2024’ün şiir bavulu – 4

Şiir, ancak okuru varsa var. Şiire varlık kazandıran okunmasıdır. Okunmazsa şiir yok olur. Okunmayan şiir kitaplarının yayımlanması, bir süre sonra devam etmeyecektir.

Geçen yıl, yani 2024’te, yazıyla üç bin altı yüz yirmi iki, (3622) şiir kitabı yayımlanmış. Bu sadece istatistik verisinden ibaret bir sayı değil. Bize göre, modern Türkçe şiirin günümüzdeki durumuyla ilgili çok şey anlatıyor. Şiirle işi, ilişkisi olan herkesi yakından ilgilendiren önemli bir noktaya dikkat çekiyor.

Bir yıl içinde kaç yeni şiir kitabının basıldığı tabii ki önemli. Ama belki ondan daha önemlisi basılan bu kitapların ne kadarının okurla buluştuğu. Ya da kaç okurun bu kitapları edindiği. Sık sık tekrar ediyoruz. Yine tekrarlayacağız: Şiir, ancak okuru varsa var. Şiire varlık kazandıran okunmasıdır. Okunmazsa şiir yok olur. Okunmayan şiir kitaplarının yayımlanması, bir süre sonra devam etmeyecektir.

Kapağı bilaçılmadan geri dönüşüme gidecek şiir kitaplarını hiçbir yayınevi elbette yayımlamaya yanaşmayacaktır. Öte yandan, yayımlanan şiir kitaplarıyla şiir okurunun buluşması da çok kolay olmuyor. Bu da önemli bir sorun. Belki başka bir yazıda bu konuyu da irdeleme imkânımız olur.

GEÇEN YIL SATILAN ŞİİR KİTABI ADEDİ

Konu ettiğimiz istatistik verisinin kaynağı Yayıncılar Federasyonu, kısa adıyla YAYFED. Geçen yıl toplamda basılan şiir kitaplarının sayısı da var YAYFED’in açıklamasında. Önceki yazımızda değinmiştik. Ancak satılan, yani yayınevlerinin elinden çıkan, bir biçimde okura ulaşan ya da ulaştığı varsayılan şiir kitabı adedine ilişkin açık bir bilgi yok. Oysa olması gereken, üretilen kitapların ne kadarının tüketildiğine, yani satıldığına ilişkin verilerin de paylaşılması değil midir? Ancak o zaman somut veriler üzerinden bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir. Öyle anlaşılıyor ki yayıncılar yayımladıkları kitaplarla ilgili her veriyi kamuoyuna açıklamaktan yana değiller.

Örneğin satışla ilgili rakamlar istatistiklerde yer almıyor. Niye acaba? Ticari sır denilmesi çok da ikna edici bir bahane olarak görünmüyor. Çünkü başka gelişmiş ülkelerde yayıncılık sektörüne ait her türlü veri, belirli aralıklarla kamuoyuyla paylaşılır. Türkiye’de ticari sır olan veriler başka gelişmiş ülkelerde niye sır değil acaba?

Yayıncılık sektörüne yakın isimlerden biri olan şair Metin Celal’a, “Acaba yıl içinde satılan şiir kitaplarının sayısına ilişkin bir veri var mı” diye sorduk. Celal’in yanıtı tek kelimeyle “yok” oldu. Yıl içinde satılan şiir kitaplarının toplam sayısına ilişkin tahminle yetinmek isterseniz alınan bandrol adedini kullanabilirsiniz. Böyle bir yol var. Ancak bu yöntemle de yeni yayımlanan şiir kitaplarının satışıyla ilgili gerçekçi bir sonuç elde edilemeyeceği açık. Çünkü yıl içinde en çok bandrol, adı kuşaklar boyunca bilinen şairlerin yapıtları için alınıyor. Deyim yerindeyse şiir semtinde, yayınevleri için demirbaş olmuş ve modern Türkçe şiirin eski kuşak şairlerinin yapıtları dolaşımda. Dolaşımda olan yapıtların eskimemiş olması ve hâlâ okunması önemli elbette. Ama yenilerin, yeni şiir kitaplarının durumu ne? Bunu bilmiyoruz,bilemiyoruz.

Dikkat çekmek istediğimiz de bu; yeni şiir kitaplarının ne kadarının okurla buluştuğuna ilişkin bir verinin bulunmayışı. Böyle bir verinin elde edilemeyişi. Aslında konu dallanıp budaklanmaya, dolayısıyla enine boyuna, uzun uzun konuşulmaya son derece açık.Bağlantılı olarak şunu da söyleyelim: Şiirin şairden okura ulaşmasını kapsayan süreç aslında yapıtın üretimini de etkiler. Çünkü şiirin tür olarak önemsenip önemsenmemesi, yapıt olarak değerini de işaretler. Kültür için önemsiz görülen bir türde üretilen yapıtların bir değer oluşturabilmesi çok da mümkün değildir.

NEREDE BU ŞİİR OKURU?

Mevcut tablo şiirin, bilhassa yeni kuşaklardan şairlerin yapıtlarının hak ettiği değeri bulmadığını gösteriyor aslında. Ama konunun onu da içeren can alıcı noktasını, şiirin okunması ya da okunmaması oluşturuyor diyebiliriz. Yani dönüp dolaşıp şiirin okunması meselesine geliyoruz gibi. Okura ulaşan şiir kitaplarının adedine ilişkin somut bir bilgi yok. Tamam. Ama gözleme, izlenime dayalı tahminde bulunabiliyoruz. Buradan çıkan sonuçsa açık ve net; şiir kitapları satmıyor. Hele yeni kuşak şairlerin yapıtları hiç satmıyor. Daha açıkçası okunmuyor.

Niye satmıyor şiir kitapları? Çünkü okunmuyor. Ama nasıl olur, bir yıl içinde üç bin altı yüz yirmi iki şiir kitabı yayımlanmış. Bu şu anlama da gelmez mi? Ülkedeki şiir okurlarının sayısı, darasını da düşerek söyleyelim, en az üç bin. Öyleyse nerede bu okur? Tekrar tekrar sormamak mümkün değil; nerede bu şiir okuru?

Uzatmayalım; acı gerçekle yüzleşmek gerekiyor. Acı gerçek, yani basılan şiir kitaplarının sayısının işaret ettiği ve “şiir satmıyor” tabirinde ifadesini bulan sonuç: Şiir okunmuyor. Bunun anlamı şu: Maalesef okumasız bir yazarlık durumu söz konusu. En azından şiirde durum böyle görünüyor. Daha açık söyleyelim. Şiir yayımlayanların, şiirlerini kitap olarak yayımlayanların çoğu, istatistiklerden anlaşılan odur ki şiir okumuyor. Hatta şiir yazanların çoğu da şiir okumuyor.

Olabilir mi böyle şey? Ne diyeceğiz? Demek ki oluyor. Ama biz yadırgamaya, kabullenmemeye devam edeceğiz. Belirsizlik yalnızca şiir okurlarının nerede olduğundan ibaret değil. Aslında şiir okurları diye bir kesim var mı? O da belirsiz. Oysa bilsek hiç de fena olmaz. Tamam azız, azınlığız ama kaç kişiyiz? Ne kadarız? Kitlemiz, kütlemiz nedir? Şiir hakkında konuşurken de aklımızda olur; hiç değilse ona göre konuşuruz. Tüm bu söylediklerimizden sonra, şiirin okunmasına yönelik neler yapılacağı sorusunun yöneltilmesi olağan.

Şiirin okunmasına yönelik nasıl bir yol izlenebilir? Bunun şimdiye kadar düşünülmemiş olması mümkün değil elbette. Ancak şiiri yaşatmak için sonuç alana kadar çözüm aramaya da devam etmekten başka çare yok gibi.

MASANIN ÜSTÜNDEKİ YIĞIN

Bu konu burada kalmamalı, ama şimdilik neyse deyip geçelim. Geçen yılın giderken götürmediği şiir bavuluna göz gezdirirken konu nerelere geldi. Bir yandan geçen yılın geride kalan şiir bavulundan çıkanlara göz atarken bir yandan da masamızın üstünü topladığımız anlaşılmıştır aslında. Şu da anlaşılmıştır elbette: Masamızın üstünde şiir kitaplarından oluşan bir yığın söz konusu. O yığında yer alan yeni kitaplardan biri de Salih Mercanoğlu’na (1959) ait. “Sevgi ile Semah” başlıklı ilk şiiri 1983 yılında Yarın dergisinde yayımlanan Mercanoğlu’nun daha önce okurla buluşan şiir kitapları şunlar:

“Sevgi ile Semah” (1991), “Yağmurun Elleri” (1994), “Ara İstasyon” (2004), “Bahçeye Çıkmak” (2006), “Şiir Kısa Aşk Uzun” (2018), “Nefes” (2019) ve “Sakınırım Taklidimden Seni Ben” (2022). Salih Mercanoğlu’nun çok sayıda çocuk öykü, roman ve şiir kitaplarının da yazarı olduğunu kaydedelim. Masamızın üstündeki yığını oluşturan okunmuş şiir kitaplarından birinin de Salih Mercanoğlu’na ait olduğunu söyledik, ama o kitabın adını belirtmedik. Mercanoğlu’nun yeni şiir kitabının adı “Pi”. Kitap İzmirli ve yeni bir yayınevi olan Kayıp Kitaplar etiketiyle okurla buluştu. Yayınevinin yayın yönetmenliğini Ahmet Tahta üstleniyor. “Pi” yetmiş iki sayfa ve altmış dört şiirden oluşuyor. Kitabına altmış dört şiir almakla, acaba şair yaşıyla ilgili gizli bir çentik atmayı amaçlamış olabilir mi? Yalnızca bir soru?

Kitabın ilk şiiri, kitabın adını taşıyor: “Pi”. Biz “pi”yi “pi sayısı” olarak matematikten biliyoruz. Yunancada çevre (περίμετρον) anlamına gelen sözcüğün ilk harfi. Matematikte bir dairenin çevresinin çapına bölümü ile elde edilen irrasyonel matematik sabiti olarak kullanılıyor. Şairin şiirde ne amaçla ve nasıl kullandığını ise en iyi galiba şiirden çıkarabiliriz.

“Pi” başlıklı şiiri paylaşalım:

kısa şiir
sipsidir
sözden ince
sesten keskince
pi’dir
yinelemez kendini
noktayı da aynı ölçer
kâinatı da
anne eteğidir
altında ısıtır
yüzlerce hikâyeyi
kısa şiir
hayat mesafesidir
yoldan uzun
yordamdan ince

Şiirde açık ve anlaşılır biçimde Mercanoğlu, poetikasını, poetikasının omurgası olan kısa şiirle ilgili düşüncelerini bir kez daha ve bu defa da şiir olarak kaydetmiş diyebiliriz.

UZUN ŞİİR KISA ŞİİR MESELESİ

Şiirde aslında bir uzunluk kısalık meselesi var. Konu modern Türkçe şiirin geçmişinde daha önce konuşulmuş, tartışılmış. Yetmişli yılların ortasında Cemal Süreya’nın önayak olduğu tartışma onlardan biri. Ama ondan daha önce Melih Cevdet Anday, konuyu, Dost dergisinin Mart 1962 tarihli sayısında yayımlanan “Uzun Şiir Kısa Şiir” başlıklı yazısında irdelemiş.

Cemal Süreya’nın 26 Temmuz 1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Genç İrisi” yazısına Edip Cansever, “Terazinin Kefesi Küçük, Hem de Su Tartıyor” yazısıyla (Cumhuriyet 16 Ağustos 1975) karşılık vermiş. Cansever, uzun şiir kısa şiir tartışmasının kısır bir tartışma olduğu görüşündedir. Ancak Cemal Süreya’nın uzun şiire ilişkin yaptığı “Şiirden koparak büyüyecek yeni bir sanat türünün ilkeli gibi” tanımlamasına da tepki gösterir.

Aradan geçen zaman içinde, Edip Cansever’in konuyla ilgili “tartışmanın kısır bir tartışma” olduğu görüşü benimsenmiş gibi görünüyor. Bizce uzun şiirin de, kısa şiirin de hem savunulacak hem de tartışılacak yanları var. Uzun şiirin de, kısa şiirin de kendine özgü taşıdığı tatlar, verdiği hazlar da var.

