Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Şiir okuru için kısa notlar – 7

Eski çağlardan itibaren şiirin çeşitli sazlar eşliğinde seslendirildiği biliniyor. Özellikle yazıya geçirilmeden önce şiirin müşterek dilde dolaşımı ezber yoluyla sağlanıyor. Bunun için ses, şiirin hem gövdesini yapılandıran iskelet, hem kanadı oluyor.

Şairler eylemcidir. Şiir eylemdir çünkü. Başlangıçta söz vardı denir, ama gerçekten öyle midir? Eğer illa bir başlangıç, milat belirlemek istiyorsak şunu sorabiliriz: Acaba başlangıç, konumuz için söylersek, sözden önce eylemle gerçekleşmiş olabilir mi? Söz neticede bir edimdir, edinimdir.

İlk ses, ilk hece, ilk sözcük için kısaca edim, edinim için gereken eylemi, dolayısıyla bedensel devinimi yok saymamak önemlidir diye düşünüyoruz. Bir başka soruyla devam edelim. Sesin bir edim, bir edinim olarak oluşmasında etkili olan ilk eylem acaba ne olabilir? Bağırma mı, çağırma mı ya da benzerleri mi? Konumuz bu olmadığı için karşılığı zamana ve okura bırakılmış bir soru olarak kalsın.

Şiirin eylemden doğmuş olabileceği görüşü hem dilin bedenle olan doğal ve eylemsel ilişkisini hem de şiirle ses arasındaki bağlantıyı açıklamak üzere düşünürken önemli olabilir. O nedenle bedensel devinimi, dolayısıyla eylemi, o eylemin edimi olan sesi ve silsileyi göz ardı etmemek gerekir.

Adım adım şiir ses ilişkisini düşünmeye doğru ilerliyoruz. Ancak şiirle ses ilişkisi bilinmeyen bir şey değil. Eski çağlardan itibaren şiirin çeşitli sazlar eşliğinde seslendirildiği biliniyor. Özellikle yazıya geçirilmeden önce şiirin müşterek dilde dolaşımı ezber yoluyla sağlanıyor. Bunun için ses, şiirin hem gövdesini yapılandıran iskelet, hem kanadı oluyor.

Şiirin yükünü taşıyan sesin işlevini yerine getirebilmesi için uygun biçimsel araçlar geliştirilmiştir. Uyak, ölçü ve benzeri öğelerin başlıca rolü şiirin hafızaya aktarımını, dolaşımını ve kaydını sağlamaya yöneliktir.

SES ARAYIŞI

Nâzım Hikmet’in deneyimi şairin, şiirin birden çok sesi olabileceğini de göstermiştir. Onun şiirleri bu konuda adeta bir ses araştırması yapılan laboratuvar gibidir. Öyle ki yapıtlarını, şairin tek sese bağlı kalmadan şiire nasıl genişlik ve derinlik verileceğine yönelik örnek olarak da değerlendirmek mümkündür. Arada, eylemle ses arasındaki ilişkiyi fark ederek bundan da şiirin hem yenilenmesi hem de değişmesi yönünde istifade ettiğini de kaydedelim.

Öte yandan Ahmet Haşim de, Yahya Kemal de tek seslidir. Tek sesle kalmışlardır. Buna karşın Nâzım Hikmet’in birden çok sesi vardır. Şiirinin orkestra olması ya da şiirinin çok sesli olmasından farklı anlamda söylüyoruz bunu. Ne demek istediğimizin anlaşılması için bir kıyaslama yapalım. Örneğin Attilâ İlhan tek seslidir. Sesi sabittir, hemen hemen her şiirinde aynı ses duyulur. Denilebilir ki onun şiiri bir tür ses tekrarına dayanır.

Şiirden şiire sesini değiştiren ya da ses arayışını modern Türkçe şiirde Nâzım Hikmet’ten sonra yenilik yönünde önemseyen İkinciyeniciler olmuştur.

Örneğin İkinciyeninin olduğu kadar modern Türkçe şiirin de aykırı ve ayrıksı şairi Ece Ayhan’ın “Fayton” şiirinin sesiyle “Meçhul Öğrenci Anıtı” adlı şiirdeki ses aynı değildir. Şairin aşk, siyaset, cinayet, intihar dolayımındaki “Fayton” şiirini okuyalım:

O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey

incecik melankolisiymiş yalnızlığının

intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam

caddelerinden ölümler aşkı pera'nın

Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam

çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş

tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla

zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda

Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem

intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte

cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.

Ece Ayhan yalnızca şiirlerinin retorik boyutuyla değil, poetik tutumuyla onunla ilintili olarak benimsediği biçimsellikle, ses konusundaki tutum ve tavrıyla da farklıdır, ayrıksıdır aykırıdır. Tüm bunlarsa onu da Türkçe şiirdeki şair düşünürler arasına katmamızı sağlayan etkenlerdir.

İkinciyeniden önce elbette poetik atılımıyla ve şiir düşünürü olarak öne çıkan Garip dalgasının öncüsü Orhan Veli vardır. Garip’e geleceğiz. Nâzım Hikmet’te, dolayısıyla modern Türkçe şiirin başlangıcında şiir düşünürü olarak rol oynayan kurucu iradeyle ilgili birkaç noktaya daha değinmek istiyoruz.

SESİN GÖRSELLEŞMESİ

Şiirdeki sesi aslında sözden önceki ses olarak da tanımlamak mümkün. Devam ederek şiirdeki o söz öncesi sesin ahenk, ritim, hece, sözcük olarak geliştiğini ve biçimlendiğini ekleyelim.

“Şiir düşünürü” olarak modern Türkçe şiirdeki öncü rolüne değindiğimiz Nâzım Hikmet’in poetikasında şiir ve ses ilişkisinin ayrı ve önemli bir yeri vardır. Ahmet Haşim’i parmak ısırtacak biçimde kendine hayran bırakan Nâzım Hikmet’in orkestrası ve şairin onu oluşturma yöntemi, şiirde sesin kullanımı ve rolü açısından önemli bir yol göstericidir.

Bu bağlamda, şiirde sesin rolü için şair iki şey yapmıştır denilebilir. Birincisi mevcut ses kalıplarını kırmış, verili olana teslim olmamıştır. Yürürlükteki şiirin ses öğelerini deyim yerindeyse hapsedildikleri hücrelerden çıkararak özgür bırakmıştır. İkincisi, yeni sesler aramaya yönelmiştir. Sovyetler Birliği’ndeki devrim ortamı da elbette ona, yeni sesler arayışı için önemli olanaklar sunmuştur.

Öte yandan Nâzım Hikmet’in elbette bir şiir düşünürü olarak poetikasını oluşturan ilkelerin başında gelen sesle ilgili hem arayışını hem de değişimden yana tavrını sürdürmesidir. Denilebilir ki o, şiiri ararken aynı zamanda yeni sesler de aramıştır. O nedenle örneğin “Salkımsöğüt”teki sesle “Şeyh Bedreddin Destanı”ndaki ses farklıdır. Ya da “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın sesi işitsel imgelerden görsel imgelere doğru hem yoğunlaşır hem de derinleşir ve genişler.

Nâzım Hikmet’in şiirde sesi imgeleştirmesi gibi görselleştirmesi de üzerinde durulması gereken bir başka konudur aslında. O, sesin sadece kulağa değil göze de hitap edecek biçimde kullanılmasının da modern Türkçe şiirdeki öncülerindendir. Diyebiliriz ki ondan sonraki denemeler bu tekniğin test edilmesi ya da sınava tabi tutulması gibidir. Şairin başyapıtı, hatta modern Türkçe şiirin de başyapıtı diyebileceğimiz, öte yandan dünya şiir külliyatının da önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilen “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndan, kitabın girişinden bir bölüm aktaracağız.

Haydarpaşa garında

1941 baharında

saat on beş.

Merdivenlerin üstünde güneş

yorgunluk ve telâş

Bir adam

merdivenlerde duruyor

bir şeyler düşünerek.

Zayıf.

Korkak.

Burnu sivri ve uzun

yanaklarının üstü çopur.

Merdivenlerdeki adam

-Galip Usta-

tuhaf şeyler düşünmekle

meşhurdur:

"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü

5 yaşında.

"Mektebe gitsem" diye düşündü

10 yaşında.

"Babamın bıçakçı dükkânından

Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü

11 yaşında.

"Sarı iskarpinlerim olsa

kızlar bana baksalar" diye düşündü

15 yaşında.

"Babam neden kapattı dükkânını?"

Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"

diye düşündü

16 yaşında.

"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü

20 yaşında.

"Babam ellisinde öldü,

ben de böyle tez mi öleceğim?"

diye düşündü

21 yaşındayken.

"İşsiz kalırsam" diye düşündü

22 yaşında.

"İşsiz kalırsam" diye düşündü

23 yaşında.

"İşsiz kalırsam" diye düşündü

24 yaşında.

Ve zaman zaman işsiz kalarak

"İşsiz kalırsam" diye düşündü

50 yaşına kadar.

51 yaşında "İhtiyarladım" dedi,

"babamdan bir yıl fazla yaşadım."

Şimdi 52 yaşındadır.

İşsizdir.

Şimdi merdivenlerde durup

kaptırmış kafasını

düşüncelerin en tuhafına:

"Kaç yaşında öleceğim?

Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"

diye düşünüyor.

Burnu sivri ve uzun.

Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla

Döşemelerde tahtakurularıyla gelir

Haydarpaşa garında bahar

GERÇEKÇİ, YENİ GERÇEKÇİ, TOPLUMCU GERÇEKÇİ

Modern Türkçe şiirde şair düşünür olarak Nâzım Hikmet’in başlangıçtaki kurucu iradesini, öncü rolünü irdelerken onun poetikasının temel birleşenlerinden gerçekçilik ve toplumcu gerçekçilik konusundaki yaklaşımına, uygulamalarına da kısaca değinmek gerektiği kanısındayız.

Sözü fazla gezdirmeden söyleyelim, bize göre Nâzım Hikmet modern Türkçe şiirdeki anlamıyla ne kırklı yıllardaki ne de ondan sonraki altmışlı ve devamındaki dönemlerde savunulan bağlamda toplumcu gerçekçi değildir. Hatta onlara kaynak olan Stalinist sanat edebiyat politikasına poetik olarak mesafeli kalmıştır. Elbette bu, onun şiirlerine bakarak ve poetikasını dikkate alarak yapılmış bir çıkarım. Ancak onun kendi anladığı anlamda “gerçekçi” olduğunu da eklememiz gerekir. Ayrıca yeni gerçekçilik kavramını kullandığını da kaydedelim. Şairin sosyalist gerçekçilikten yana olduğuna dair açıklamaları da vardır. Fakat hem şairin poetikası, hem şiirlerinin perspektifi hem de dil yapısı ve araçları dikkate alındığında ona saf gerçekçi demek sanki daha isabetlidir. Aslında onun gerçekçilik anlayışı için bir tür “Nâzım Hikmet tarzı gerçekçilik” bile denilebilir. Onun yapıtlarında gerçekliğe, yalın gerçekliğe kaydırma, saptırma, bozma tarzı müdahaleler olmaksızın yansıyan bir kişisel bakış açısı söz konusu diyebiliriz.

Şairin, Orhan Selim takma adıyla 1 Eylül 1936’da Akşam gazetesinde yayımlanan “Realizm” başlıklı yazısından aktaracağımız şu kısa bölüm, aslında onun nasıl bir gerçekçi olduğunu açıklar nitelikte: “Bugün realizm en ileri edebiyatın bayrağıdır. Bugün tam manasıyla, yani tek taraflı değil, pasif değil, şeniyeti bütün mürekkepliği ve akışıyla, inkişafında aksettiren realizm en inkılapçı sanatın esas şiarı oluyor. Realiteden korkanlar mazinin mümessilleridir. Ve kendilerine ileri sanatkâr diyenlerin realiteden korkuları yoktur.”

BUGÜN İÇİN NÂZIM HİKMET

Nâzım Hikmet bahsini bu bölümde kapatıp şair düşünür yönüyle ön plana çıkan Garip şiirinin öncülerinden Orhan Veli’ye geçmeden önce “kuruluşçu” şairle ilgili son bir not eklemek istiyoruz.

Kurucu poetik iradesi, öncü ve şair düşünür olarak önemine dikkat çekmeye çalıştığımız Nâzım Hikmet’e bugün nasıl bakmalıyız diye bir soru her zaman sorulabilir. Soruyu sorulmuş kabul edeceğiz ve önce şairin Tevfik Fikret’le ilgili düşüncelerini dile getirdiği yazısından bir bölüm sunacağız. Süleyman imzasıyla Eylül 1930’da Resimli Ay’da yayımlanan “Tevfik Fikret” başlıklı yazısında şair, şunları dile getiriyor: “Tevfik Fikret’in, faaliyet gösterdiği devirde, içinde bulunduğu muhitte, başka türlü de olması mümkün değildi. Fikret yaşadığı devirde, bulunduğu muhitte, en iyi ve en ileri ne olmak mümkünse, onu olmuştur...” Alıntıladığımız satırlarda geçen Tevfik Fikret adının yerine Nâzım Hikmet adı yerleştirilerek okunduğunda, bugün Nâzım Hikmet’e nasıl bakacağız sorusu yanıtını bulmuş oluyor diye düşünüyoruz.

Nâzım Hikmet yirminci yüzyılda en ileri, en önde ne olunacaksa onu olmuştur. Şiirde de onun poetikasını kurmuş, şair düşünür olarak da şiiri yenileştirme ve geliştirme çabası içinde olmuştur. Çünkü o şairdir.

Gelecek yazıda devam edeceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi