Enver Topaloğlu
‘Plakası Okunmuyor’ ya da kamyon olmak!
Yaz geldi mi yollarda olmayan var mıdır? Herkes bir yerden bir yere gider. Gerçi insan her daim yoldadır, yolcudur da denilebilir, ama konumuz o değil.
Yaz geldi, biz de yollara düştük. Yanından, yakınından geçtiğimiz birçok şeye olduğu gibi kamyonlara da baktık. Biz sadece cisim olarak, araç olarak baktık kamyonlara. Onlara trafikteki o an için paydaşlarımızdan biri oldukları için baktık.
Şair Abdülkadir Budak da kamyonlara bakmış, ama birçoğumuzun baktığından farklı bakmış. Şair gözüyle diliyle bakmış. Kamyonlara şair olarak bakan ilk Budak değil. Oraya geleceğiz.
Budak’ın Yazılı Kâğıt Yayınları’ndan çıkan yeni şiir kitabının adı “Plakası Okunmuyor” ve altında bir de “Bir Kamyon Şiiri” açıklaması var. Biz yolculuğumuz süresince dıştan baktık kamyonlara. Geçen yıl yine bu zamanlarda, kasası kapalı bir kamyonun arkasında Yılmaz Güney’i görünce elbette önce fotoğrafını çekmiştik. Sonra da kamyonların sadece yük mü taşıdıkları konusunda düşünmüştük. Yolda bir kamyonun arkasında Yılmaz Güney, elbette doğrudan “Yol” filmini çağırmıştı hafızamızdan, hatıramızdan… Bir süre “Yol”un yoldaki Yılmaz Güney’ini de takip etmiştik. Büyüleyici bir an olmuştu bizim için…
TEK ŞİİRLİK BİR KİTAP
Modern Türkçe şiirde geleneksel şiirin sesini sürdüren ve yetmişli yıllardan bu yana şiirin hemen hemen her alanında varlık gösteren Abdülkadir Budak’ın yeni kitabı “Plakası Okunmuyor”, “Ben Kamyonum! Kamyonum Ben!” başlıklı tek şiirden oluşuyor. Tek şiirlik kitapta şair kamyona, deyim yerindeyse yakından bakmış, içinden bakmış, içeriden bakmış. Sonra da bir şairin yapacağını yapmış oturup şiirini yazmış. Oturup şiirini yazmış sözün gelişi elbette. Belki de şair yazarken baktı, baktıkça yazdı… Üretim safhası her şair için farklı aşamalar ve deneyimlerden oluşabilir.
Şairlerin çoğu tematik şiir yazmaya pek sıcak bakmıyor. Yeni kuşaklarda bu yönelim çok daha sınırlı. Bunun anlaşılabilir nedenleri var elbette. Başta parçalanmış hayatın, parçalanmış dilin başka anlatı türlerinde olduğu gibi şiirde de derlenip toparlanması bir hayli güç ve zorlayıcı. Olabileceğinden daha fazla emek ve uğraş gerekir. Ama yine de tematik şiirlerin yerinin bir başka olduğunu kaydetmek isteriz. Uğraşa ve emeğe değdiğini kanıtlayan çok güzel örnekler var. Bizim düşüncemiz daha çok tematik şiir yazılmasından yana. Tek tek şiirlerin de hakkını yemeyelim elbette. Dergide ya da benzeri bir mecrada ya da kitapta tek başına da çok güçlü, okuyanı sarıp sarmalayan şiirler var elbette. Hem geçmişten, hem günümüzden çok iyi örnekler gösterilebilir.
Abdülkadir Budak, kitabın arka kapağında belirtildiği gibi “Ahşap Anahtar” ve “Ev Zamanı” adlı tematik kitaplarına bir yenisini eklemiş. Şair kamyonla empati kurmayı, şiir diliyle anlamayı ve anlatmayı denemiş, bunu yaparken de eşyayı insanlaştırma sanatı olarak bilinen “teşhis”e ve eşyayı konuşturma sanatı “intak”a başvurmuş.
Kamyon temasını farklı biçimlerde işlemiş olan Sabahattin Ali ve Onur Akyıl’a ithaf edilen kitabın “Ben Kamyonum! Kamyonum Ben!” başlıklı tek şiirin girişinden bir bölüm okuyalım:
Bir yaşlının inleyişi
Gece uzun, adam hasta
Bir el değse çözülecek
Yüzüm yumaktı sanki
Çözmeleri denemedim
Bakmaları denedim
Irmak olup yüzümde
Akmaları denedim
Uzun farları yaktım
Bir de buradan baktım
Şunu da ekleyelim: Şiire bazı sayfalarda fotoğraflar eşlik ediyor. Her fotoğrafın olmasa da bazılarının altında Mahmut Turgut imzası yer alıyor.
ŞİİRLERDE KAMYON
Modern Türkçe şiirde kamyon temasına ilk yer veren şair kimdir? Bunu saptayacak bir araştırma yapılmış mıdır, bizdeki bilgiye göre kesin bir şey söylememiz zor. Ancak mevcut bilgi ve bulgulara göre Nâzım Hikmet’in bu konuda da öncü olduğunu söyleyebiliriz. Zaman zaman, yazılacak birçok şeyi Nâzım Hikmet, daha önce şu ya da bu şekilde şiirleştirmiştir denilmesi boşuna değil elbette. Öncü şairin 1939 İstanbul Tevkifanesi’nde başlayıp 1941’de Bursa Çezaevi’nde tamamladığı “Kuvayi Milliye Destanı”nın sekizinci babında yer alan “İstanbullu Şoför Ahmet” ve “kamyonu”nun macerasının girişinden bir betik aktaralım:
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet:
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu
Modern Türkçe şiirin hafızasında derin bir iz bıraktığını söyleyebileceğimiz Cahit Külebi’nin “İstanbul” adlı şiirindeki “komyon”un yeri de bir başkadır:
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Külebi ilk betiğini okuduğumuz ve 1939 tarihli şiirini şöyle bitirir:
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti.
Yine kamyonlar kavun taşır,
Fakat içimde şarkı bitti.
Aklı kurcalayan bir soru: Acaba Külebi’nin Nâzım Hikmet’in “Şoför Ahmet ve komyonu”ndan haberi var mıydı? Aynı soruyu şöyle de sorabiliriz: Nâzım Hikmet acaba Külebi’nin şiirini okumuş muydu?
MAKİNE VE İNSAN
Şiirde okurun karşısına kamyon ve elbette şoförleriyle ya da sürücüsüyle çıkan şairlerden biri de Can Yücel’dir. Şairin “Dinar Yolunda Devrilen Bir Fordun Şoför Ahmet İçin Yaktığı Ağıt” başlıklı şiirinden bir parça sunalım:
Ah Ahmet ah sana söylediler de
Yollar bozuk Dinar üstünden gitme diye
Hani köprülerde yavaşlayacaktın
Delibozuk bir uçurtmaydın Ahmet
Takıldın tellere sonunda
İttin ursuzdun oruspu çocuğuydun
Esrar boyalı ispirto eroin
Çirkefliğin daniskası sende
Bir gün tatlı bir sözünü mü işittim
Bari kırk yılın başında bir
Bu da senin diye bir çift yeni lastik alsan
Biliyorum tapondum Ferttum 45 modeliydim
Lakin ellerine yangındım Ahmet
Ah domuz ah nasıl da karıştırırdın ötemi berimi
Sevgi derdim de sana dinletemezdim
(…)
Her şeye razıydım sırf anlayasın diye
Ne mene şeydir sevgi
Böyle bok yoluna gidecektin madem
Bari ben çiğneyeydim seni.
Abdülkadir Budak’ın “Plakası Okunmuyor” kitabından kısa bir süre önce Roni Margulies’in harfiyat kamyonları”na değinmiştik. Bir bakıma hemen hemen aynı zaman dilimi içerisinde iki kamyon şiiri ve kitabı okumuş olduk.
Kamyon imgesi ya da metaforuyla uğraşan şairlerden bir başkası da Cemal Süreya’dır. Çocuk yaşında ailesiyle sürgüne gönderilen şairin o trajik yolculuğu bir kamyonun kasasında gerçekleşir. Şiirlerinde kamyon metaforunun birden çok kez yer bulmasında sürgün yolculuğunun hatırasının da payının olmaması düşünülebilir mi? “Van’da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları” dizesi ona aittir. Bir başka şiirinde de “Telgraf çiçekleri astımlı kamyonlar” betimlemesi yer alır. “Ama yük kamyonları Denizli’den geçerken plaka değiştirir” dizesi de öyle. Bir tane daha:
Bir at kişner sümbüli
Kamyonları ala boyar
Şiirlerde kamyondan söz ettik. Elbette bir de sinemanın meşhur kamyonu var. “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin başrol oyuncuları Türkan Şoray, Kadir İnanır kadar olmasa da anlatıya bir karakter olarak katılan kamyonu ve filmin yönetmeninin onu yorumlayışını unutmamak gerekir. Filmde kamyon da adeta “şiir gibi” ifadesinin birebir karşılığı olarak yorumlanmıştır.
ŞİİR ŞİİRE BAKA BAKA YAZILIR
Budak’ın yeni kitabında da okur için sürpriz yok. Öte yandan şairin okuruyla yeni bir temayla buluşması da sürpriz değil midir?
Ömrünü şiirle geçirmiş şairlerden biri olan Abdülkadir Budak’ın kitabından çıkardığımız asıl mesaj, şiirin şiire baka baka yazılmasının yanı sıra şairin şaire baka baka yol aldığı gerçeğinin hatırlatılması olduğunu söylemeden geçemeyelim.
Budak’ın kamyonu kişileştirdiğini kaydetmiştik. Dikiz aynasından geçen zamana bakar. Dikiz aynasına çoğunlukla yansıyan geçen zaman yine kendi yüzü olur.
Yani her kamyonda olduğu gibi
Sevinç nedir, acı nedir bilirim
Düğüne de gittim, cenazeye de
İlkinde kasam davul
Tabut ikincisinde
EMEKTAR ARAÇLAR
Rampa çıkan, yokuş inen, taşıdığı yükler nedeniyle zaman içinde yorgunluğu artan bir kamyon dile gelir, konuşur. Ya da şair konuşturur onu. Acılarını, aşklarını, yorgunluklarını, yaslarını, sıkıntılarını, huzursuzluklarını, mutsuzluklarını, hayatın anlamına yönelik sorularını, varoluşa ve varlık durumuna ilişkin sorunlarını toplayıp içini döker kamyon. Bir kamyon, sürücüsünden bağımsız olarak bir kamyon konuşur şiirde. Kitabın kırk dokuzuncu sayfasında yer alan şu betikte olduğu gibi:
Hayat kamyona mı yüküne mi benziyor?
Bunu aklımdan geçirdim vites küçültürken
Rampanın tam ortasında
Sürücü yerine geçtim
Aynı anda öksürdük kamyonun motoruyla
Üstelik yaz sıcağında
Kamyon diyorum, kamyon
Rampa diyorum, rampa
Bu haliyle Budak’ın yolun sonuna gelmiş kamyonu, yılların yükünü çekmiş bir aile babasını, daha çok da emekliliği yaklaşmış bir devlet memurunu çağrıştırıyor. Ama en çok da acı taşıyan bir kamyon olmasıyla dikkati çekiyor. Kitaptan son bir şiir daha okuyalım:
İnsanlardan farkım neydi?
O da yorgundu ben de
Ova düzüne uzandım
Yaslandım dağın göğsüne
Taşıdığım yüke bile inandım
İnsanın acısına
YOLUN BURADAN SONRASINI DA KAMYONLA GİDECEĞİZ
Sayfaları çevirdikçe kamyonla çıktığınız yolculukta, bir an araç değişecekmiş gibi bir izlenim oluşsa da araya derinden şöyle bir anons girip uyarıyor sanki: Yolun buradan sonrasını da kamyonla gideceğiz.
Budak’ın şiiri, yaşamımızda yer alan bazı araçların ya da eşyanın, kullanım değeri kalmasa da önemi üzerinde düşünmeye yöneltmesi bakımından da dikkate değer.