Ayrıca şiirin uzunluğunu ve kısalığını belirleyen etkenlerin ne olduğu konusunda da bir açıklık söz konusu değil. Öte yandan birine göre uzun olan şiir, bir başkası için hiç de uzun olmayabilir. Bu görecelilik nedeniyle konuyla ilgili bir konsensus oluşturmak da zor diyebiliriz. Herhalde bu ve benzeri nedenlerle mesele bugüne kadar askıda kalmış. Bunda da sanki Cansever’in, tartışmayı kısır bir tartışma olarak tanımlaması etkili olmuş gibi. Konuyu irdelemeyi bir başka yazıya bırakacağız. Şimdilik geçerken Melih Cevdet Anday’ın, Cemal Süreya’nın ve Edip Cansever’in andığımız yazılarının hatırlanmasını, okunmasını dilediğimizi belirtelim.

KİTABA DÖNELİM

Salih Mercanoğlu’nun sözcük sözcük kurulmuş dizelerini, şiirlerini dura dura okumak gerekiyor. Çünkü her sözcük, her dize, her betik okuruna, onu durdurmak, duraklatmak suretiyle veriyor sırrını. Kitaptan bir şiirle devam edelim. Alıntılayacağımız betik “Şair” başlığını taşıyor:

şair olduğuma inanmak mı?
zamanım dar
ve zaman öyle uzun
kısa bir şiir yazacak kadar

Betik, Mercanoğlu’nun şiirindeki ironik boyutu da son derece incelikli bir biçimde yansıtıyor. Bununla birlikte şairin şiirindeki felsefi yaklaşım da dikkat çekiyor.Yeri gelmişken “ironi”nin aslında bir felsefi yöntem olduğuna ilişkin düşüncemizi de kaydedelim. İroninin; örtük, dolaylı, kinayeli ve iğneleyici bir söyleme biçimi olduğu biliniyor. Örtük ve dolaylı anlatım, “Arif olan anlar” yaklaşımı ironinin temelini oluşturur. Tam da bu nedenle, yani bir tür düşünme ve düşünmeye kışkırtma özelliği nedeniyle ironinin bir felsefi yöntem olduğunu düşünüyoruz.İroninin şiirde felsefi bir yöntem olarak kullanılmasıyla acaba şiirlerin biçimsel bakımdan kısa oluşları arasında bir bağ kurulabilir mi? Soru karşılığını beklerken biz bir şiir daha okuyalım. “İfrazat” başlıklı şiirin ilk betiğinden üç dize paylaşalım:

söylesem ayıp olur mu?
ben biraz acıyla yaşlandım
yetmişli yılların şiirleriyle

Yukarıdaki üç dize aslında Mercanoğlu’nun okurundan beklentisini de yansıtıyor. Şairin, kitaptaki diğer şiirleri de onun okurdan bir beklentisi olduğuna işaret ediyor. Ne olabilir bu beklenti sorusuna bizim bulduğumuz karşılık “düşünmek” oldu. Şair, okurlardan düşünmesini istiyor. Ya da okumamızın bir düşünme edimi olmasını istiyor.

Mercanoğlu’nun şiirlerindeki düşünsel boyut o nedenle ön planda. Buna karşılık şairin verdiği izlenim bir düşünce şiiri oluşturmak ereğiyle hareket etmediği yönünde. Daha açık söylersek didaktik bir şiir değil onunki. Bunun ayırt edici ve önemli olduğunu söylemek gerekir.

Kitabın arka kapağında Gültekin Emre’nin görüşüne yer verilmiş. Emre şöyle diyor: “Salih Mercanoğlu, özgün bir dil ve anlatım yakalamış. Pi, kısa ve öz ve de fazla sözcükten iyice arınmış, damıtılmış. Ayrıca sezdirilen felsefi içerik de yerli yerinde. Okurun bam teline dokunan imgeleri de pek sevdim!”

Salih Mercanoğlu’nun kitabında, adeta “Pi” sayısı gibi şiirine sabitlediği ironi ve şiire dair başka yaklaşımlar da söz konusu. Ancak onları keşfetmeyi okura bırakıyoruz.

Devam edeceğiz

şiir yayıncılık Şair edebiyat