Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

O Yazın Tanrısı

Temel hak ve özgürlüklerin keyfi yasaklarla gaspedildiği bir ortamda, güçlü bir biçimde örgütlenmek ve çok geniş bir alana yayılmış yasakları püskürtebilmek için birlikte davranmaktan başka çıkış yolu olmadığını kabul etmek gerekiyordu.

Yolda okumak için bir kitap almıştım yanıma, adı O Yazın Tanrısı'ydı. İkinci Dünya Savaşı'nın son zamanlarında Kiel'e yakın bir çiftlikte yaşayan on iki yaşında bir kız çocuğunun tanıklığında korkunç kelimesinin bile utanacağı bir dünya betimleniyordu romanda.

Romanı anlatmayacağım, sadece insanın en alçak halini ortaya çıkaran koşullarla, yaşadığımız dünyada tanık olduklarımız arasındaki farkın sanıldığı kadar çok olmadığını düşündüğümü belirteceğim. Uygarlığın en çetin sınavlarından biri olan bu karanlık zamanlara bakıldığında -ki defalarca bakılsın diye yazıldı, filmi yapıldı- insan, bu tecrübenin daha sonraki zamanlarda hep ürkütücü ve utandırıcı bir hatıra olarak dikkate alınacağını, buradan çıkmayı başaranların buna benzer bir manzaradan ölesiye korkacağını düşünmüştür geçmişte. Ama korkulmadı.

Yolda bu romanı okurken yaşadığımız dünyada sürekli tepesine bomba yağdırılan insanlarla ilgili haberlerde bir kesinti olmuyordu. Nazilerin vahşetine bakarken, fırsat bulsalar onları asla aratmayacak insanların yapıp ettikleri düşüyordu önüme. Sütü tereyağ yapmak için sürekli dönen bir dolaba bağlanmış köpeğin acısını okurken, patronlarından emeğinin karşılığını istediği için günlerce işkence yapılan Suruçlu işçi çocuğun görüntüsü geçiyordu zihnimden. Alçaklığın en dip bölgesini anlatan sayfalara bakarken, kötülüğü bir haz nesnesine dönüştürmüş insanların şimdi de yapıp ettikleri düşüyordu geçmişte kalmış olayların üzerine.

Kadınlara savaş ganimeti olarak bakan ve bir tecavüz makinesine dönüşen askerlerin iğrençliği sayfalarda belirirken, bu zamanda tanık olduğumuz ve çoğu için bir adalet sağlayamadığımız benzer olaylar karışıyordu kitabın içine. Hani dokuz yaşında bir kız çocuğu vardı, gözaltındaki babasını konuşturmak için on görevli tecavüz etmişti ona. Birden kanım dondu, hangisinin daha korkunç olduğunu düşünmek bile ayıptı.

İnsana, onun seçimlerine, varolma hakkına en ufak bir saygının kalmadığı, gücü elinde tutanların canının istediğini yaptığı zamanları anlatan romanın içinden geçerken, yaklaştığım şehrin belediyesinde kayyım nöbeti tutuluyor, bir üniversitede önemli bir tarihçi, işten ayrılsın diye dolaplar çevriliyor, hapisanede ölmek üzere olan birine işkence ediliyor, yoksulluk yabani bir ot gibi hızla büyüyüp zehirli bir sarmaşık gibi çoğunluğun bütün organlarını sarıyordu.

Romanda diriler, ölüleri yerken, savaşın sahipleri şık kıyafetlerle zengin bir masanın önünde tıkınıyorlar, onlar sarhoş olurken, nallanmamış ve çok çalıştırılmış bir atın çiftlikte toynakları kanıyordu.

Yol bitti, roman yarım kaldı. Kayyım nöbeti tutulan şehirde bir buluşmamız vardı. İnsanın, hayvanın, ağacın başka bir olma biçimini isteyenler, bu cehennemden bezmiş olanlar biraraya geldi. Dedik ki belki sandığımızdan çoktur sayımız, dedik ki, belki temiz bir havayı solumak isteyenlerin, yaşadıkları dünyada bir şehadetin utancıyla yaşamaktan bıkmış olanların, artık birleşip “artık yeter” deme vakti gelmiştir. Dedik ki, geçip gittiğimiz bu hayat hepimizin, bizi karanlık bir kuyuya indirenlerin iplerini boyunlarına dolayacak cesareti ancak birleşirsek bulabiliriz.

Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi kuruluşunu Sur'da açıkladı, daha iyi bir gelecek için sorumluluk almak isteyenleri yanına çağırdı. Değişim için sabırsızlanan bilince eşlik etmesi gereken tek şeyin eylemlilik olduğunu bildirdi ve özgürlük mücadelesini yükseltmek için ortak bir programı hayata geçirmenin gerekliliğine dikkat çekti. Geçmişte sanat örgütleri toplumsal meseleler karşısında tavır aldıklarında azımsanmayacak bir etki yaratıyorlardı.

Temel hak ve özgürlüklerin keyfi yasaklarla gaspedildiği bir ortamda, güçlü bir biçimde örgütlenmek ve çok geniş bir alana yayılmış yasakları püskürtebilmek için birlikte davranmaktan başka çıkış yolu olmadığını kabul etmek gerekiyordu.

Bu bir acil durum çağrısıydı, şimdi ve burada başlamayan özgürlük mücadelesine kesintiye uğradığı yerden sahip çıkma çağrısıydı. Bunun için eşzamanlı eylemlilikler, yasaklar karşısında mikro direniş örnekleri sunan yaratıcı müdahaleler ve direnişi canlı tutabilmek için kesintisiz yaratıcı girişimlerin örgütlenmesi planlandı.İlk adım atıldı.

Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi, sanatla hayat arasındaki uçurumu tarihsel sorumluğuyla kapatmak isteyenleri, yarım kalmış başlangıçları bir ucundan yeniden tutmak isteyenleri, bu kadar çok acı çeken varken kişisel ikbalini hiç umursamayanları, toynakları kanayan o atın topalladığı yanmış tarlaya çağırıyor.


Süreyya Karacabey kimdir?

Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi