Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

‘Solfasol Otobüsü’ şairinden ‘Şehrin Gölgeleri’

Ali Cengizkan, şair olarak güncel tanıklık ve gözlemlerini tarihselleştiriyor. Onun yapıtlarının, bu amaçla elini taşın, dilini şiirin altına koymaktan kaçınmamasının bir yansıması olduğunu da duraksamadan söyleyebiliriz.

Kültür yayıncılığı yapan yayıncıların, yayınevlerinin şiir kitabı yayımlamak konusundaki isteksizlikleri bilinmeyen bir konu değil. Bununla ilgili tartışmalar, eleştiriler, uyarılar daha çok da sitemler, serzenişler zaman zaman gündeme geliyor. Ancak şiir lehine değişen pek de bir şey olmuyor. Belirleyici olan kültür endüstrisinin çarkları ve o çarklar şiir için farklı, ayrıcalıklı bir uygulama olmasına yönelik beklentileri, talepleri umursamadan dönüyor.

O nedenle şiiri yazmak gibi yaymak da çoğunlukla şairlere, onların yoğun emek ve çabasına bağlı durumda. Oysa şiirin sürdürülmesi yalnızca şairlerin kişisel arzuları, inatları ve ısrarlarına bırakılmamalı. Ancak, ne yazık ki sistem şiiri umursamıyor. Sistem kim? Bazı soruların yanıtlanması değil, İskender’in Gordion düğümünü çözdüğü gibi çözülmesi gerekiyor, diyelim ve geçelim. Öte yandan sayıları az da olsa yayınları arasına şiiri katmış ve kataloglarında tutan yayınevleri de var. Hatta aralarında, sayısı az olmakla birlikte şiir kitabı yayımlamak konusunda hayli “cömert” olanları bile var. Everest yayınlarının yayın pratiğine bakarak şiir kitabı yayımlama konusundaki tutumu için de “cömert” tabirini kullanmak mümkün.

Yayınevi epeyi bir süredir eski ve yeni kuşaktan birçok şairin yapıtını okurla buluşturuyor. Eskiden de benzer yayınevleri vardı. Örneğin yetmişli yılların ikinci döneminde Cem yayınlarının, seksenlerde Adam yayınlarının modern Türkçe şiire yayınevi olarak katkıları unutulmaz, unutulmamalı.

Everest yayınlarının ağustosta (2024) okurla buluşturduğu şiir kitaplarından biri de “Şehrin Gölgeleri” oldu. “Şehrin Gölgeleri” Ali Cengizkan’ın onuncu kitabı. Cengizkan’ın daha önce yayımlanan şiir kitaplarıysa şunlar: “Senlere” (1980), “Çocuk Ömrümüz” (1982), “Yunan Dosyası (1983), “Yürüyüşler ve Duruşlar” (1984), “Bağımlı Şiir” (1986), “Ankara Ankara Güzel Ankara” (1987), “Sürek Avında Dünya” (1994), Öğle Suyu (1997), “Şairin Nergisi” (2000).

UZUN BİR ARADAN SONRA

“Şehrin Gölgeleri”, şairin yirmi dört yıl aradan sonra yayımlanan ilk şiir kitabı. Şiir için yirmi dört yıl hayli uzun bir süre. Birçok şair için bu kadar uzun süre ara vermek, şiire bir daha dönmeyeceği anlamına gelir. Şiir çevrelerinde uzun süre ara veren şairler için oluşan kanı da genellikle, artık şiiri bıraktığı şeklinde olur. Ancak Ali Cengizkan’ın şiiri bırakmadığı açık. Belki de şiir onu bırakmamıştır. Aralarında nasıl bir cebelleşme olduğunu ayrıca irdelemek gerekir. Hatta şair kendisi anlatsa kitapsız geçen o yirmi dört yılda şiirle arasındaki cebelleşmeyi; çok daha açıklayıcı olur.

İLK ŞİİR, İLK KİTAP

Cengizkan, ilk şiirleri yetmişli yılların ikinci döneminde yayımlanan, şiir okurunun adını bu yıllarda duyduğu şair kuşağından. Bu kuşakta kimler vardır; hızlıca hatırlayalım, ama dikkati çeken bir noktayı da göz ardı etmeyelim. Bahse konu dönemde şiirleriyle adı duyulmaya başlayan şairlerin önemli bir bölümü Ankaralıdır ya da Ankara’dadır. Ahmet Erhan, Akif Kurtuluş, Haydar Ergülen, Adnan Azar, Salih Bolat.. dönemin ilk akla gelen Ankaralı şairleri. Modern Türkçe şiirin yetmişlerin ikinci yarısından seksenlerin ortasına kadarki “Ankara tayfası” da denilebilir.

Bazen şairin adının duyulmasında, şiir çevrelerinde ilgi çekmesinde tek bir şiir yeterli olabilir. Geçmişte örneği çoktur. Bazen o bir tek şiir okur nezdinde şairin kaderini tayin eder. Ali Cengizkan’ın da öyle bir şiiri vardır. Deyim yerindeyse okur tarafından kaderinin tayin edildiği bir şiir. Şairin 1980’de yayımlanan ilk kitabı “Senlere”de yer alır.

Cengizkan’ın yapıtlarını bilenler, hangi şiirden söz ettiğimizi çoktan anlamışlardır. Bizi bir anlığına da olsa o yıllara; şairin şiire başladığı döneme götürecek “Solfasol Otobüsü”ne binelim:

Haydi gel, bir kere daha deniyelim,
Mutluluk hakkını kaptırma başkasına.
Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır,
Yakın olmanı istiyorum bana.
Asu gel, bir kere daha deniyelim.

Bu otobüs en kalabalık, en coşkunu,
Yollarda hemen her gün kaza,
Ama olsun, biz yine ona binelim.
Şöyle geç, hem biraz daha sokul,
Duymak isterim o kızoğlan kokunu.

Senin ellerin ne küçükmüş ki,
Tuttuğun bir ölü gövde olmasın.
Derin nefes al, geleceği düşün.
Bilincini sık, yaşlar dolmasın,
Senin gözlerin ne büyükmüş ki.

Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Asu gel, solfasol otobüsüne binelim.

ŞAİR SORUMLULUĞUNUN GEREĞİ

Ali Cengizkan için, herhangi bir şiirini örnek göstererek, yapıtları zamana direnebilmiş şairlerden denilebilir. Eskimeye karşı durabilmek, bunu sağlayabilmek şiir için de, şair için de önemlidir. Bunda, yani eskimeye karşı direnebilmede kuşkusuz ki şairin, şiiri hayatın parçası da değil, bizzat hayatın kendisi olarak kabul etmesinin, her şeyden önce de dili buna göre kurmasının payı büyüktür. Şiiri hayatın kendisi olarak kabul eden poetik yaklaşımın, tazeliğin sürmesini sağlayan önemli bir etken olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Cengizkan, şair olarak güncel tanıklık ve gözlemlerini tarihselleştiriyor. Onun yapıtlarının, bu amaçla elini taşın, dilini şiirin altına koymaktan kaçınmamasının bir yansıması olduğunu da duraksamadan söyleyebiliriz. Şairin poetik tutumunu şöyle de tanımlamak mümkün: Güncel yaşama ilişkin gözlem ve tanıklığın tarihselleştirilmesi ve bunun şiire kaydedilmesi için şair sorumluluğunun gereğini yerine getirmekten kaçınmama.

Modern Türkçe şiirin bilhassa seksenlerden itibaren önemli okurlarından olmuş eleştirmen Mehmet H. Doğan, “Yüzyılın Türk Şiiri” adlı yapıtında Ali Cengizkan’la ilgili değerlendirmesinde şunları söylüyor: “Bütün yaşdaşları gibi politik hareketin, güncelin içinden geldiği halde, şiirini güncel ve politika karşısında yenik düşürmemesi; bağırganlıktan daha etkili bir şiir sesi bulmuş olmasıydı ona bu haklı ünü kazandıran…”

ŞEHRE DÜŞEN GÖLGELER

Ali Cengizkan’ın yeni kitabı yirmi yedi şiir, yetmiş iki sayfa ve tek bölümden oluşuyor. Şiirlerden önceki sayfada, biri Henry David Thoreau’nun üç denemesinden oluşan ve Türkçede “Yürümek” adıyla yayımlanan kitabından, diğeri Kafka’nın “Aşk Sanatçısı” adlı yapıtından alt alta iki alıntı yer alıyor.
Bilhassa şiir kitaplarının adı gibi alınlıklar, alıntılar da okura, şiirleri bu göstergeler, veriler ışığında okuyun mesajı gibi düşünülebilir. Okurun şiire “yürümesi”, şiirle yürümesi için şairin ipucu sunması; kimi imler, izler bırakması, yapıttan kaynaklanan mesafenin aşılmasına yönelik bir girişim olarak yorumlanabilir.
Kitabın başında yer alan her iki alıntıyı da aktarmak istiyoruz.

Thoreau’dan yapılan alıntı şöyle:

“Kasaba yolların kendisine meylettiği yerdir; göle dökülen akarsular misali anayollar da bir bir yayılarak kasabalarına kavuşur. Kasaba bir gövdeyse yollar da elleri ve kollarıdır; gezginler içinse üç ya da dört yol ağzının kesiştiği bir geçiş noktası, bir uğrak yeridir. (…) Bu anlattıklarım, bize kasabalıların ne menem bir yozlaşmaya meyilli olduğu konusunda fikir verir. Kendileri şuradan şuraya gitmedikleri halde, yanı başlarında ya da az ötede sürüp giden yokçuluklardan bitap düşmüşlerdir.”

Şiirlerin omurgasını oluşturan şehre ve gölgelere ilişkin önemli ipuçları sunan bir alıntı olarak değerlendirilebileceğini düşünüyoruz.

Kafka’dan yapılan alıntı kısa; tek cümle: “Halkımız gençlik nedir bilmez, çocukluğu da çabucak geçmiştir.” Kafka’nın sözünü günümüze ve özellikle bulunduğumuz coğrafya için uyarlayarak şöyle diyebiliriz: Halklar gençlik nedir bilmiyor. Çünkü ergenlikten çıkamıyor. Ergenlikten çıkılmasına izin verilmediği için ergen kalan bir toplum olduk.
Kitabın ilk şiirinin başlığı bir soru cümleciğinden oluşuyor: “Neydi?” Şiirden bir bölüm sunalım:

Birikim; kapitaldir çalmanın yüzyıllar boyu estetiği
Emek; özle özlenen önünde denizler şamandırası,
Gün; emekçinin kısası, beleşçinin uzunu,
Söz; yaşamın özgül ağırlığı, erdemin özgün emeği,
Haber; patronun yazdığı, diktatörün dikte ettiği,
Krasi; demosundan hadım edilmiş o söz işte, yazılan…

ŞAİR CESARETİ

Ali Cengizkan Mehmet H. Doğan’ın da belirttiği gibi politik bir şair. Ama poilitikleşmemiş bir poetikayla kuruyor şiirini. Şiir zevkini harcamıyor. Şiir, şairin poetikasına uygun biçimde kendi politikasını kendisi oluşturuyor diyebiliriz. Ramis Dara da şairin bu özelliğine dikkat çekiyor: “Ali Cengizkan, şiirlerinde estetik boyu kucaklamasının yanında, şiirin yaşamda yeri, karşılığı olmasını isteyen bir şairdir. Bu nokta da onu, kendi şiiri içinde bir tür öyküselliğe götürmektedir. Şair genellikle akıp giden ya da ileride insanların ulaşacağı yaşamdaki bir an, bir çizgi, bir durumla ilgilenmektedir. Cengizkan’ın şiirinin önemli iki özelliği vardır: Yer yer yoğun bir siyasallığı içermesi ve ince alaya yaslanması.”
Önceki kitaplarında, şiirlerinde olduğu gibi şair yeni kitabında da sürdürüyor bu tavrını. Hatta deyim yerindeyse kurduğu, benimsediği poetikasını ve o poetikaya içkin politik tutumunu cesurca bir tavır alışla sürdürüyor.

Ali Cengizkan’ın şiirlerindeki ironi dikkat çeker. Onun şiirlerinde dikkat çeken bir başka boyut da cesaret diyebiliriz. Şairin, sözün şiire dönüştürülmesi sürecinde dışsallıkla ilgili olarak devreye giren baskılayıcı, yıldırıcı etkenlerle; değişik gerekçeler ya da bahanelerle uygulanabilecek otosansüre başvurmaması, ancak cesaret kavramıyla tanımlanabilir. Onun bu tutumu için “şair cesareti” tabiri kullanılabilir diye düşünüyoruz. Aşırı insan gücünü ifade etmek için kullanılan “deli kuvveti” deyiminden ilham alarak bulduğumuz bir tabir “şair cesareti”.

Alıntıladığımız dizeler “Annem Ekmek Kırıntılarını” başlıklı şiirden:

Annem ekmek kırıntılarını serçelere verirdi, yaşam
Kırıntılarını babama, sevinç kırıntılarını bize… Biz
Kırıntıların ne denli önemli olduğunu sonra anladık
Kıvrıldıkça kırıldığımız bir hayatta, kırıntının kendisi,
Kıvrım yeri, kalıntısı, tozu, hayatın kendisiydi.

(…)

Kırıntı, demişti bana, karın doyurmaz. Sen
Benim gözümdeki sıcaklığı algıla; benim gözümdeki benden
Kurtulabilirsen sen, sen olursun. Dinlemedim.

ŞİİRLE ÜSTÜNE YÜRÜMEK

Behçet Necatigil “Çiğ bir çağ” demişti. Sanki uzaktan onu da hatırlatan “çiğ bir çığın” önünde konuşuyor Ali Cengizkan. Şair cesaretiyle konuşuyor. “Şair cesareti” diyoruz. Ancak tuhaf da geliyor bu deyiş. Şairin sözünü söylemek için, hele de insanlığın geçirdiği evreler neticesinde ulaştığı uygarlık düzeyinin sağladığı ortamı dikkate aldığımızda, ayrıca bir cesarete ihtiyacının olmaması gerekmez mi? Ne yazık ki zaman değişse de şairin söyleyeceğini söylemesi için ayrıca bir cesarete ihtiyacı oluyor.

Kitapta yer alan şiirlerin altında, yazıldıkları tarihler belirtilmiş. En eski tarih 2020, en yeni tarihse 2023. Şairin şiirlerin altına bir amacı olmaksızın tarih düştüğünü sanmıyoruz. Şair şiirinin yeni zamanlı olmasını arzulaması şaşırtıcı değildir. Buna dayanarak tarihlerin, şiirler okurlar tarafından “yenilik” imtihanından geçirilirken yardımcı olsun diye düşünülmüş olabileceği söylenebilir.

İçinde “Ediplerin”, “Orhanların” “İlhanların” da yer aldığı kitaptan bir şiir daha okuyalım. Sunacağımız betik kitaba adını veren şiirden:

Ölü şehrimin insanları, ölü şairler gibidir
Çünkü şairler gibi şehirlerin de ülkede
Öldükten sonra değeri bilinir; köşedeki mobilyacı
Alt kattaki musluk tamircisi, yan sokakta
Yorgancı, ancak öldükten sonra benimsenir.
Çünkü ölü şairler bu ülkede, anca öğrenilir
Çünkü ölü şehirler bu ülkede, ölü şairlerle
Dalında kuruyarak olgunlaşan kiraz, erik, elma gibidir.

İçinde “Ediplerin”, “Orhanların”, “İlhanların” olduğunu belirttik, ama daha fazlasını söylemedik. Söylemeyeceğiz. Söylemeyelim ki oluşacak merakı engellemeyelim. Cengizkan’ın yeni kitabındaki şiirlerini “çiğ bir çığın üstüne yürüyen şairin sözleri” olarak da betimlenebileceğini düşünüyoruz.

Ali Cengizkan’ı, “İnceliğin, usul ve yalın sesin hatta yer yer sessizliğin, insani duyarlılığın en kristalize olmuş biçiminin, içtenliğin şairi” olarak tanımlayan bir başka şairin, şair arkadaşı Salih Bolat’ın 25 Nisan Pazar 2021’de Gazete Duvar’da yayımlanan yazısındaki şu değerlendirmesini de aktaralım:

“Genellikle şairler ile şiirleri arasında, okuru şaşırtan, düş kırıklığına uğratan bir mesafe olur. Oysa Ali Cengizkan’ın, şiiri ile kişiliğinin neredeyse birebir çakıştığı bir şair olduğunu belirtmeliyim. Şiirlerindeki yaşama sevinci, barış ve sevgi önermesi, insanları mutsuz eden gündelik ‘küçük hesaplar’ın gereksizliği, son derece organik imgelerle ve metaforlarla yansıtılır. Ali Cengizkan’ın şiiri, 1980’li yılların sıcak, çatışmalı ortamında biçimlendi. Buna karşın, o dönemin birçok şiir yazan insanlarının metinlerinde görülen ‘slogan’ ifadelere kapılmadı.”

Şiirin önemli özelliklerinden biri de okuma denemeleri için son derece geniş bir imkân sunması. “Şehrin Gölgeleri”nde de var bu imkân.

Şair “Neydi” diye sorarak başladığı şiirleri “Çukur”la bitiriyor. “Çukur”un “Sözcükler bizi çukurlaştırır, biz nesnelerle uğraştıkça” dizesi ise şairin ortaya bıraktığı bir çukur ayna gibi. Düz aynadaki dümdüz görüntünün yanıltıcı olabileceğinin işareti olarak da okunabilir. Şair “Neydi” sorusuyla başlayarak bizim kendimizi, olup bitenleri bir de bir çukur aynada görmemiz gerektiğine mi dikkat çekiyor?

Merak iyidir bak şiire götürür; şiirse duyumunu, farklılığını arttırır insanın…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi