Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Sahi, imkânlar hep koşullarla mı sınırlıdır?

Kolektif bir düşün canlandığı zamanlara, “ama koşullar imkanlarla sınırlıdır” diyerek karşılık verenlerin tekil düşlere daldığı bir dünyada, mesele, kendiliği yığından ayıran özellikleri parlatmaktan ve hayata bir kariyer planı gibi bakmaktan ibarettir.

“Hayal gücü iktidara” diye bir slogan vardı, mevcut hayatın sınırlandırdığı dünyanın ötesindeki bir yeri düşlemeden herhangi bir değişimin parçası olamayacağımızı anlatan bir slogan. Daha çok komünarların içinde bulundukları oluş halini ya da Marx'ın deyişiyle “işleyen var oluşu”nu hatırlatan ve “bu yaşadığımızın hayatına nasıl bir etkisi oluyor sende?” sorusuna, “(...) ulaşmak zorunda olduğumuz bir sahilin gözümüzün önünde belirmesi gibi bir etkisi var” diye cevap veren, eskiden papanın muhafızlığını yapmış bir komünarın söylediklerini akla getiren bir slogan.

İnsan bir şeyi düşlediğinde, davranışlarını onun ışığında ölçüp biçer, o yoksa, başkaldırı bile önce kiminle uzlaşacağının ince hesaplarını içerir. Oraya ulaşıp ulaşamamaktan söz etmez bu slogan, onu hep göz önünde bulundurmanın zaten bir çeşit zafer olduğundan söz eder.

Kolektif bir düşün canlandığı zamanlara, “ama koşullar imkanlarla sınırlıdır” diyerek karşılık verenlerin tekil düşlere daldığı bir dünyada, mesele, kendiliği yığından ayıran özellikleri parlatmaktan ve hayata bir kariyer planı gibi bakmaktan ibarettir. Uzaktaki sahili görmeye başlayan o adamın yeniden papanın muhafızlığına dönmesidir. Düşün belirsizliğine karşın, bu iş garantilidir ve papanın tepesinin tası atana kadar, adama ve ailesine güvenli bir gelecek sunar.

Aslında “hayal gücü iktidara” seslenişinin ardında eski rejimlerin hepsine toptan bir itiraz vardır, ancien regime, derken Fransız tarihçiler, belirli bir zaman dilimine dikkat çekerler. Oysa bu sesleniş, herhangi bir ancien regime'den söz etmez, bütün tarihsel dönemler esasında ancien regime'dir.

Koşulları imkanların yarattığını düşünenler, kolektif bir düş çağrısı yapan seslerden hep nefret etmiştir, bir zamanlar yanında görünmekten hoşlandığı bir çağrı bile olsa, “somut durumun somut analizi” maddesinde kalmayı tercih ettikleri için, o sesi sadece “bireysel” sanatın aşırılıklarına hapsedip eski rejimin uzmanlık konusundaki hassasiyetini muhafaza ederek sistemin bu bölünmeye karşı duyduğu güveni yeniden üretir. Çünkü kolektif yaratıcılık gerçekten tehlikelidir, kol ve zihin emeği arasındaki yarılmanın yarattığı sonuçlar, “dersi okutulsa bile” hiç kaale alınmaz.

Kolektif yaratıcılık meselesi, hayal gücüyle yakından ilişkilidir ve geçmişte bizimkinden daha ağır baskılar altında yaşayan insanların, herkesi bir konuma hapseden gerçekliği dönüştürebilmek için verdikleri çaba ilham vericidir.

Peter Weiss'ın Direnmenin Estetiği, 1937 ile 1944 yılları arasındaki anti-faşist direnişi, direnişçilerin kişisel hikayelerinden yola çıkarak anlatır -şüphesiz bundan çok daha fazla katmana sahiptir- dikkat çekici olan, anlatı kişilerinin, içinde bulundukları korkunç koşullara rağmen, sadece siyasetle, tarihle değil, sanatla edebiyatla ilgilenmeleridir.

