Enver Topaloğlu
Şiir okuru için kısa notlar – 4
Yüzyılın başında adı ön plana çıkan ve modern Türkçe şiire etki eden “şiir düşünürleri” olarak andığımız Ahmet Haşim’in de, Yahya Kemal Beyatlı’nın da kaynağı büyük ölçüde on dokuzuncu yüzyılın sembolizm ve izlenimcilik akımları olmuştur. İki şair de sözü edilen ekolleri benimseyen Fransızca yazan şairlerden etkilenmiştir. Modern Türkçe şiir için önerdikleri ve uyguladıkları şiir düşüncesi de öyledir. Her iki şair de aslında Fransızca yazılan on dokuzuncu yüzyıl şiirinde egemen olan poetikayı benimsemiş ve savunmuşlardır. Şunu da ekleyelim: Haşim’i de, Beyatlı’yı da modern Türkçe şiirdeki yeri bakımından değerlendirirken çökmüş bir devrin ön plana çıkan son temsilcileri oldukları gerçeğini ihmal etmemek gerekir.
Modern Türkçe şiirin henüz oluşum aşamasındayken rotayı değiştirecek; yeni bir şiir, şiir dili, yeni bir şiir anlayışı, yeni bir şiir içeriği, biçimi, beğenisi hatta okuma yöntemi öneren büyük hamle Nâzım Hikmet’ten gelir. O hamle aynı zamanda modern Türkçe şiiri başlatan kurucu hamledir.
YENİ ŞİİRİN AYAK SESLERİ
Nâzım Hikmet eylem şairidir. Meydan şairidir. (Meydan şairi demişken konuyu, meydan şiiri meselesini ayrı bir yazıda irdelemeyi düşündüğümüzü kaydedelim.) Bir o kadar da düşünce insanıdır. Şiir düşünürlüğü de oradan gelir. Tüm bunları anlamak, kavramak için şairin hayatı önemlidir. Çünkü şiiri hayatıyla iç içe geçmiştir. Nâzım Hikmet için denilebilir ki hayatı şiir, şiiri hayat olan şairlerdendir.
Aile içinde ve yakın çevresinde şiire verilen önemin etkisiyle çocuk denilen yaşta hececi örnekler yazan şairin hayatında verdiği kararlar, yaşadığı olaylar şiir anlayışının “devrimci” karakterinin oluşmasında önemli rol oynar. Ama asıl dönüşüm, henüz yirmi yaşındayken Lenin’in önderlik ettiği devrimin ülkesi Sovyetler Birliği’ne gitmesi, devrime ve devrimcilerin safına katılmasıyla gerçekleşir. Bolşevik devriminin sıcak günlerinin sürdüğü yirmili yılların başında Moskova’ya giden ve burada üç yıl üniversite okuyan şair, daha yoldayken yalnızca kendisiyle değil, miras aldığı şiir anlayışıyla da hesaplaşmaya girmiş ve yeni bir şiirin arayışına yönelmiştir.
Şairin “Açların Gözbebekleri” şiiri o süreçte yazılmıştır. Moskova yolculuğu sırasında Mayakovski’nin şiiriyle karşılaşması Nâzım Hikmet’in arayışını derinleştirir ve değişimini hızlandırır. O yolculuk günlerinde, henüz yirmi yaşında yazdığı şiirden kısa bir örnek sunalım:
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!
Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!
Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!
Kimi
deri… deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
“Açların Gözbebekleri” yirmi yaşındaki şairin bildiği şiirin verili kalıplarını kırdığı ilk denemesidir. Şiirin yazılış sürecini Memet Fuat şöyle aktarıyor: “Nâzım Hikmet serbest müstezatı, Fransız şiirinin serbest ölçüsünü biliyordu. Batum’da ‘İzvestiya’ gazetesinde gördüğü, büyük bir olasılıkla Mayakovski’nin yazdığı bir şiirin uzunlu kısalı dizelerine, merdivenli istifine ilgi duymuş, ama Rusça bilmediği için içeriğini anlayamamıştı. Moskova’ya giderken geçtikleri açlık bölgelerinde gözlediklerinin etkisiyle yazmaya girişti ‘Açların Gözbebekleri’ni hece ölçüsüne sokamadığını görünce ‘İzvestiya’daki şiirin biçimsel çağrışımlarından güç alarak, daha serbest yazmayı denedi. Ortaya yer yer hece kalıplarıyla kurulmuş olsa da kurallara uymayan serbest bir ölçü çıktı.”
ŞİİRDE DEVRİM
Şair, siyasal değişim ve toplumsal dönüşümle iç içe geçen modern Türkçe şiirin oluşum sürecinde çıkmıştır sahneye. O süreçte Sovyetler Birliği’nde bulunduğu yeni dünyanın, yeni ortamın düşünsel, duygusal etkisiyle sınıflı toplumda çatışan sınıflardan birinin, proletaryanın şairi olmak üzerine inşa ettiği şiir anlayışını, şiir görüşünü denediği yeni biçim ve biçemle kalıpları kıran örnekler vererek uygulamaya yönelmiştir. Ezilen sınıfların acılarını, sorunlarını, ihtiyaçlarını dile getiren şiirler yazmayı denemiştir. Bu anlayışın modern Türkçe şiirde öncülüğünü yapmıştır. Düşünsel olarak savunduğu şiir anlayışını uygulamada örneklendirmiştir. Bir örnekle devam edelim:
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Nâzım Hikmet’in şiir düşüncesinin de, şiirleri oluşturan öğelerin, motiflerin de temel karakteri 1936’da yayımlanan “Şeyh Bedreddin Destanı”na kadar kentlidir. Şu dizeler “Af” başlıklı şiirden:
“Af var!”
diyorlar,
“çıkacağız
şapkayı yana
yıkacağız.
Toprak
güneş
kadın
hava..
Vapura bin, tirene bin
bin tıramvaya!
Kelepçesiz
jandarmasız
tek başına
yapayalnız
gezin
dolaş!
Ormanda yat,
dağlan aş!
Dolaş, dolaşabildiğin kadar!”
Şair, topraksız köylülerin toprak sorununu ve köylü isyanını ekseninde sorunsallaştırdığı “Şeyh Bedreddin Destanı”nda şiirin tarihsel birikiminden bir sentez çıkarır. Şiirin tüm kaynaklarına açılır.
Duyduk ki Mustafa huruç eylemiş
Aydın elinde Karaburunda.
Bedreddinin kelâmını söylemiş
köylünün huzurunda.
Duyduk ki; “cümle derdinden kurtulup
piri pâk olsun diye,
on beş yaşında bir civan teni gibi, toprağın eti,
ağalar topyekûn kılıçtan geçirilip
verilmiş ortaya hünkâr beylerinin timarı zeameti.”
Duyduk ki...
Bu işler duyulur da durmak olur mu?
Bir sabah erken,
Haymana ovasında bir garip kuş öterken,
sıska bir söğüt altında zeytin danesi yedik.
“Varalım,
dedik.
Görelim,
dedik.
Yapışıp
sapanın
sapına
şol kardeş toprağını biz de bir yol
sürelim, dedik.”
Düştük dağlara dağlara,
aştık dağları dağları...
Dostlar,
ben yolculuk etmem bir başıma.
Bir ikindi vakti can yoldaşıma
dedim ki: geldik.
Dedim ki: bak
başladı karşımızda bir çocuk gibi gülmeğe
bir adım geride ağlayan toprak.
Bak ki, incirler iri zümrüt gibidir,
kütükler zor taşıyor kehribar salkımları.
Saz sepetlerde oynıyan balıkları gör:
ıslak derileri pul pul, ışıl ışıldır
ve körpe kuzu eti gibi aktır
yumuşaktır etleri.
Dedim ki bak,
burda insan toprak gibi, güneş gibi, deniz gibi
bereketli.
Burda insan gibi verimli deniz, güneş ve toprak..
PUTLARI YIKMAK
Şiir düşünürü olarak şair Nâzım Hikmet’in Türkiye’deki en önemli hamlesi “Putları Yıkıyoruz” kampanyasıyla olur. Elbette yarı resmi muhafızlarca koruma altında tutulan “putları” yıkmaya girişmek cesaret ve kararlılık ister. Şairin 1929 yılında Resimli Ay dergisinde başlattığı kampanyada hedef aldığı “putlar”ın da Yakup Kadri, Hamdullah Suphi gibi muhafızları karşı saldırıya geçerek kendini gösterir. Şair, ne pahasına olursa olsun, onları da yıkıp geçecektir. Bedeli ne olursa olsun, boyun eğmez. Dönüp bakıldığında daha açık görülmektedir ki ne putların putluğu kalmıştır geride ne onlara yakıştırılan şairi azamlıklar, memleket şairlikleri…
Nazım Hikmet, kampana gibi şiirin boynuna “marazlı şairanelerin, hamaset borazanları”nın bağcıklarını modern Türkçe şiirin boynuna bağlanmadan kopartıp atacak tarihsel yönden de önemli bir hamle gerçekleştirir.
Şair kararlı ve cesurdur. Çünkü biliyordur ki yeni şiir eski ve egemen olanla hesaplaşmadan devrimini gerçekleştiremez. O nedenle denilebilir ki “putları” yıkmaya çok daha önceden hazırlanmış, Sovyetler Birliği’ndeyken yazıp İstanbul’daki dergi ve gazetelere gönderdiği şiirlerle ilk işaretlerini vermiştir.
Benimsediği yeni, devrimci şiir anlayışını, bu şiire ilişkin düşüncesinin ana hatlarını şiirlerde de dile getirir. “Sa’nat Telakkisi” şiirinde olduğu gibi:
Fakat benim
şiirime ilham veren perimin
omuzlarında açılan kanat:
asma köprülerimin
demir putrellerindendir!..
Dinlenir,
dinlenmez değil
bülbülün güle karşı feryatları..
Fakat asıl
benim anladığım dil:
Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan
Bethovenin sonatları..
“Orkestra” şiiri de şairin şiir anlayışını, şiirde neyi amaçladığını açıkladığı bir başka örnektir:
Üç telli saz
yatağını değiştirmek isteyen
nehirlerden
köylerden, şehirlerden
aldığı hızla,
milyonlarla ağzı
bir tek
ağızla
güldüremez!
Ağlatamaz!
hey!
hey!
üç telli sazın
üç telinde öten üç sıska bülbül öldü acından.
Onu attım
köşeye!
hey!
hey!
üç telli sazın
ağacından
deli tiryakilere
içi afyon lüleli
bir çubuk
yaptılar!
ŞAİR ŞİİR OKULU
Nâzım Hikmet’in şiir düşüncesinin üç aşamadan geçtiğini söyleyebiliriz. Rusya’da devrimci süreçte ortaya çıkan fütürizmin ve konstrüktivizmin etkisinde olduğu dönem; modern tutumunda değişikliğe gittiği, Türkçe şiirin yerel, geleneksel kaynaklarına yöneldiği dönem ve sentezci dönem. Tüm dönemlerinde geçerli olan şiirsel düşüncesinin kaynağında arayışın ve sentezin öncelikli olduğunu kaydetmek isteriz.
Şairin “Memleketimden İnsan Manzaraları” poetik açıdan da bir anıt yapıttır. Onun poetik ufkunun genişliğini de yansıtır. Salt bu yönden de incelenebilir. Öte yandan şair, Sovyetler Birliği’nde sürgün olduğu süreçte yurtdışındayken uzun süre uzağında kaldığı modernist şiirdeki gelişmelere yakından bakma olanağı bulur. Bu temasın etkisiyle şiir düşüncesi daha da gelişir.
Mehmet H. Doğan’ın dediği gibi “büyük bir sentezci” olan ve “gelmiş geçmiş, eski yeni bütün şiir akımlarından, bütün biçim denemelerinden, bütün tekniklerden ustaca yararlanmasını bilmiş, kendi şiir dokusunu, yararlandığı kaynaklardan aldığı ipliklere kendi boyasını vererek şiirleştiren” Nâzım Hikmet’in şiir düşüncesi için son tahlilde şu sözleri örnek gösterilebilir: “Sanat bahsinde sekterlik en büyük düşmanımızdır. Sekterlik, nihilizmin bir çeşididir. Sekter, kendi zevkinden başka her şeyi, bütün görüşleri inkâr eder. Hele şekil meselelerinde sekterliğin kötülükleri sayılamayacak kadar çoktur. Kafiyeli vezinli şiir yazılmaz diyenler de, kafiyesiz vezinsiz şiir yazılmaz diyenler kadar dar kafalıdır. Şiir öyle de yazılır böyle de; edebiyat dili, hele şiir dili hayallerle, teşbihlerle falan ortaya çıkar. Gençliğimde ben az sekter değildim. Uzun zaman sevda şiiri yazmadım. Hatta şiirlerimde ‘yürek’ kelimesini kullanmadım, yürek şuurun değil duygunun sembolüdür diye.” Şairin neden şiir okulu olduğuna açıklık da getiren cümleleri şöyle devam ediyor: “Ben şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılaptan da, hayattan da, ölümden de, sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluktan da söz açıyorum. İnsana has olan her şey şiirime de has olsun istiyorum.”
Modern Türkçe şiir Nâzım Hikmet’le başlar. Çünkü ondan önce onun gerçekleştirdiği boyutta bir yenilik hamlesi, modernleşme girişimi söz konusu değildir. Kaydedilmemiş bir saptama değildir, ama önemi itibarıyla bir kez daha kaydedilsin isteriz.
Sonraki yazıda devam edeceğiz.