşen Çakır’ın sunduğu programa katılan Konda’nın direktörü Bekir Ağırdır’ın paylaştığı bir araştırmanın sonucuna göre, ‘devlet için kurşunu atan da yiyen de şereflidir’ önermesini doğru bulanların oranı AKP ile CHP’ye oy verenler arasında eşit düzeyde. MHP ile İyi Parti seçmenlerinin bu konuda ne düşündüğü zaten belli. Nasıl bir çoğunluktan bahsediyoruz, düşünün! Vatan’ın karşısına hangi ulusu ya da insan hakkını koyarsanız koyun, bu kişiler onlara sıkılan kurşunları ya da yaşanan hak ihlallerini en iyi ihtimalle mazur görecekler. ‘Ama’ ile başlayan cümleler kuracaklar. Ve tüm bunları yaparken ırkçı olmadıklarının altını çizecekler. İşin kötüsü, güya bekası korunan devlette neden hiçbir zaman huzur ve refah içinde yaşayamadıklarını, neden hemen herkesin bu kadar mutsuz olduğunu sorgulayamayacaklar.
Teferruat olma son yıllarda Kürtler açısından farklı bir hâl almış durumda ama. Mevzubahis Kürtler ise gerisi teferruat oluyor şimdi de. Konu Kürtler ise Anayasa’ya uygunluk, uluslararası hukuk, hatta iç hukuk ve hatta vicdan bir anda teferruata ve hiç tereddüt etmeden ayaklar altında çiğnenebilecek bir detaya dönüşüyor. Kürtlerin, daha önemlisi Kürtlerin siyasi oluşumlarının ne yaptığının ne söylediğinin bir önemi yok. Ne kadar birleştirici bir dil kullanırlarsa kullansınlar, ülkedeki ve hatta Ortadoğu’daki bütün halkların selameti ve barış için ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler konu Kürtler ise gerisi teferruat oluyor bu ülkede. Çok temel insan haklarından vazgeçmedikleri sürece ne yaparlarsa yapsınlar devletin bekasına tehdit olarak görülen Kürtler söz konusu olduğunda, toplumun neredeyse tamamı birlik halinde haklarının ve hukukun çiğnenmesine alkış tutuyor.
Onun için ‘Anayasa’ya aykırı ama evet’, ‘içimiz yana yana tezkereye evet diyeceğiz’ gibi cümleleri sözde demokrat bir partinin lideri kurabiliyor ve Kürtlere büyük zarar verecek olan, Anayasa’yı da uluslararası hukuku da ezen geçen tüm uygulamalara evet diyebiliyor. Kürt nefreti ya da Kürtleri tehdit olarak görme takıntısı ve devletin bekası gözlerini öyle kör ediyor ki yaptığı tercihin Kürtleri bırakın, kendisine ve kendi seçmenlerine, hatta ülkeye vereceği zararı göremiyor bile. Görse de Kürtlere duyduğu nefret galebe çalıyor.
Ve Kürt nefreti öyle bir şey ki ekonomisi çökmüş, hukuk ve devlet sistemi neredeyse tamamen yok edilmiş, kendisine benzeyen birkaç devlet dışında kalan bütün devletlerle, hele batıyla sorun yaşayan, çöküş döneminin orta yerinde duran dejenere iktidarın dahi yerinde kalmasına yetebiliyor. Kim daha milliyetçi yarışına giren milliyetçisi, dindarı, laiki, sağcısı, solcusu, hep beraber iktidarın savaş kararına alkış tutabiliyor, memleketteki yakıcı meselelerin unutulup gitmesini kabul edebiliyor. Terörle mücadele deyince akan sular duruyor; ‘terörist’ gömleği giydirilen Kürtlere yapılan her zulüm mazur görülüyor.
Ama bu da yetmiyor. Ahval öyle feci ki, ülkenin en büyük hukuk örgütünün başındaki kişi ‘terörist’ gömleği giydirilen kişilerin öldürülmesini bırakın, sivillerin de öldürülebileceğini söylüyor. Metin Feyzioğlu denilen zat-ı muhteremden bahsediyorum. Devletin sivilleri koruma yükümlülüğü yoktur diyor. Kalkan olarak kullanılan siviller öldürülebilir diyor. Yani aslında, "ne duruyorsunuz? öldürsenize şunların hepsini!" diyor. Uluslararası hukuku bilmiyor olabilir mi sizce bu kişi? Cenevre Konvansiyonu’nu? İnsancıl hukuku? Savaşlarda ya da silahlı çatışmalarda temel ilkenin sivillerin korunması olduğunu? Peki, onları bıraktım, iç hukuku bilmiyor olabilir mi bu kişi? Diyelim ki rehin alındı, kalkan olarak kullanıldı insanlar. Güvenlik görevlilerinin öncelikli görevlerinin rehin alınan kişilerin hayatını kurtarmak olduğunu bilmiyor olabilir mi? Birkaç polisiye dizi izlemek bile kâfi bunu bilmek için.
Bunları elbette ki biliyor. Türkiye’nin şu anda kendisine hiçbir şekilde tek kurşunun dahi sıkılmadığı, aksine Türkiye’yi ve tüm dünyayı tehdit eden İŞİD belasının kontrol altına alındığı, üzerinde büyük oranda Kürtlerin, ama aynı zamanda Süryanilerin, Ezidilerin, Ermenilerin, yani Ortadoğu’nun kadim halklarının yaşadığı topraklara uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ‘müdahale’ edildiğini de biliyor. Biliyor ama kötü ve ırkçı olmayı, kendince devletin bekasını korumayı tercih ediyor. Sınırın diğer yanında tam olarak aynı özelliklere sahip bir bölge inşa eden toplum Türkler ya da Türkmenler olsa kendilerine kahramanlık şiirleri yazacak olan bu zat, konu Kürtler olunca sınır bölgesine gidip askercilik oyunu bile oynayabiliyor.
Ve tüm bunlar yaşanırken onlarca sivilin sınırın her iki yanında da öldürüldüğü, silahsız bir Kürt siyasetçinin infaz edildiği haberleri geliyor. Ve bütün bunlara rağmen ülkedeki hemen hemen bütün barolar, evet, külliyeye yapılan davete icabet etmeyen ve bunu yüksek sesle duyuran baroların hemen hepsi, çok sayıda STK ve en önemlisi milyonlarca insan yaşananlara ya alkış tutuyor ya da sessiz kalıyor.
Sessiz kalanların bir kısmının kendi güvenliklerinden endişe duydukları için bunu yaptıklarını tahmin edebiliyorum. En nihayetinde kurulan tek bir cümle veya gidilen tek bir eylem sebebiyle bile insanların hapsedilebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Ama bu durumda ben de kendilerine naçizane bir şey hatırlatmak isterim: Mevzubahis insan hayatı ise, gerisi teferruattır!