Enver Topaloğlu
Şiir okuru için kısa notlar – 5
Şiir kimin uykusunu kaçırıyorsa şiir düşünürü odur. Açıklamaya çalışalım, ama açıklanacak bir şey yok aslında. Ne demek istediğimiz son derece sarih. İlle de açıklamak gerekirse cümleyi tekrar edebiliriz. Şiir kimin uykusunu kaçırıyorsa şiir düşünürü odur. İster şair olsun, ister şiir okuru; şiir ve şiire ilişkin soruları olan herkes yani. Ya da şöyle söyleyelim: Şiir denilen türle ilgili sorular, sorunlar kimin aklını kurcalıyor, uykularını kaçıracak ve uyutmayacak kadar kimi meşgul ediyorsa şiir düşünürü odur.
Şiir okuru için notların ilk bölümüne başlarken “şiire kaçanlar”dan söz etmiştik ve onları şairler ve şiir okurları olarak ikiye ayırmıştık. Sonra söz şiir üzerine düşünenlere geldi. Onları da konu kapsamında konuşmak için iki gruba ayırdık. Şairler arasından çıkan şiir düşünürleri ve okurlar arasından çıkan şiir düşünürleri.
Şairler arasından çıkan şiir düşünürlerinin önerdikleri, uyguladıkları şiir görüşlerini, yapıtlarını tarihsel akış içerisinde irdelemek için modern Türkçe şiirin oluşum sürecine, yüzyılının başına döndük. Kopuş ve yeniden kuruluş dönemine yani.
Kopuş ve yeniden kuruluş döneminin önemli isimlerini, şairlerini, onların poetikalarını hatırlatarak değerlendirmeye çalıştık.
Modern Türkçe şiirin Nâzım Hikmet’le başladığına ilişkin savımızı hatırlatarak devam edelim. Memet Fuat da aynı görüşte. O da “Yeni Türk Şiiri” başlıklı yazısında konuyu irdeler. Şöyle sorar Memet Fuat: “Yeni Türk şiiri hangi şairle başlamıştır?” Yanıtlar: “Bu soruya toplumsalcı sanat adamlarının hiç duralamadan verdikleri karşılık: Nâzım Hikmet’tir. Tutucu sanat adamları ise daha eskiye gider, Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’in adlarını anarlar.” İki farklı sonuç çıkarılmasının nedeni aslında açıktır. Memet Fuat’ın da dediği gibi “büyük bir değişikliği başlatmış, şiirde bir dönüşüm yapmış olma onurunu” tutucular Nâzım Hikmet’e vermek istemezler.
MODERN TÜRKÇE ŞİİR NÂZIM HİKMET’LE BAŞLAR
Yüzyılı günümüzden geriye doğru şiirin gelişim safhalarını, sıçramalarını, değişim ve dönüşüm hamlelerini dikkate alarak değerlendirdiğimizde varacağımız sonuç bellidir. Başlangıç denilen süreçte Nâzım Hikmet’ten daha güçlü bir devrimci çıkış ve yönelim söz konusu değildir.
Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet’in ilk kitabı “835 Satır” yayımlandığında şu değerlendirmeyi yapar: “Bu vezin bildiğimiz vezinlerden değil, bu lisan şiirin bizde bugüne kadar kullandığı lisana benzemiyor. Nâzım Hikmet Bey, tarzını kendi icat etmedi, bu biçimde şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nâzım Hikmet Bey bu tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin toprağında tutturabilmiş büyük bir yeni şairimizdir. Bu şiirin eskisine nazaran ruçhanı muhakkak. Eskiden şiir bir tek düdükle söylenirdi. Nâzım Hikmet Bey bir tek alet yerine koca bir orkestra takımı vücuda getirmiş.” Haşim, Nâzım Hikmet’in devrimci hamlesini görmüş ve kabullenmek zorunda kalmıştır. Öte yandan buna itirazsız, “amasız, fakatsız” onay da veremeyeceği bir konumdadır. O nedenle hemen tenkit ve tezyif mesafesine dönerek şöyle devam edecektir: “Fakat bu zengin orkestra yalnız marş nevinden birtakım heyecanlı havalar çalıyor.” Haşim’in alaycı yorumu, aslında onun dar ufkuyla ilgilidir. Çünkü Nâzım Hikmet’in modern Türkçede başlattığı devrimin kaynağını dikkate almamıştır. Ahmet Haşim, gerçeğin yalnızca bir bölümünü, görmek istediği kadarını görebilmiş, anlayabilmiştir. Oysa bakış açısını değiştirse gerçek hakkındaki bilgisi de artacaktır. O zaman, o sesin Sovyetler’deki devrim ortamında yeni müzikal aletlerle “müjdeli marşlar” çalan orkestralardan geldiğini, şairlerin bundan etkilendiğini de öğrenmiş olurdu.
Haşim’in yorumunun son cümlesinde ifade edilen düşüncenin önemi de, etkisi de olmamıştır. Çünkü eleştirisinde, Nâzım Hikmet’in o şiirleri yazdığı dönemin ve ortamın bilgisi yoktur.
Dönemin bir başka yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu da “835 Satır”la ilgili şunları yazacaktır: “835 Satır Türk şiirinde, hatta Türk dilindeki inkılabın ilk satırıdır. (...) O, yalnız Türk şiirinde çığır açmış bir edebiyat inkılapçısı değil, hiç görmeye alışmadığımız yepyeni bir şair tipidir.”
ESKİ VE YENİ
Modern Türkçe şiirin geçirdiği değişimi, dönüşümü anlamak için Nâzım Hikmet’in devrimci poetikasının özündeki sentezleyici tutumu göz ardı etmemek gerektiğinin altını çizmek isteriz. Şairin dil, duygu, duyarlılık ve içerik bakımından geleneksel şiirden kopuşunun ilk önemli çalışmalarından biri sayılan “Salkım Söğüt” başlıklı şiiri, aynı zamanda biçim bakımından yürürlükteki şiirin imkânlarından sonuna kadar istifade eden örneklerden biridir. Asım Bezirci, aynı dönemde yazılan “Açların Gözbebekleri”nde, şairin hece veznini kullandığını, dizelerdeki heceleri sayarak kaydetmiştir. Benzer bir uygulama “Salkım Söğüt” şiiri için de yapılsa yeridir. Şairin serbest vezinden ya da vezinsizlikten olduğu kadar geleneksel şiirin yerleşik her iki vezninin imkânlarından da istifade ettiği söylenebilir. Memet Fuat’ın aktardığına göre Nâzım Hikmet de Orhan Veli’nin “yazık oldu Süleyman Efendiye” dizesinde aruz izi bulunduğunu söyler. Okurun bunu fark etmesi ise zordur.
Neticede Nâzım Hikmet, eski kalıpları terk ederken onların sunduğu imkânları reddetmemiştir. Ancak “eski”nin elde kalan imkânlarından “yeni” bir yapı oluşturması da şairin diyalektik yönteme verdiği önem, devrimci tutumu ve tavrıyla ilgilidir. Nâzım Hikmet’in tutumu şiir için söyleyelim; “eski”yle ve “yeni”yle neler yapılıp gerçekleştirilebileceği konusunda kılavuz olabilecek niteliktedir.
Şairin “Salkım Söğüt” şiirinden bir bölüm okuyarak devam edelim:
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
NÂZIM HİKMET VE SENTEZ
Nâzım Hikmet için “sentez” esastır. Çünkü diyalektik yöntemin yasasıdır sentez. Yeni eskiyle hesaplaşarak; çatışarak, çelişerek ortaya çıkıp gelişebilir. Şairin, insanlığın kültürel ve sanatsal mirasına sahip çıkmaktan yana aldığı tavır da önemlidir. “Yeni”nin vahiy yoluyla gelmeyeceğini, ancak eskinin içinden, onun sağladığı imkânlardan yapılabileceğinin bilincindedir. Nâzım Hikmet’in bu konudaki düşüncesi şöyledir: “Bence, işin doğrusu şudur ki: Bugünkü gerçek sanatkâr insanlığın bütün mirasına sahip çıkmalıdır, klasiğine de, romantiğine de, sembolistlerine de, falanına da, filanına da. Bu sanat mirası bugünkü gerçek sanatkârın malı olmalıdır. İnkâr değil, tasnif etmeli, ayıklamalı, yaşayanı almalı. (…) Bugünkü gerçek realist sanatkârların tabir caizse realist-romantik olduklarını görürüz. Gorki öyleydi, Şolohof da öyle. Aragon da öyle. Onlarla kıyaslamak aklıma gelmez, fakat ben de öyle olmak istedim.” Nazım Hikmet’in sentezleyici tutumu, onu romantizmle gerçekçiliğin diyalektik bir yöntemle bireşimine yöneltir.
TARİHSELDEN GÜNCELE
Yazımızın başlığındaki “okura notlar” ifadesinden destek alarak tarih içindeki yolculuğumuzda yapmaya çalıştığımız bir tür “arkeolojik kazı” çalışmasını, askıya alıp kısa bir süreliğine “güncele”, “gündeme” döneceğiz.
Kamuoyuna yansıdı. Otuz yıldır cezaevinde tutulan şair İlhan Sami Çomak’ın, otuz yıllık ceza süresi dolmasına karşın serbest bırakılmaması toplumun duyarlı kesimlerinde tepki yarattı. Çomak’ın cezaevinden çıkışı keyfi biçimde üç ay daha ertelendi. İlhan Sami Çomak cezaevinde bir şair olarak yatıyor. Ancak içerde yazdığı şiirlerle tel örgüleri, demir kapıları, duvarları aşıyor. Çünkü şiir özgürleştiricidir. Çomak şiirin özgürleştirici gücünü kullandığı için ayrıca cezaya tabi tutuluyor olabilir mi? Ceza süresi dolduğu halde serbest kalmasını engellenmesinin adaletsiz oluşundan başka izahı yok çünkü.
ZİNCİRLEME ÇAĞRI
Toplumda haksızlığın, adaletsizliğin günden güne arttığına tanık oluyoruz. Artı Gerçek’in yayın yönetmeni Ali Duran Topuz son derece iyi bir gazetecidir. Onu takip edenlerin, tanıyanların, yazılarını okuyanların, konuşmalarını dinleyenlerin bildiği bir gerçektir. O aynı zamanda çok da iyi bir hukukçudur. Topuz, içinde yaşadığımız hukuksal durumu, yaşanan adaletsizliklerle ilgili süreci tanımlamak için “antihukuk” kavramını kullanıyor.
İlhan Sami Çomak’ın başına gelen, onunla özelinde şairin ve şiirin başına gelen de bir “antihukuk” uygulamasıdır diyebiliriz. Şairin serbest bırakılmasının başka bir açıklaması yok. AİHM’nin bozma kararlarına karşın otuz yıldır cezaevinde şair.
İlhan Sami Çomak’ın serbest kalmasının üç ay ertelenmesine toplumun değişik kesimlerinden tepkiler yükseldi. Şairler, yazarlar ve sanatın farklı alanlarından isimlerin oluşturduğu bir grup zincirleme video mesajı yayımlayarak hukuksuzluğun, adaletsizliğin, antihukuksal uygulamaların bir an önce bitirilmesini istedi. Hakkı Zariç’in çağrısıyla başlayan “Şaire Özgürlük” kampanyasına Burhan Sönmez, Zülfü Livaneli, Suavi, Tuğrul Keskin, Ahmet Telli başlangıçta destek veren isimler oldular.
KÖTÜLÜĞE KARŞI ÇIKMAK
Çomak’ın “Herkes bana yaşatılan adaletsizliği hiç olmazsa bir yakınına anlatmalı” diyor. Kötülük karşısında çok seçenek yoktur, tereddütse ancak kötüyü cesaretlendirir. Uygulanan kötülüğe karşı çıkmak onur meselesidir, vicdan borcudur, insan olmanın gereğidir. Şairin bir an önce serbest bırakılması için kamuoyuna yapılan çağrıyı desteklemek amacıyla Çomak’ın şiirlerinden iki alıntı yapacağız. İlk betiğimiz 2019’da yayımlanan “Geldim Sana” adlı kitabında yer alan “Düşünmek” başlıklı şiirden:
ben taze ekmek kokusunu kağıda geçiriyorum
güneşli bir yerden fısıldıyor dut ağacı
ipeğin halvetinden dingin bir kafiye yayılıyor
ben suyun dökülme sesini dileniyorum
toprağın derinliğine denizin uykusuna
kalemimi çalıştırıyorum
hem varlık hem yokluk dönüştürüyor beni
düşündüm dalga durdu, dağ öksürdü
ağzı kalabalık bir gök sessizliğe büküldü.
düşündüm. kıvrım kıvrım bir şey bu hayat.
Diğer alıntımız, şairin 2021’de yayımlanan “Hayattayız Nihayet” adlı kitabındaki “Gecikince”den:
Ama yorgundum ve ırmaktan geliyordum. Sabah
zihnimde ıslanmıştı. Suskundu perdeler, ellerim iz
bırakmıştı. Ve belirsizlikle geldi gerçek. Yolu
daraltan bir ışık vardı, kazıdım ağacın gövdesine
adımı. Gölge ve meyve koktu, sayı saydım, evi düşündüm
ayaklarıma baktım. En çok bunu sevdim.
Henüz suyu öğrenmemiştim. Yaprağın bolluğunu ve
at kişnerken yolun genişlediğini sezdim de
dağın hacmini hiç tartmadım aklımda!
Ey benim dut dalım! Susuzlukla terbiye ediyorlar
bahçemi! Senin başlangıcındayım, hayat çizginde
hassaslığının civarında, elinin suyundayım ey çocuk!
İlhan Sami Çomak’ın bugüne kadar yayımlanan kitapları şöyle: “Gitmeler Çiçek Kurusu”, “Açık Deniz”, “Günaydın Yeryüzü”, “Kedilerin Yazdığı İlahi”, “Bir Sabah Yürüdüm”, “Yağmur Dersleri”, “Dicle’nin Günlüğü”, “Geldim Sana”, “Karınca Yuvasını Dağıtmamak” ve “Hayattayız Nihayet”.
Şiirleri İngilizce, Norveççe, Rusça ve Galceye çevrilerek yayımlanan şairin “Geldim Sana” dosyasına 2019’da Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülü’nü, son şiir kitabı “Hayattayız Nihayet” ile Metin Altıok 2022 şiir ödülünü aldığını da ekleyelim.
Kısa notlara ve şiir sözlüğüne sonraki yazımızda devam edeceğiz…
'İlhan Sami Çomak Kürt halkının kaderini yaşıyor'
İlhan Sami Çomak'ın tahliyesinin ertelenmesinin gerekçesi: 'Suça yönelik farkındalığı yok'
Nâzım Hikmet, 21 yıl sonra yeniden Esenyurt'ta: Adı kültür merkezine verildi
Moskova'da Nazım Hikmet anısına konser verildi
Şiir okuru için kısa notlar – 4
Şiir okuru için kısa notlar – 3