Nurcan Kaya
Belediyeler, tarım ve yerel kalkınma üzerine
Yerel seçimlere bir haftadan az bir süre kaldı. Bizim buralarda seçim sonuçları şimdiden büyük oranda belli: kayyımlar gidecek. Belli olmayan şey ise seçimlerden sonra belediye başkanlarının görevlerinde kalıp kalamayacakları, yani kayyımların atanıp atanmayacağı. Artık ulusal ya da uluslararası ölçekte hiçbir kurum ya da mekanizmaya karşı hesap verme ya da mahcup olma yetisi kalmamış olan iktidar, seçimlerden bir süre sonra kayyımlar atayabilir, bilemeyiz. Bu yazıyı seçilmiş kişilerin belediyelerimizi yöneteceğini farz ederek ve umarak kaleme aldım.
Daha önce Kayapınar ilçesindeki, özellikle 75. Yol dolaylarındaki yapılaşma ve oradaki kent hayatının idealleştirilmesi konusundaki kaygılarımı ve eleştirilerimi paylaşmaya çalışmıştım. Bu yazının konusu ise şehrimizde, belki de bölgemizde tarımın ve yerel ekonominin gelişmesinde belediyelerin rolü. Bir önceki yazıda olduğu gibi bu yazıda da konu hakkında teorik ve/ya mesleki bilgiye sahip biri olarak değil, bir Diyarbakır sakini olarak paylaşıyorum düşüncelerimi.
Bu ülkede çeşitli nedenlerle belediyelerin tarımın ve yerel ekonominin gelişmesindeki rolü hep sınırlı oldu. Herhalde bunun en önemli nedenlerinden birisi belediyelerin yetkilerinin epey sınırlı olması ve yerel ekonomiye dair pek çok alanda dahi kararların merkezi yönetim tarafından alınmasıdır. Konu bölgemizdeki belediyeler olunca, yapabilecekleri birtakım projelerin ve çalışmaların da merkezi yönetimin ayrımcı müdahalelerine ve engellemelerine takıldığını biliyoruz. Ayrıca savaş uzun vadeli bir çalışmanın planlanıp hayata geçirilmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. Yani onların işi daha zor. Bu tip dezavantajlara rağmen kayyımlar atanmadan önce Diyarbakır'da Yerel Ekonomiyi Geliştirme Dairesi Başkanlığı kurulduğunu, çalışmaların planlandığı aşamada yerel ekonomiyle ilgili bir forum düzenlendiğini ve 2014-2019 dönemine ilişkin stratejik planda bu konuda birtakım çalışmaların yer aldığını biliyorum. Bunlar konuya meraklı biri olarak benim için sevindirici gelişmelerdi ancak kayyımların atanmasıyla beraber pek çok çalışma gibi bunlar da kadük kaldı. Kayyımlar öncesi döneme dönersek, bölgedeki bütün sınırlara ve sorunlara rağmen acaba belediyelerimiz bundan biraz daha fazlasını yapamaz mıydı? Daha önemlisi, seçimlerden sonra bu konularda daha fazla çalışmalar/yatırımlar yapılamaz mı? Hele ekonomi bakımından durum eskisinden katbekat daha kötüyken, son ekonomik krizle beraber yoksuzluk ve işsizlik artmış, tarım alanında ülkede büyük bir yok oluşa gidiş varken, bir kilo patlıcan satın almak birçok insan için neredeyse bir hayal iken belediyeler bu konuda daha fazla rol üstlenemezler mi? Hep beraber bir düşünelim: Bu şehirde yeterli düzeyde tahıl ürünleri, sebzeler ve meyveler yetişiyor mu ve halen yetişmekte olanlar bu şehrin insanlarına iş ve aş olarak yeterince geri dönüyor mu? Şehrimizde ve hatta bölgede doğru şeylerin ekilip yetiştirilmesi ve bunların bölgede geliştirilecek endüstride kullanılmaları konusunda bir şeyler yapılamaz mı?
Bana kalırsa daha fazlası yapılabilir. Şöyle ki; sevdiğim birkaç şey üzerinden meramımı anlatmaya çalışacağım: Bunlardan ilki makarna. Bildiğiniz üzere Diyarbakır koca bir ovaya kurulu bir şehir ve bu ülkenin kıymetli tahıl ambarlarından biri. Ve bildiğim kadarıyla bu topraklarda makarna yapmaya elverişli buğday da yetişebiliyor ancak yine bildiğim kadarıyla burada şehirde yetişen buğdaydan makarna yapan bir fabrika kurulmuş değil. Marketlerde bulabildiğim bütün makarnaların üretildiği yerleri inceledim. Hiçbiri Diyarbakır'da ya da bölgede üretilmemiş. Yerel marketlerde ve market zincirlerinde Türkiye'nin muhtelif yerlerinde üretilmiş, yani başka yerlerde istihdamın gelişmesinde rol oynamış olan makarnalar satılıyor ve bunları her gördüğümde aynı şeyi düşünüyorum: Bu şehirde hem köylüye hem de halkın geri kalanına kazandıracak, katılımcı bir şekilde geliştirilip işletilen bir üretim ve pazarlama sistemi kurulamaz mı? Şöyle bir şey yapılamaz mı mesela: Belediye, ziraat mühendisleri aracılığıyla bölgedeki toprağı incelese; makarna yapımına elverişli buğday nerede en iyi yetişir, onu belirlese; o bölgedeki köylüleri bilgilendirse; doğru tohumu temin edip, doğru yöntemlerle ve zamanda ekmeleri konusunda onlara yardımcı olsa, rehberlik etse; bu arada şehirde çok iyi kalitede makarna üretecek fabrikaların kurulması konusunda şehirdeki iş insanlarıyla görüşse, onları teşvik etse; gerekirse onlarla İtalya'ya bir ziyaret düzenlese, üretim konusunda bilgilendirse; onlara uzman desteği sağlasa; şehirde fabrika kurmaları konusunda onlara imkânları el verdiğince (arazi tahsis etmek dahil) yardımcı olsa; o fabrikalarda çalışacak kişiler şehir sakinlerinden seçilse ve kendilerine gerekli eğitim verilse; işçilerin tamamının sigortalı ve toplu sözleşmeli çalışmaları şart koşulsa; bu arada şehir sakinleri ve marketler bilgilendirilse, bir kampanya yürütülse; şehirdeki fabrikalarda üretilen kaliteli makarnaların satılması ve tüketilmesi teşvik edilse; çeşitli market zincirleriyle ta baştan bu makarnaları satmaları konusunda anlaşma yapılsa, yani fabrikayı kuranlara bir çeşit pazar güvencesi verilse ve en nihayetinde biz Diyarbakırlılar, bölge sakinleri ve hatta komşu ülkelerdeki soydaşlar ve diğer halklar bu şehrin toprağında boy veren buğdaya bu toprağın insanının alın terinin değmesiyle üretilen ve hesaplı olan makarnaları afiyetle yesek nasıl olur? Köylü daha iyi kazanmış, yüzlerce kişi istihdam edilmiş, yatırımcısı para kazanmış ve makarna sevenler çok iyi bir makarnaya kavuşmuş ve insanlar kendilerini biraz daha iyi ve güçlü hissetmiş olmaz mı?
Sevdiğim ve meramımı anlatmama yardımcı olacağını umduğum bir diğer şey salça. Yine bazılarınızın bildiği üzere Diyarbakır'da salça üretimine elverişli domates yetişebiliyor ama buna rağmen marketlerde başka şehirlerde üretilen salçalar satılıyor. Yaptığım küçük bir araştırmanın sonucuna göre şehirde bir tane salça fabrikası var ama o salçayı şimdiye kadar girdiğim hiçbir markette göremedim. Geçmiş yıllarda da Lice'de kurulan ama çeşitli nedenlerle olumsuz bir nihayete eren bir salça fabrikası deneyimi var şehrin. Şehir sakinleri tıpkı benim gibi ev salçasını tüketmeyi tercih ediyorlar ama çeşitli dükkânlardan aldıkları ev salçaları da başka şehirlerden geliyor. Şimdi her şeye baştan ve daha iyi bir şekilde başlamamız mümkün olamaz mı? Salça üretimine uygun olan domateslerin en iyi şekilde yetişebileceği yerler belirlense; oradaki çiftçinin bu domatesleri yetiştirmeleri için -doğru tohumun temini, gerekirse sulama sisteminin kurulması gibi konular dahil- gerekli yardım ve rehberlik yapılsa; o domateslerden salça üretecek fabrikaların kurulması için (çiftçilerin kuracakları kooperatifler aracılığıyla da olabilir) gerekli kolaylıklar sağlansa; şehirde kurulan fabrikalarda şehrin insanları çalışsa ve marketlerde ve hatta tüm bölgede ve hatta komşu ülkelerde bu salçalar satılsa iyi olmaz mı? Domatesi yetiştiren de, salçayı üreten de, o fabrikalarda çalışan da lezzetli bir salçayı tüketen de kazançlı çıkmaz mı?
Anlatmaya çalıştığım model bu şehirde yetiştirilen ya da yetiştirilmesi mümkün olan o kadar çok şey için kullanılabilir ki... Bu şehirde çok lezzetli biberler, patlıcanlar da yetişiyor mesela ama bunlar genellikle bostan sahibinin ihtiyacını karşılayacak kadar yetiştiriliyor. Pazardan ya da marketten aldığımız patlıcanlarla biberler başka şehirlerden geliyorlar. Bu sebzelerin benzer bir modelle ve organik olarak yetiştirilip taze taze ve ayrıca konserve olarak hepimizin hayatına girmeleri güzel olmaz mı? Diyarbakırlılar sonbaharda konserve yapmaya büyük bir mesai harcıyorlar. Bu mesaiyi harcayamayacak durumda olanlar için kendi şehrinde üretilmiş konserveyi yemek cazip olmaz mı? Marketlerde paketlerde satılan ve başka şehirlerden gelen nane, kekik, reyhan gibi baharatlar yerine bu şehirde yetişen ve bu şehirde paketlenen muhteşem kokulu ve organik baharatlara erişmemiz sağlansa fena mı olur? Bir zamanlar bağlarından geçilmeyen bir şehirde artık üzüm neredeyse hiç yetişmez olmuş. Oysa kendi üzümümüzü yesek, bu üzümden üretilen sirkelerle turşu yapsak, bu üzümlerle yapılan şarabı doya doya içsek nasıl olur? Örnekler çoğaltılabilir.
Toprağında bu kadar çok sayıda nimetin yetiştiği bir şehirde bu kadar yoksulluk ve yoksunluk görmek insanın içini acıtıyor. Birkaç yıl önce İtalya'nın kuzeyindeki özerk bir bölge olan Güney Tyrol'de bir araştırma yapmak için birkaç ay yaşamıştım. Alplerle çevrili bir şehir olan başkent Bolzano'da dağların yamaçlarında üzüm bağları ve elma ağaçları vardı. O üzümlerden üretilen şarap ve elmalardan elde edilen sirkelerin – kayak ve dağ turizmine ek olarak - şehrin ana geçim kaynakları olduğunu söylemek mümkün. İtalya'nın en varlıklı yerlerinden biri olan bölgedeki hayatı izlerken kendi halimize üzülmekten alıkoyamıyordum kendimi. Çünkü bizde daha fazlası vardı ama başta savaş olmak üzere pek çok nedenle sahip olduklarımızı daha iyi bir hayat için değerlendiremiyorduk.
Merkezi yönetimin tarımı ve üretimi canlandırmak, yoksullukla mücadele etmek konusunda bir şeyler yapması pek ihtimal görünmüyor. Ola ki bir şeyler yapacak olsa bile bu katılımcılıktan uzak ve birilerine büyük bir rant sağlayacak bir şekilde gerçekleşecektir, bundan kuşkum yok. Bu nedenle belediyelerimizin bir an önce doğamız dahil herkes için 'kazan kazan' anlamına gelecek bir tarımı ve yerel ekonomiyi geliştirme modelini hayata geçirmek için gerekli adımları atacağını umuyorum. Zira hepimizin kazanmaya gerçekten çok ihtiyacı var.