Fadıl Öztürk
Şair, kitap, şiir...
Bir direnme söz konusu olunca, ilk önce şairler direnmeyi kuşanarak sokağa inerler.
İlk öleni olurlar o direnişin ve belki de o direnişin ilk unutulanları...
Şiirleri kalır o şairlerden geriye. Yenilmeyen, içilmeyen, giyinmekle eskitilmeyen, dudaklara vardığında iki sevgili arasında soyunan şiirler, o şiirlerdeki vurucu dizeleri kalır şairlerden geriye...
Bir savaş çıksa, önce şairler geçerler barikatların arkasına. Onlar için seferberlik emri çıkarmaya gerek kalmaz, önce onlar inerler mevzilere rütbesiz, sıradan, herhangi biri gibi.
Herhangi biri gibi vurulurlar, onlar gibi savrularak yere düşerler...
Belki şiiri gelecek kuşaklara bırakmak için. Belki de ödenmemiş bir borcu sırası gelmişken şiirle ödemek için. Belki de hayal kursunlar diye iki sevgili; bir tarafı gecede kalanın, bir tarafı gündüzde kalanın elinden tutup, rüyalardan sabaha çıkarmak için.
Şairler kaçıp gitmezler uzaklara. Hiçbir sözcüğün arkasına saklanmazlar. Her bir sözcüğü savunurlar sonuna kadar. Orta yerde dururlar şairler, ilk vurulacak yerde, yakalandıklarında kurşuna dizilmeyi göze alır şairler. Onların yaralarından dizeler, imgeler, hayaller değil, kan dökülünce anlarız bizlerden bir farkının olmadığını. Şairler öne çıkmak, fark yaratmak için değil, bütün farklılıkları ortaklaştırmak için yazarlar, önce acılardan başlayarak...
İlk önce şiirleri kalemlerde kurşun olur şairlerin. İran’da olduğu gibi, bir halk şiirle savunur kendini önce. Çok şey bir savaşla yıkılıp gitse bile şairlerden hayatın nabzını tutan şiirleri kalır geriye, işgal edilip üstüne asla bayrak dikilmeyecek olan şiirleri...
Elbet buraya kadar yazdıklarımın aksini söyleyenler, katılmayanlar çıkabilir. Böyle olduğu için değil, böyle olması gerektiği içindir burada yazdıklarım.
***
Şimdi bilinen yayınevleri açısında şiirin, şiir kitaplarının pek bir itibarı olmadığını hepimiz biliriz. Telif ödeyerek şiir kitaplarını yayınlamaktan uzak dururlar. Çünkü onlar için ticari bir getirisi yoktur şiirin. Bu gerçekliğe rağmen patır patır şiir kitaplarının da yayınlandığına tanık oluyoruz hepimiz. Büyük yayınevleri tarafından önü kesilse de şiirin, şiir kendine akacak başka mecralar bulmuşa benziyor.
Edebiyat dergilerine şiir yollamak, zamanla oralarda şiiri bilinir olmak, yazdığı şiir üzerinden itibar sahibi olmak gibi eski yol ve yolak yok artık. Şiirini yazan şair, bir biçimde parasını ayarlayıp, eşin dostun önerdiği yayınevinin kapısına dayanarak pazarlık yapıp kitabını çıkarıyor. ‘Parayı getir, kitaplarını basalım’ türünden yayıncılığın yayın dünyasındaki itibarına değinmiyorum bile.
Hele kâğıt fiyatlarının başını alıp gittiği bu dönemde, yayıncı şaire ‘kağıt için bir ton ağaç getir‘ dese, şair elinde baltayla ormana dalarak kâğıt için ağaç kesecek ya da bahçedeki yaşlı erik ağacına göz dikecek gözü karalığa bürünmüş durumda. Bir biçimde para bulup kitaplarını bastırıyorlar. Bu durum, şiirin kitaplaşarak yazan şairin esaretinden kurtulması, kitap gezegeninde yerini alması açısından bir anlamda iyidir de bana göre. Bir diğer yanıyla, büyük yayınevlerinin şiir kitapları ambargosuna rağmen şiir kitaplarının kendilerine böyle bir çıkış yolu bulmuş olmaları da enteresan... Parayı verenin düdüğü çaldığı bu hal, iyi şair ve iyi şiirin yolunu asla kesemez. Çünkü, şiir onu yazandan çok onu arayıp bulanın, kendi hayatında ona yer açanın sevgisinde yaşar...
***
Şiir, bir filmin sonunda polisin olaya el koyması, alkışlarla salon ışıklarının yanması değildir çünkü.
Herkesin yalın geldiği sinema salonundan hüznüyle beraber o salondan çıkıp hayata karışmasıdır şiir.
Siz neresinde durursanız hayatın, orada yanınızda duran, yakalandığınızda üstünüzde olduğu halde ele geçmeyendir şiir.
İyidir, kötüdür, bazen pusu atıp yol kesen, olmadık köşede size çiçek çeken, bir sözle sizi teslim alandır şiir.
Tek dişi kalmamış bir insanın ağzında sizi asla incitmeyen kocaman bir gülümsemedir şiir.
Bir hali yoktur şiirin, bir tanrısı, bir peygamberi, onu yayan müritleri.
Bir duaya en yakın ifade biçimiyken, asla dua olmayandır şiir.