Gel, çocuk olalım yeniden. Binip o kamyon kasalarına geri gidelim. Gidelim geldiğimiz yerleri bir bir geriye sararak, vazgeçerek her yaşımızdan...
Sizin mutlu ve mesut günleriniz, başkasının cehenneme dönmüş günleri üstünde yükseliyor, mutluluğunuzdan mutsuzluğumuzu çıkardıktan sonra elinizde kalana razı olur musunuz?..
Siz neresinde durursanız hayatın, orada yanınızda duran, yakalandığınızda üstünüzde olduğu halde ele geçmeyendir şiir.
Anlayın, dilim kesilmedikçe susamam. Duymazdan gelemem rüzgârın sesini duyduğum sürece. Gözlerime mil çekilmedikçe görmedim diyemem.
Duruşmamdan sonra kendimizi bir an önce adliyenin dışına atmamız, gülümseyerek poz vermemiz hiç farkında olmadan direnmeyi bir ana değil, bütün hayatımıza yaymamızdan kaynaklanıyordu.
Şair yazar Fadıl Öztürk’e tutuksuz yargılandığı davanın ikinci duruşmasında ceza verildi.
Fadıl Öztürk adli kontrol ve kent dışına çıkış yasağı ile serbest bırakılmıştı.
Herkes bir başına dolaşıyor, kimse giyinmiyor bir diğerinin ölüm acısını. Acısının başında nöbetçi bırakılıyoruz sıramız geldikçe. Paramparça olmaya doğru hızla gidiyoruz...
Dört dağ içinde olan Dersim'in beş mevsimi vardır. Bu beşinci mevsim ilkbahar, yaz, sonbahar, kış gibi değişmez değildir. Bazen katliam olur bu beşinci mevsimde, bazen orman yanar tutuşur.
Zor zamanlar önünü kesince insanın ülkesinden başka ülkelere çıkar. Okyanusları aşar, kıtaları geçer. Hepsinden öteye çocukluğunu geride bırakarak, kendi hayatını gün gün geçip gider.
Yaşadıkları kerpiçten evleriyle, evlerinin yolu gören penceresiyle, pencereye onları koşturan özlemleriyle eşit üç kız kardeş. ‘Babanız sabah gelecek’ sözünün arkasına düşmüş üç kız kardeş.
Ali sürgün vermiş Dersim’in Hozat'ında sürgünle eksilmiş biriydi. Derinden bir bağ onları bir araya getirmişti. Bütün bu dramatik geçmişin sebebi elbetteki Ankara’ydı.
İşten eve yorgun döner gibi veya heyecanla sevgilimizle buluşur gibi, çocuğunu okula götürür gibi, doğal ve sıradan akan bir hayat gibi zalim karşısında bir araya geleceğiz.
Her iddianameyi bir torba olarak görün, o torbaya ne kadar şey doldururlarsa siz o kadar suçlusunuzdur onların nezdinde. Ellerine düşmüşseniz kurtuluşunuz zordur. Hele solcuysanız...
Sosyal medya paylaşımları ve yazıları nedeniyle gözaltına alınıp serbest bırakılan Fadıl Öztürk yarın ilk duruşmasına çıkacak.
Güneşin doğduğu yerde doğdum, battığı yerde battım hayatımda. Çölde kavrulduğum kadar kutuplarda bir zaman sonra çözülmek için dondum sabırlıca. Şarkımız bizimle başlayıp, bizimle bitmiyor.
Hayvanların birbiriyle konuştuğu çok eski zamanlarda, bir serçenin başından büyük işlere kalkıştığını anlatır masalımız. Masalımız inananlara çok şey, inanmayanlara hiçbir şey anlatmaz...
Aydın seçmeninin Ferhat Tunç’u daha iyi tanıması için, Ferhat’ın 30. sanat yılı için yazdığım, Can Dündar’ın seslendirdiği ‘Tarih bize iyi davranmadı’ hayat hikâyesini paylaşmak istedim.
Şimdi dibimizde olan bitenlere nasıl ve neden duyarsız kalacak hale geldik, getirildik. Ne oldu bize? Babaları CHP’li olan biz eski devrimciler babalarımızın rolünü mü kaptık yoksa?
Biz ateşin düştüğü ve asla söndürülmediği Dersim’in küllerinden doğmuş çocuklarıydık. Bir yanımızda mezarlık, diğer yanımızda yakıldığımızda görevini hiç yerine getirmemiş itfaiye vardı.
Duymayarak, benim derdim demeyerek, hayat bizim değilmiş gibi her şeyi erteleyerek yaşıyoruz. Sevdiklerimiz bir elin parmakları kadar az, nefret ettiklerimiz ülkeden taşacak kadar çok.
Zalimden mi yoksa mazlumdan mı yanasınız? Zaman eveleme geveleme zamanı değil, net vicdani bir tavır takınma zamanıdır…
Az ötede bir dünya var, dili bizim dilimizle aynı olan. Renkler ayaklanmış, hepsi kol kola. Dakikalardan saatlere, saatlerden günlere dolan bir hazirandır gelip ömrümüzde kendine yer açan.
Yaşanan bir arkadaşlık sadece bende kalmasın, okuyana da bulaştırmak için yazıyorum. Sonuçta arkadaşlık birbirimize bulaşmak değil midir?
Zalimi zalim, masumu masum göstermekten yakılıp kül olmayı göze alarak, asla vazgeçmeyen yine fotoğraflardır. Bir kutuda, bir albümde sararsalar bile, hakkını yememek lazım fotoğrafların.
Rüzgârla savrulan beyaz bir yazma gibi gidip bir dala takıldı. Gökte hep uçurtmamdı sanki annem, birden yağmur olup üstüme yağdı. Şarkılar tek tek geçiyor önümden, ağıtların başı öne eğik.
Bir ülkenin, bir şehrin, bir mahallenin düşmesi, aynen bir insanın düşmesine benzer. Bir ülke, bir şehir, bir mahalle insan gibi yara alır, insan gibi savrularak düşer.
Görmeyi bir kılıç darbesiyle ikiye ayıran ince bir çizgi, yarasından tek damla kan akmayan bir yaralanma hali, yapılan iyiliklere açık, kötülüklere sonsuza kadar kapalı olan o kapı.
Nafile… Herkesi öldüremezsiniz. Mutlaka bir yerde, bir anne, kendini çocuğuna siper ederek, onu ikinci kere doğurur hayata. Kan toprağa karışarak kaybolur ama suç kendini hatırlatır…
Kollarımız bizim ışıklı şehirlerimizdi. Hallerine bakmaz, çocuklar gibi omuzlarımıza tırmanırdı bütün mevsimler, köşeyi döndüğümüzde çiçekler yolumuzu keserdi baharda.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.