Figen Şakacı
Ümit Metin Yıldız: 'Gol yedikçe Camus’ya ve Nazım Hikmet’e sığındım'
Has edebiyata meraklı bir okurun damak tadı nasıl oluşur diye yekten bir soru atsalar önüme; roman ve öykünün peşi sıra anıları ve biyografileri sayarım. Düne kadar burun kıvrılan, edebiyat dairesi içerisine almak için kırk takla atılan kaskatı tavrın önü neyse ki Nobel’le kesildi. Annie Ernaux’nun otobiyografik romanı Seneler ortalığı yıktı geçti. Seneler’i okuduğumda beni en çok çarpan şey, olayın küçük bir Fransız kasabasında değil de sanki 70’ler Türkiyesinde geçiyormuşçasına insanı hemencecik içine alan gerçeklik hissi ve nerede doğarsanız doğun kadının sırtındaki yükün hiç değişmemesinin yarattığı hüsran oldu.
Hüsran demişken hepinizin başına gelmiştir; çok sevdiğiniz yazarların ne yazarsa yazsın gönlünüzde kurduğu tahttan inmeyeceğini düşünürsünüz. Fakat ne yazık ki öyle olmaz; en “Tanrı yazarlar” bile bir kez olsun gönlünüze göre olanı değil, kafasına göre olanı yazar ve yollarınız ayrılıverir. Bazen de sizi mest eden bir metin hep gözünüzü diktiğiniz yerden değil saha kenarından gelir. Saha derken haybeden bir benzetme olsun diye değil, harbi sahadan bahsediyorum. Yani bir dönemin yıldız futbolcusu, yakın tarihin pek titiz teknik direktörü ve şimdi de spor programlarının aranan yorumcusu Ümit Metin Yıldız’dan ve onun yazdığı Soyunma Odası (İletişim Yayınları) kitabından. Futbolla edebiyat ne alaka önyargısının kuburuna düşmeme ramak kala daldım kitaba. “Ben ben” diye kafanızı şişirmeden öyle bir yazmış ki Metin Hoca, kitabın adına yakışır bir çıplaklık ve yalınlık hemen sarıp sarmalıyor sizi. Çünkü o sadece futbol dünyasını değil, bir Bulgar göçmeni olarak yaşama tutunma çabasını, güvercin tutkusunu, can dostu Sedat’ı kaybedişiyle başlayan derin bir yas duygusunu, ilk attığı golün heyecanıyla nasıl ters yöne koştuğunu telaşsızca anlatmakla kalmıyor; şiire ve edebiyata meftunluğuna, en yakıcı zamanlarda politik bilince nasıl erdiğine kadar bir sürü yaşantıya da okuru ortak ediyor. Bunun devamı gelir umuduyla bitirdim kitabı ve haliyle sormadan edemediğim yine üç soru oldu.
-1976-77 yıllarında mahalle takımı Çimenzarspor’dan bu yana futbolla içe içe geçen bir hayat yaşayan Ümit Metin Yıldız’ın bir kitap yazdı da hayatı değişti mi?
Kitap yazdım diye hayatım değişmedi kitap okuduğum için değişti. Acıyı hüznü sevinci iliklerime kadar hissetmeme neden oldu okumak. Kitabım çıkınca yaşadığım mutluluğu anlatabilmem için biraz daha fazla okumaya ihtiyacım olduğunu düşünüyorum şimdi. Yani o derece iyi geldi kitabımın çıkması. Bana kalsaydı asla gün yüzüne çıkamazdı bu kitap çok fazla teşvik var yani tek tek saymayayım ama sonsuz teşekkürler her birine saygıyla
- Futbol ya da futbolcu deyince üç aşağı beş yukarı tek tipleştirerek tarif ettiğimiz bir figür var kafamızda. Fakat sen öyle bir kitap yazdın ki ben dahil herkesi bu önyargısından dolayı utandırdın ve edebiyatla olan ilişkini de pek tatlı dille anlattın. Futbol ve edebiyat… Hayatında hangisi nerede?
Keşke " futbol ve edebiyat hayatında hangisi nerede" diye sorsaydın. Yukarıda yazdıklarını okuyunca suratımın bir tarafı utançtan kızarırken diğer tarafı mutluluktan uçtu gitti sağ olasın. Futbol, hayatıma edebiyatı tanımadan önce girdi sokak aralarında ve bir sevgiliye tutulur gibi tutundum ona ve hiç bırakmadım. Sonra başka bir sevgilim oldu, edebiyat adında; hiç kıskanmadılar birbirlerini hatta futbolda çıkmazları yaşadığım, teslim olmayı düşündüğüm anlarda hemen edebiyat girdi kademeye "başımıza gelen bütün bu şeyler dünyada olmamaktan daha iyi "diyerek. Maradona mı Messi mi sorusuna yanıt veremeyen bir futbol dilencisi olarak şu an futbol mu edebiyat mı sorusu karşısında da boynum bükük.
- Çok erkeklerle anılan, cinsiyetçi küfürlerin sakız gibi ağızlarda çiğnendiği, sonu ölümle biten sertliklerin yaşandığı dünyada sen nasıl bir adamsın ki şiirle, kuşlarla, kitaplarla kendine bir mazgal açtın da oradan nefes aldın?
Başka şansım yoktu yoksa nasıl dayanabilirdim ki? Kadroya giremediğimde, yedek kulübesinde oyuna girmeyi beklediğimde, tribünlerde küfürle istifaya davet edildiğimde, görevi bırakmazsam başıma kötü şeylerin geleceği söylendiğinde hep o mazgala sığındım ve nefes aldım. Albert Camus insan ahlakına dair bildiği önemli ne varsa hepsini futboldan öğrendiğini söylerken, topun hep beklemediği yerden geldiğini söylemiş kaleciyken. Ben kaleci değildim ama toplar beklediğim yerlere gelse dahi hep gol yedim, yedikçe Camus'ye sığındım, Nazım Hikmet'e sığındım ve nefes aldım.
FİGEN ŞAKACI - 1971 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. 1989 yılında gazeteciliğe başladı, çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik, köşe yazarlığı yaptı. Televizyona dizi senaryoları yazdı. İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Her Doğum Bir Mucizedir ve Mizah Zekânın Zekâtıdır adlı iki nehir söyleşi kitabı yayımlandı. Üçleme olarak tasarladığı roman serisinin ilk kitabı Bitirgen 2011'de (ilk baskısı Everest Yayınları'ndan), ikincisi Pala Hayriye 2013'te yayımlandı. Üçleme- yi Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı? (2017, İletişim Yayınları) kitabıyla tamamladı. Pala Hayriye kitabındaki "Pişti" hikâyesinden uyarladığı "Topuklu Terlik Süt Yapar" tiyatro oyunu Aysa Prodüksiyon tarafından 2017'de, Şogen Film tarafından 2019'da sahnelendi ve aynı isimle kitaplaştırıldı (Mitos Boyut Yayınları). Kesekli Tarla (2020, öykü) ve HınçAhınç (2024, roman) adlı kitapları İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.