Sadece minik bir kesit vereceğim, Coppi'nin ailesiyle yaşadığı evin mutfağına gelen arkadaşları, bu minicik, pencereleri karartma kağıtlarıyla kaplı yerde, az önce gezdikleri Pergoman müzesindeki anıt hakkında konuşmayı sürdürürler. Coppi on altı yaşında annesinin çalıştığı Siemens'e çırak olarak girecek, romanın isimsiz anlatıcısı ise babasının montajcı olduğu yerde depo işçisi olarak. Heilmann ise öğrencidir. Bir savaşın ayrıntılarıyla betimlendiği anıtın, incelikli bir yorumuna girişen direnişçiler için, her şeyin her şeyle bir bağlantısı vardır.

Daha önceki yazılarımdan birinde de adı geçen Kristin Ross'un Ortak Lüks'ü, Komün deneyimine katılımcılar üzerinden bakar. Kitaba adını veren şey, her şeyin her şeyle bağlantısından söz eden, kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımları iptal etmek için çalışan sanatçıların, zanaatkârların, bir lüks olarak görülen sanat üretimini, ortak bir lüks olarak adlandırmalarıdır:

“Yenilenebilmek için, ortak lüksün doğması için, gelecekteki ihtişama ve Evrensel Cumhuriyet'e kavuşmak için işbirliği içinde çalışacağız.” Bu alıntı, Sanatçılar Federasyonu Manifestosu'na aitti ve 1871 Nisan ayında yayınlanmıştı.

İnsanların yaratıcı gücü desteklendiğinde ve zekâların eşitliği üzerinden bir çalışma yürütüldüğünde gerçekleşecek değişim, sadece zorunlu çalışma denilen kafeslere tıkılan insanların zihinsel özgürleşmesine destek olacaktır.

Bütün bunlar bir zamanlar, insanlar tarafından hayata geçirilmiş düşlerdi, “uzaktaki sahili” görmeye çalışan insanların çabalarıydı. Aynı zamanda bize, şimdiki zamanda, neye nasıl yaklaşacağımız konusunda ilham verecek gerçeklerdi.

Kendisini bu düzenin başkası olarak tanımlayan ve bir mücadele içinde olduğunu söyleyen herkesin sanat ve direniş denilince, ayrıcalıklı birilerinin yaptıkları işleri listelemesinden belki de bir parça uzak durmayı öğretir bu tarih. Sözgelimi sendikalar ya da örgütler kitleyi sanatla buluşturmak denilen şeyin, onları sadece “pasif” bir alımlayıcı olarak görmemek olduğunu öğrenebilir bu tarihten.

Çünkü hepimizin yeniden öğrenmeye ihtiyacı var, bildik yolların tekrarından oluşan eğilimlerimizi gözden geçirmemiz için, dünyayı değiştirmenin tek yolunun siyaset konusunda bilgi yığmak olmadığını kavramamız için, daha mikro bir yerden değişime başlamamız için, birbirimizden öğrenmeye ihtiyacımız var. Sanatın, değişimdeki katkısı büyülü bir şey olabilir ama daha çok insanı sanatçı haline getirdiğimizde. Çekiç kullanmayı bilen birisi sanatsal yaratıcılığa, onun için kapatılmış kapıdan içeri girdiğinde, pek çok şey değişmiş olur.

Çünkü “ortak lüks” eşitlikçi bir toplum için kurulan bir hayalin ifadesidir, eşitlikçi bir toplumu anlatan ama kendi varlığını ayrıcalıklı görmeyi sürdüren bir sanatçının bu hikayeye pek katkısı olmayacaktır.

Sahi, imkânlar hep koşullarla mı sınırlıdır?


Süreyya Karacabey kimdir?

Süreyya Karacabey Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik, Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek başlıklı kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi